Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
¥ da “malı götürmüş” sahtekârlar, yeteneksiz sıradan insanlar olarak belirmeye başladılar… Peki ulusalcılık, direnişler… Ulusalcılığın üç beş ülke özelinde adeta tekelleşmesi de cabası… Bizim ise ne haddimize değil mi? Şöyle bir örnek vereyim size. Biliyorsunuz yılın büyük bölümünde Londra’da yaşıyorum. İşim gereği sürekli gazete okuyor TV kanallarını izliyorum. Bu medya bana sabahtan akşama kadar “Great British” ifadesiyle başlayan betimlemeler sunuyor. “Great British Humour” (mizahı), “Great British History” (tarihi), “Great British Architecture” (mimarisi), “Great British Lanscape” (kırsal manzarası), hatta “Great British Cuisine” (mutfağı), “Great Biritish Summer”, Spring vb.. (yazı, baharı vb…), “Great British Cottage” (köy evi), “Great British Bobby” (mahalle polisi), “Great British Tradition” (geleneği)… Medya İngiliz halkına sabahtan akşam kadar “British olmakla ne kadar övünseniz azdır” diyor ve örnekliyor. Diğer taraftan, bunlara benzer ifadeleri Türkiye’de dillendirecek olanlar hemen, ulusalcı hatta faşist damgası yiyorlar. nağı yoktur. Afgan halkının da demokrasi talebi filan yoktur. Ancak bu bir Taliban zaferinin kaçınılmazlığı anlamına gelmez, ama umut yalnızca burada. Bir de tabii silah, uyuşturucu tüccarlarının Afganistan’da kâr yapmaya devam etme umudu söz konusudur. ‘HALKI SUÇLAMANIN ANLAMI YOK’ Yine yurttaşlar bazında bir soru: Peki sizce Türkiye gidişatın ne kadar farkında? Dünya sahnesinde kendisini nerede görüyor? Bu soruya cevap vermek gerçekten zor. Çünkü 1980’lerden bu yana ülkede yurttaşlığın maddi temeli hızla aşınıyordu, küreselleşmeye birlikte dini, etnik aidiyetler hızla yurttaşlık kavramının önüne geçmeye başlayarak, bu kavramı toptan imha etme sürecini hızlandırdılar. Bu açıdan bu gün yurttaşlar, bizzat demokrasinin temeli olan yurttaşlığı imha eden eğilimlerin ve düşüncelerin, demokratikleşme olduğuna inanıyor. Demokrasiyi de, ülkenin bir taraftan dini ilkeler, diğer taraftan AB komisyonu talimatları doğrultusunda yeniden yapılandırılması sanması gibi, ya da Türban takma özgürlüğü… Bugün ülkeyi yönetenler uluslararası emperyalist denklem içinde, ABD kaldıracına dayanarak bölgedeki emperyalist talandan pay almayı düşünüyorlar. Emperyalist projeye katılarak almayı planladıkları payın iki bileşeni var. Birincisi sosyal kültürel projelerine destek bulmaya ilişkin (bu bağlamda, ‘Siyasal İslam’ ve militarizm arasında, bir modis operandi oluşmaya başladığından kuşkulanıyorum). İkincisi ‘BAĞIMSIZLIK KAVRAMI TARİHE KARIŞTI’ Amerikan medyası da halkını çok özel bir ülkede yaşadıklarına inandırır. Bu adeta tanrının inayeti, yeni Kudüs, büyük bir geleceğin sahibi ülkedir. Hiçbir devlet başkanı adayının, bu iddialara karşı çıkarak, hatta az da olsa uyumsuzluk göstererek başkanlık yarışını kazanmasına olanak yoktur. Popüler kültürde, kimi ülkeler açısından ulusalcı olmak, norm, iyi bir şey hatta bir gereklilik iken, kimi ülkelerde ulusalcılık adeta faşizmle eş anlamlı hale gelmiştir. Dikkatle baktığımızda, ulusalcılığa izin verilen ülkelerin küreselleşen sermayenin kaynaklandığı, ana vatanı olan ülkeler olduğunu görürüz. Hadi daha kesin konuşalım, gözü başkaların pazarlarında, kaynaklarında, hatta topraklarında olan emperyalist politikalara gereksinim duyan sermayenin ülkelerinde ulusalcılık olağan, daha ötesinde gerekli bir duruştur. Kendine genişleme alanı arayan, hatta emperyalist eğilimli, sermayenin hedefi olan ülkelerde, gelen sermayeye direnmenin sermayenin krize uyumunu aksatacağı ülkelerde, ulusalcılık bir nefret nesnesi, bastırılması gerek bir duruştur… Adeta, “bağımsızlık” kavramı artık, “emperyalizm” kavramıyla birlikte tarihe gömülmüştür, hem de yeni bir klasik emperyalist dönem başlarken…. AFGANİSTAN’DA DEMOKRASİ HAYAL! Çok yerinde ve net bir Afganistan örneğine de ayrıntılarıyla değiniyorsunuz kitabınızda. Afganistan değerlendirmelerinizde sorunun özünden uzaklaştıklarına, matruşka misali sorun içinde sorun sarmalında cebelleştirildiğine vurgu yapıyorsunuz. Yurttaşları, direnişçileri bazında sorarsam, umut yitti mi o bölgede? Önümüzdeki yıllarda “değişik” ne bekliyor mesela Afganistan’ı? Afganistan’da umut şu anda yalnızca Taliban yanlıları ve silah ve uyuşturucu endüstrisi için var olan kavramdır. Ne NATO ne de İngiliz, ABD’nin bu ülkede (Afganistan bu kavrama ne kadar uyarsa) istikrar sağlamasının, hele hele demokrasi getirmesinin hiçbir olaCUMHURİYET KİTAP SAYI 965 ekonomik; yeni kaynak elde etmek, bununla da ülke içindeki sermaye birikimini ve yeni iktidar şekillenmesini güçlendirmek. Şimdi halka dönersek çoğunluğun, sömürü baskı, yoksulluk gibi durumlardan kaynaklanan olağan insanlık sorunlarını dile getirecek kavramlardan dahi mahrum bırakıldığı, sürekli “anı yaşa”, “içindeki gerçek beni bul” sloganlarıyla bombardıman edilerek kısa dönemli hazlara, içe dönmeye koşullandırıldıkları, ya da metafizik seçeneklere sığınmaya zorlandıkları bir ortamdayız. Halkı suçlamanın bir anlamı yok. Durum bu, alternatif sunacak olanlar bu durumda çalışmak zorundalar. Bu yüzden paradoks şurada, “realist”, yani bu duruma uyumlu yaklaşımlar aslında gerçekten en uzak yaklaşımlar olacaktır. Yapılması, becerilmesi gereken, halkın dilini konuşmak değil, dile getiremediği ağrıları dile getirecek dili ve siyasi projeleri üretmektir. Diğer bir deyişle, gerçekçi değil gerçeğin peşinde olmak gerekiyor: İktidar ilişkilerinin istikrar sağlamak için bastırmak zorunda olduğu şeyin peşinde. Onu bulup yeniden yaşatmak gerekiyor. Bundan fazlasını söylemek pratik siyaset üretmeye girer ki bu söyleşini sınırını aşar. ülkelerin getirdiği basınçlar var. Konjonktürel olarak bakarsa, Reagan döneminde ABD hegemonyasını restore etme çabaları, Clinton II. döneminde tükenmeye başladı. Bunun yerini Bush döneminin imparatorluk stratejileri aldı. Bunlar da başarısız olunca, stratejik arazileri, enerji kaynaklarını, doğal kaynakları kontrol etmeye yönelik, açık işgali, rejim değişikliğini içeren klasik emperyalist refleksler gündeme gelmeye başladı. EŞYANIN DOĞASI… Aynı doğayı AKP modelinde de tüm yönleriyle görüyoruz. Kitabınızda AKP’nin doğasını, iç ve dış dinamiklerini, özellikle ikinci dönemde iyice zıvanadan çıkan hegemonyasını tüm oylumlarıyla değerlendiriyorsunuz.. Ben burada AKP’nin son dönemdeki halini yorumlamanızı istiyorum… İçine girdikleri ruh halini betimlemenizi? AKP’nin son dönemindeki ruh haline damgasını vuran, sanıldığı gibi öz güven değil korku; yakalandığına inanılan bir momentin kaçırılması korkusu. Bu korku, seçim öncesinde, meydanları dolduran milyonlarca AKP muhalifinin, antiemperyalist refleksi güçlü kitlelerin AKP saflarında, destekçileri (uluslararası ve yerli) arasında yarattığı korkudur. O zaman süreci analiz ederken, “bu seçimlerde momenti kırılamazsa, AKP, seçimden sonra büyük bir şiddetle atağa kalkacaktır” diyordum. Ayrıca AKP döneminde geçen yasalar, devlet mekanizması içinde, sivil güvenlik örgütleri bünyesinde yaşanan dönüşümlerin, çok baskıcı bir makineyi, gerektiğinde kullanılmak üzere hazırlamış olduğuna da dikkat çekiyordum. Korkunun bir nedeni de AKP’yi iktidara getiren, rahat bir dönem geçirmesine olanak sağlayan, uluslararası ekonomik koşulların tükenmeye başlamasıdır. Önümüzdeki dönemde AKP salt ideolojik nedenlerden değil ekonomik nedenlerden dolayı da, desteklerinin bir kısmını daha kaybedebilir. Tabii buna aracı olacak bir siyasi müdahale gerekiyor. Yoksa AKP, parti mekanizması, taban örgütleri ve destek medyası bu sızıntıyı en aza indirecek yalanlarla, yeni fantezileri üretmeyi başarabilir. AKP VE HEGEMONYA MOMENTİ AKP’nin ve ‘Siyasal İslam’ın geleceğine ilişkin birkaç öngörüde daha bulunursanız neler söylersiniz? Hegemonya momentini geride mi bırakıyor sahi? İstanbul temelli liberal sermayenin AKP’ye güveni sarsıldı. Mark Parris’in işaret ettiği gibi, bu güvenin ‘yeniden kurulmasının koşulları da yok’. Bu, bir kez kurulacak bir ittifaktı. Kuruldu ve tükendi. Ancak bu kesim bir seçimlerde belirleyici olamayacak kadar ufak bir oy hacmine sahip. Esas, olan orta sınıfların ve emekçilerin AKP’den uzaklaşmaya başlaması olacaktır. Ancak bunun büyük çaplı olarak gerçekleşmeye başladığına ilişkin bir belirti henüz yok. AKP bir koalisyondur. Bu büyük ölçüde ‘Siyasal İslam’ın özelliklerini yansıtıyor. Ekonomik kriz derinleştikçe ve bu koalisyonu bir arada tutan finansal kaynaklar zayıflamaya başlayınca AKP arkasındaki ‘Siyasal İslam’ın bloku çatlamaya başlayabilir. Ancak bu tabanda, sivil toplum içinde İslamcı kültürün mikro iktidarlarının, biyopolitiğinin, yayılmaya devam etmeyeceği anlamına gelmiyor. Bu düzeyde, kültürel olduğu kadar maddi sü ¥ SAYFA 17 KLASİK EMPERYALİST REFLEKSLER Gelişmekte olan ülkeler üzerindeki kaynak ve piyasa savaşları; yeniden bölüşme pazarlıkları; ekonomik askeri bloklaşmalar… Yani klasik emperyalist dinamikler diyorsunuz… Bu dinamikleri besleyen ve asıl önemlisi besleten, müsebbip kimlik/ana dürtü/kaygı/hırs nedir hem dünya genelinde hem de ülkemiz özelinde? Özetle, ekonomik açıdan: sermayenin, krizini aşmaya çalışırken (fazla mal, fazla sermaye ve finans sermayesini başka piyasalara göndermek, birikmiş servetlere el koymak, maliyet düşürücü, rekabette ayrıcalık sağlayıcı kaynaklara, ulaşım yollarına ve kanallarına sahip olmak) güçlenen genişleme eğilimi, bu genişlemeye direnişi kırmak, genişlemeye uygun coğrafyalar ve insanlar yaratmak. İkincisi siyasi açıdan, bu genişleme sürecini desteklemek, gereksinimlerini sağlamak, önünü açmak için sürece devletlerarası ilişikler düzeyinden kontrolündeki devletin aracılığıyla, diplomatik askeri yollarla müdahale etmek. Bu genel eğilimlerin bu günkü somut tarihsel durum da taşıyıcısı olarak karşımıza öncelikle, küresel hegemonyasını korumaya çalışan ABD, onun yanında kendine yer açmaya çalışan AB ve yüksel“Bu gün yurttaşlar, bizzat demokrasinin temeli olan yurttaşlığı imha meye başlayan Rusya, eden eğilimlerin ve düşüncelerin, demokratikleşme olduğuna inanıÇin, Hindistan gibi yor” diyor Ergin Yıldızoğlu.