05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ tedir. Çünkü, “Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor...”dur. SON KİTAP: ALEMDAĞ’DA VAR BİR YILAN... Bu son kitabın (2) dilinin ve kurgusunun, diğer yapıtlarından farklı olması yanında, içindeki öykülerin de izlek olarak, ayrıcalıklı olduğunu görürüz. 17 öykü var kitapta. Bir tanesi de kitaba adını veren öykü. Yarısı, edebiyatımızın en şiirsel yasak aşk öyküleri... Geri kalanında da, ne emekçinin hikâyesi vardır, ne işinde gücünde çalışan hamarat insanların yaşam sevinci, ne de o güzelim İstanbul... Faik’in oğlunun artık kimsenin hikâyesini dinleyecek hali yoktur, yorgundur: “ Anlatayım mı ötesini abi? Anlatma, yeter bu kadarı. ... Ama ötesi daha kıyak abi. Ötesini ben uydururum Hidayet. Sen çık cebimden. Palto da ıslandı. İkinizi birden kaldıramıyorum, yoruldum.” (Öyle Bir Hikâye) Yalnızlıksa, şimdi gölgesi gibidir: “Caddelerde idim; binlere karşı birdim. On binlere karşı birdim.” (Yalnızlığın Yarattığı İnsan) Ve zehir gibi bir acı vardır: “O pasajdaki birahaneye yine gitsem. O masaya otursam o masaya. İnsanlar gelse otursa çift çift kadınlı erkekli. Ben tek başıma. Milyonlar içinde tek başıma. Acı gitgide acıyor. Kavun acısı gibi, zehir gibi bir acı...” (Yalnızlığın Yarattığı İnsan) Hatta intihar; yeri gelir, bir kurtuluş olarak görünür yalnızlığa: “Sonra üstüme kar yağıyor kar. Pıtır pıtır bir kar yağıyor. Tane tane bir kar. Aklım tabancalara gidiyor. Bıçaklara bıçaklara. Sevmiyorum bıçakları. Tabancalar. Beynimizde bir yerde küçük bir delik, etrafı siyah. Garip bir delik. Kan hafifçe sızmış. Beyin tıkayıvermiş deliği. İrin gibi bir şey akmış... Ona ne, ona ne bundan. Bu benim kafatasımdaki delik. Ona da mı açmalı. Açmalı ya. Yalnızlıktan başka nasıl kurtulunur? Yalnız ölmek mi?..” (Yalnızlığın Yarattığı İnsan.) İstanbul kirlenmiştir; insanlarıyla birlikte: “Yine İstanbul çirkin. İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günler de Köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları çamurludur, molozludur. Geceleri kusmukludur. Evler güneşe sırtını çevirmiştir. Sokaklar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle...” (Alemdağ’da Var Bir Yılan) O iyi insanlar ortalıkta yoktur artık: “ Çok aç gözlüdür, dedi. Bu huyunu sevmem ama, martı bu. Bu martı mahluku doymak nedir bilmez. İnsan gibi, dedim. Yok, dedi, insana taş atma, insandan insana fark vardır, tokgözlüsü de olur. Ama azdır...” (İki Kişiye Bir Hikâye) Ve başucunda ölüm korkusu: “Oltaya tutuldu muydu dünyasına, sulara küsüverir. Nasıl bir korku içine düşer kimbilir?.. İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu...” (Dülger Balığının Ölümü) Dülger balığı, toplumun acımasız değer yargılarının ağında umutsuzca çırpınmaktadır: “Onu atmosferimize (suyumuza) alıştırdığımız gün bayramlar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaCUMHURİYET KİTAP SAYI 951 ratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan birisi yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükununu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini birer birer söküp atacak...” (Dülger Balığının Ölümü) Tam bir ayrıksı otudur artık: “Çarşıya inemem. İnemem ama, dağlarda da gezinemez değilim a!.. Size bu düğümü ne kadar çözmek istediğimi bilemezsiniz. Ama elimde değil. Yooo elimde, elimde olmasına. Ama yazamam. Yazarsam gülünç mü olurum?.. Niçin inemediğimi anlatmaya kalksam, hem pek uzun sürer, hem de bir işe yaramaz. Biriyle karşılaşmak istemiyorum sayın olsun bitsin: Bunu keselim artık! Çarşıya inemem o kadar...” (Çarşıya İnemem) Sığınılacak bir aşk kalmıştır... “ Seni bir daha göremeyecek miyim? dedim. Kızdı. O benim bileceğim şey, dedi. İki gün sonra yirmi kişiye: ‘O benim bileceğim şey’ ne manaya gelir diye sordum. Hiçbiri doğru dürüst bir mana veremedi.” (Yalnızlığın Yarattığı İnsan) “Saçları kara, gözleri kara idi. Ne çıkar onlardan. Kara olmasalardı donuk esmer, altından kan akmazmış gibi solgun ve hiddetli rengi severim başka. Başkasında bulsam sevmem ki.” (Yalnızlığın Yarattığı İnsan) “Beklersem gelmez ki... Beklemesem gelir mi? Umut vardır. Beklemediğim zaman umut vardır. Gelir karşıma geçer. Ne söylerim ona. O bana ne der. Hiçbir şey hatırlamam. Sonradan şöyle demişti diye uydururum.” (Yani Usta) “Güldüğü zaman insandan üstündür. Bakmaya doyamam...” (Kafa ve Şişe) “Aşklar yasaktır. Gün olur, sular, yemişler bile yasaktır. İnsanlar birbirine yasaktır.” (Çarşıya İnemem) “Odam biraz ısınmıştı. Soba gürül gürül yanıyordu. Anahtarı biraz kıstım. İçerideki odaya geçtim. Yorganı açtım. Köşeye büzülmüş mışıl mışıl uyuyordu. Kucakladım. Kuş onun kafasından benim kafama, benim kafamdan onun kafasına konup duruyordu. Sabaha kadar kuşun kanat seslerini, onun mışıl mışıl uykusunu duydum. (Yılan Uykusu) Ve son kitaba adını veren öykü: ALEMDAĞ’DA VAR BİR YILAN... Öncelikle bu öyküden alıntılanarak, anma günleri ve toplantılarda slogan olan o sözcükleri, kesip biçmeden aktaralım: “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor...” (Alemdağ’da Var Bir Yılan) Semaver Dönemi’nin onca hümanist öyküsü dururken siz gelin, onun insanlardan kaçtığı, çarşıya inemez duruma geldiği son döneminin, bu son kitabından, başını ve sonunu atıp, “Bir insanı sevmekle başlar her şey...” diyerek yaptığınız bu işgüzar otopsiden sadece evrensel bir insan sevgisi çıkarın... Tebrikler! Zor iş olmalı bu; orada aşkı okumak varken... Öyküde, yasak ve çaresiz bir aşkın duygulanımlarını anlatan Faik’in oğlu, eğer hümanizmi izlek olarak önceleseydi, “Her şey insanı sevmekle başlar...” derdi. Arkasına, amacıyla bağdaşmayan (asıl) tümceyi eklemezdi. Slogan haline getirilen tümcenin buradaki işlevi, aslında arkasından gelen sözcüklerin anlamını yoğunlaştırmak... Gerçek final, o çünkü! Oradaki “bir” lerin hiç anlamı yok mu?.. Sonuçta bunları söyleyen öykü karakteri de olsa, asıl anlatmak istediği öykünün geneline hâkim olan alıntılayanların vurguladığının tam tersine kendisine dayatılan dışlanmışlık duygusudur... Faik’in oğlu, yazın tarihimizde yaşama sevincini ve insan sevgisini okuruna en iyi betimleyen, belki de en iyi hissettiren yazarımızdır. Ama bu öyküde değil!.. Burada anlatmak istediği başka... Eğer bunu biz görmezden gelirsek, o tümcenin başını ve sonunu atar; ortasını kült bir slogan haline getirip altına imzasını koyarsak, onun dışlanmışlığı hâlâ sürüyor demektir. Bu elli yıllık eksik okumada eksik bırakılan, aşktır. Bu öykü, gerçeküstü bir aşk öyküsüdür. Tabii ki, her şey “bir” insanı sevmekle başlar!.. Aksini kim iddia edebilir?.. “Güneş yapraklı kıpkızıl ağaçlarıyla, şıkır şıkır eden bir maşrapa gibi akarak insanın önce içini, sonra soyunarak dışını yıkayan Taşdelen’iyle, tavşan, yılan, karatavuk, keklik ve Polonez’den kaçıp gelen keçileriyle...” bu cenneti yaratan, aşktır!.. Artık ağaç, başka ağaç; martı, başka martı; balık, başka balıktır. Öykünün geri kalanı... Dünya, yasak âşıklar tarafından kapının gerisine kilitlenmiştir. Onlar bir odanın içinde alabildiğine özgürdür. O kapının ötesine ancak imgelem yoluyla çıkabilirler: “Dünya ötede idi. Burada bir konsol, bir ayna, bir alçıdan gemici, bir yatak, bir ayna daha, bir telefon, bir koltuk, kitaplar, gazeteler, kibrit çöpleri, cıgara izmaritleri, soba, battaniye vardı. Dünya ötede idi.” İstanbul, şimdi kasvetli ve pistir. Sokakları gibi ruhu da kararmıştır. Çünkü burada, bir insanı sevmekle hiçbir şey başlamamakta, tam tersine sona ermektedir. O halde tek çare, bilinçaltı fantezilerden yola çıkarak saklı bir cennet yaratmaktır: “Güzel yer, güzel yer Alemdağı. Şu saatte on beş metrelik ağaçlarıyla, Taşdelen’i ile, yılanı ile...” Araya giren okul anıları, sevgilinin karşısında düşülen ezikliğin kuru tesellisidir. Şehrin pisliği ve bir kedi ölüsünü tekmeleyerek yol kenarına atan insanların duyarsızlığı, sığınılacak saklı düş cennetinin doğal mazereti olur. Tüm yaşananlar, anılar, geçmiş, gelecek, umutlar, gerçekler, düşler hepsi birbirine girmiştir. Bu kaos içinde, özlenen sevgiliyle bir anlık karşılaşma, edebiyat tarihimize kazınan en melankolik satırlardan biri olarak yerini alacaktır: “Birdenbire bir arkadaşıyla yanımdan geçiyor. Bir duvarın, ölmüş bir kedinin yanından geçer gibi. Kollarımız birbirine sürünüyor hafifçe. Duvarlar açılıyor. İnsanlar birbirleriyle senelerdir dargınmışlar birdenbire aynı hisleri duyarak: ‘Yeter artık.’ diyerek barışmışlar gibi öpüşüyorlar. Dönüyorum. Panco arkadaşıyla gidiyor hâlâ...” Ve aşk öyle güçlü, öyle yakıcıdır ki, tam bitti, söndü denilen yerde, yine kendi küllerinden, bir pardösünün yaka kürkünden kendini, düşlerini, fantezilerini yeniden... yeniden yaratacaktır: “...Giderken bir daha dönüp baktım. Yine pardösüsünün yakasındaki kürkü gördüm. Kürkü görünce rahatladım. Tavşanı, kekliği, o ılık, harikulade kaygan ve güzel yılanı, karatavuğu, Alemdağı’nı, Taşdelen suyunu, çürümüş yaprakları, yaprakların üstüne yağan pelte pelte güneşi hatırladım.” Yazmamak için kendine söz veren Faik’in oğlu, insanın insana yaptığı haksızlığı görünce yine dayanamayacak, yonttuğu kalemini öperek yazacak; çünkü yazmasa deli olacaktır. (Harita Bir Nokta) Ama, aynı insan, şunu da yazacaktır: “Yazı yazmam için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum. Bu bana lazımdı. Yoksa her şeyi ağzımda gevelemekten başka ne yapabilirdim?..” (Balıkçısını Bulan Olta) Faik’in oğlunun evrensel insan sevgisine dair onca sözü, onca öyküsü varken, lütfen, Alemdağ’da Var Bir Yılan’ı hümanizm adına kurban etmeyelim. Faik’in oğlu, belki de asıl o zaman, o istediği yüz verilmiş çocuk hürriyetine kavuşacak; “Sait Faik” olarak göğsünü gere gere çarşılara inecek, Beyoğlu’nda aylak aylak, nesiller boyu volta atacaktır... ? (1) Sait Faik’ in Hikâyeciliği, Fethi Naci, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2003 (2) Alemdağ’da Var Bir Yılan, Sait Faik, Yapı Kredi Yayınları, Nisan 2006 SAYFA 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear