22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ Çıkan şudur: Türkiye’de laiklik, sadece devletin laikleştirilmesine ya da sıradan bir dindevlet ayrılığına indirgenemez. Bir “Türk laikliği” söz konusudur. Onun belli bir ulusal kimliği de olan çağdaş bir toplum yaratma gibi bir hedefi vardı. Cumhuriyet’in hedefi, “çağdaş uygarlığa ulaşmak”tı. Laiklik, yalnız devleti değil, bireyi ve toplumu da yeniden biçimlendirme görevini yüklenince, ister istemez “radikal” ve “militan” bir renge bürünecekti. Bunun bir sorunu da şu oluyordu: Dinle devlet birbirinden ayrı olacaktı, din devlet işlerine karışamayacaktı ama, devlet din işlerine özüne olmasa da sosyal çıkarlar adına karışabilecekti: Diyanet İşleri Başkanlığı, bu misyonla da kurulmuştu. Ancak unutulmamalı: Bütün bunlar, toplumda bir “kültür devrimi”nin parçalarıydılar. Toplum, nitekim bütünlüğüne bir değişimi yaşar... eğitiminde ne tür bir kırılma (fay), bir boşluk oldu da, “muhafazakârlık” örtüsü altında gizlenmek istenen şu tehlike yolun üstüne çıktı? Dahası, “kültürsüzleştirme” elle tutulur haldedir: Çağımızın ve yurdumuzun gerçeklerinden uzakta, düşünmeyen, tepki duymayan yığınlar görülüyor; insanlarımız, yurttaşlık bilincinden de gittikçe uzaklaşıyor. Kimlik kaybına mı uğradık? VİRÜS: EMPERYALİZM SALGININ ADI: DİNCİLİK Bu gelişmeler, emperyalizmin uzağında olamaz değil mi? Evet olamaz! Bir ülkede din ve politika, nerede olursa olsun, uluslararası gelişmelerin de etkisi altındadır. Bir örnek: New York’taki İkiz Kuleler’i yerle bir eden terör, dünya çapında çatışmaya yol açmıştır. Ortadoğu, Türkiye’yi de içine çeken bir savaş ve terör coğrafyasına dönüşmüştür. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ABD’nin İslam dünyası tasarımlarını içeren bir belge olarak ortaya çıktı. Amerika, Türkiye’ye bir “Ilımlı İslam Devleti” rolü biçiyor. Böylece, “laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti”, “Ilımlı İslam Devleti”ne dönüştürülmüştür. Dahası da var: Birkaç yıl önce, ABD’de icat edilen bir harita, gerçekleri kökünden değiştiriyor; bölgeye daha korkunç felaketler getirecektir. Öteki ülkeleri gibi, Türkiye’yi de bölüp parçalıyor. Eklemeli de: Bütün Müslüman dünyanın üstüne, Türkiye de dahil, emperyalist felaket çökmüştür, bir “dincilik salgını”nı azdırmıştır. ÇÖZÜLME… Bugün yaşadıklarımız, bu gelişmelerin sonucu olamaz; belli ki, bir yerde bir sapma ve çözülme olmuş... Nitekim oldu. Gerçekten Türkiye’de, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde en önemli değişiklik, tek partili bir rejimden çok partili bir rejime geçmektir. Ne var ki, bu yenilik, ileriye bir adım olacakken, uygulamada 1950’de iktidara gelenler, Cumhuriyet Devrimi’ne inançsızlıkları, sorumsuzlukları ve savrulmaları ile, ülkenin ekonomisini ve dış politikasını emperyalizme bağlarken, laik eğitimde de gericiliğe korkunç ödünler verirler; eğitimde ve kültürde, karşıdevrimin yol açtığı bir “çözülme süreci” başlar. Ezanın Türkçe iken Araplaştırılması; okullara yeniden din derslerinin konulması; cami hizmetleri için düşünülen imam ve hatipleri yetiştiren okulların her mesleğe mezun vermesi; din, siyaset ve ticaretin kucaklaşması laiklikte çözülmenin ilk örnekleri olur. Ve bir tarihten sonra da türbanın türemesi... Siyasal partilerin arasına dinci partilerin girmesi; önce onlarla koalisyonlar, sonra da AKP örneğinde olduğu gibi tek başına iktidara geçmeye demokrasi denir. Bir de kene gibi türeyen tarikat ve cemaatler... DEVRİME ADIM ADIM İHANET EDENLER Gelişmelerin gelip durduğu noktada, “Laik barış”ın dostları ve düşmanlarından söz ediyoruz. Türkiye’nin güncelinde kimdir bunlar? 1923 Devrimi’nin bir büyük eseri de şudur: Din, vicdanlara bırakılarak, devlet ve toplum yenileştirilir; çağın isterleri ve Aydınlanma yolları açılır. Öte yandan, eğitimde parlak bir eser ortaya koyar. Bir eksikliği vardı: Devrim’i, “demokrasi” ile taçlandırmak gerekiyordu; 1950’lerden başlayarak, demokrasinin kapıları da açıldı. Ne var ki, “yüzeysel bir demokrasi” araçları olarak ortay çıkan partiler, Devrim’in düşmanlarıyla uzlaşarak, en başta laik eğitimi çökerttiler; dincilere yolları açtılar. Halkın kafaları ve dikkatlerini, çağın isterlerine döndürmeyip, sağ’a ve dincilere çevirdiler. Yani Devrim’e ihanet ettiler. Demokrat Parti’den başlayarak, iktidara gelmiş partilerden hangisi “laik barış”ın dostu olmuştur? Geleceğin “Aydın din adamı” diye düşünülen, ama gecikmeden “dinci partilerin arka bahçesi”ne dönüştürülen imam ve hatiplere, “laik barış”ın dostu olarak bakabilir miyiz? Sayıları 25’e varmış İlahiyat Fakültelerinden bir kaç aydın hoca bir yana “laik barış” adına kaç profesör ortaya çıkmıştır? Ha bire çoğaltılan Kuran kursları “laik barış” aşkıyla mı ortaya salınıyor? Ya 1970’lerde, Mısır’da yuvalanmış Müslüman Kardeşler güruhunun icadı olan “türban salgını”na arka çıkmak? Ya eğitimde “zorunlu din dersleri”, Ramazanda din pratiği zorlamaları? Ya ülkede okul sayısını fersah fersah aşan cami yapmak? Ya halkımıza dinle ilgili çağdaş bir bilinç kazandırmak için kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nda “Kutlu Doğum” uydurmasıyla “Taliban” kımıldanışlar? Özetle, Türkiye bir “İslamlaştırma” baskısı altındadır. Ancak, laikliğin geçerli olmadığı bir İslam toplumunda demokrasi rafta kalır; laik eğitimin bulunmadığı bir eğitim düzeninde de inanç özgürlüğü yoktur. Çağımızın hatırlatmalarıdır bunlar!..? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Din ve Politika“Laik Barış”ın Dostları ve Düşmanları/ Server Tanilli/ Cumhuriyet Kitapları/ 246 s. SAYFA 21 EĞİTİM ŞART! Bunları gördükten sonra, laikliğin güvencesi olarak “halk eğitimi”ne nasıl bakıyorsunuz? Eğitim, çağımızda okulla sınırlı değil, örgün eğitimden geçmiş olsun olmasın bütün yetişkinlere yönelmiş bir eylemdir eğitim; ayrıca eğitim, yaşam boyu süren bir süreç olarak kabul ediliyor; “halk eğitimi” denen bu. Cumhuriyet’i kuranlar, eğitimi herşeyin üstünde gördüğünden, halk eğitimine de büyük bir yer veriyordu. Halkevleri, işte bu iş için kurulmuştu. 20’li yıllarda, Halk Mektepleri, sonra da Halk Dershaneleri açılır; 1932’den sonra Halkevleri ve onların yanı sıra köylerde Halkodaları etkinliğe başlar. Sorun, yalnız okumayazma öğretmek değildir; kentte ve kırsalda, sosyal ve kültürel yaşamın temel konularında halkı bir düzeye çıkarma örgütlenir; bunun semereleri toplanırken, aydınlarla halkı yaklaştırmada bir süreç başlatır. Köylerde öğretmen söz konusu oldukta, Köy Enstitüleri düşünülür ve 1940’larda uygulamaya geçer. Ne var ki Demokrat Parti, 1950’de iktidara geçtiğinin ertesinde 1951’de Halkevlerini kapatır; birkaç yıl sonra da, Köy Enstitülerini amacından uzak bir amaca fırlatıp atar. Halk eğitiminde bir “kırılma”dır anlattığımız öykü. Televizyon da 50’li yılların sonuna doğru göreve girer; birkaç parantez dışında, iktidara sahip olan partinin emrine girer. Halk eğitiminde, özellikle AKP ile varıp durduğumuz noktada, soru şudur: Halk CUMHURİYET KİTAP SAYI 957
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear