Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? tarafa geçtim, kuralsız, ölçüsüz, kontrol edilemez düşünceler, duygular içindeyim." Tutkulu aşktaki erotizm, Nietzsche ve Bataille’ın ‘diyonizyak coşku’ kavramıyla kuramlaştırdığı, içinde öfke, nefret gibi yakıcı duyguları barındıran, nesnesini içine alıp ona tümüyle sahip olmak, bir sonraki aşamaya ölümün ardına uzanmak, sonsuz dönüşü ve sürekliliği sağlama içgüdüsünden temellenir. Gazetelerin üçüncü sayfasında her yıl onlarca aşk intiharı ya da el ele ölüme yürüyen çılgın âşık haberini görür, irkilir, bu uğursuz gücün çekiminden kaçarcasına sayfayı çeviririz. SORGULANAN KAVRAMLAR Aşk hastalığına tutulan Engin ve Esra da bütün bu aşamalardan geçiyorlar. Tutkunun onları çağırdığı yerde, ‘varoluşun sonsuz zamanı’nda, yaşanmış bütün tutkuların ilmeklenerek bir bilinç geliştirdiğini, bireysel bilincin bu çekim alanından bağımsız olmadığını anlıyorlar. Levent Mete tutkulu aşkın haz ve ölümle harmanlanmış o büyülü yolculuğuna çıkardığı iki kahramanına, yolculuğun sonunda daha önce bilmedikleri bir boyutu armağan ediyor; okuruna da elbette. Romanın katmanlarında evlilik kurumu, gündelik yaşamdaki insan ilişkileri, çocuklar, mülkiyet, başarı gibi kavramlar sorgulanıyor. Bu romanı adına aldanıp hazır aşk reçeteleri öneren bir kitap diye alan okur, oyun havuzuna giriyorum sanarak dibi belirsiz okyanusa kulaç atan birinin durumuna düşecektir. Levent Mete ilk romanı ‘Aşk Romanları Yazan Adam’dan bu yana kararlı bir çabayı sürdürüyor çünkü. Olayları, kavramları bildiğimiz zaman boyutunda, bildiğimiz bilinç boyutunda dağıtıp, farklı bir boyutta yeniden kurguluyor. Gerçeğin dönüştürülebilir bir anlam olduğunu, her beynin bu tasarıyı barındırdığını göstermeye çalışıyor bize. ‘Yeni bir dünya ütopyası’nın insan beyninde hazır durduğunu ve insanı kuşatan toplumsal ağı teşhir ediyor. ‘Büyücüler’in fantastik karakteri düzenin temsilcisi Mohini, ‘Aşk Hastalığı’nda başarılı, her şeye hâkim, babacan kayınpeder Muzaffer Bey olarak çıkıyor karşımıza. ‘Terapi’de ruhsal gelgitlerde çırpınan kızın, ‘Aşk Hastalığı’nda Esra adını aldığı, biraz derlenip toplanmış görünse de, tutku ülkesinden gelen ilk çağrıya koşmasında hayret edilecek bir yan olmadığı dikkatli okumada gözden kaçmıyor. Levent Mete, en küçük bir formül değişikliğine bile direnemeyen bir düzene tapınıyor olmamızın, yeterince uzaktan bakıldığında ne denli anlamsız, dahası, komik göründüğünü, özgür sandığımız zihinlerimizin nasıl bir işgal altında olduğunu yazıyor romanlarında. En derindeki malzemeye, bu kez de aşk üzerinden yeni bir bakış getiriyor. ‘Aşk Hastalığı’ yüksek ritimli bir roman. Şimdiki zaman kullanımı ve kısa cümlelerle tempo hızlandırılmış. Yalnızca Esra ve Engin, ‘ben anlatıcı’ olarak, sanki kendilerine tutulmuş bir kameraya anlatır gibi konuşuyorlar. Yer yer iki kahramandan hangisinin konuştuğunu anlamak zorlaşıyor. Esra mı söyledi bu cümleyi, yoksa Engin miydi konuşan diye ikileme düşülüyor. "Neden kimliğe özgü bir dil yok bu bölümlerde?" diye yadırgarken, konu ilerledikçe, yazarın bunu belli bir amaca yönelik olarak yaptığı anlaşılıyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI Aşk hastalığına tutulan kahramanların başlarda bireysel olan duruşları parçalanmış, tutkunun bulanık denizinde ten ve ruhla birlikte sözcükler, düşünceler de birbirinde erimeye başlamıştır. Yazarın, kahramanlarının işine pek karışmadığını görüyoruz. Roman atmosferi içinde her karakter kendi doğrusunu yapıyor. Ortada yargılayan bir anlatıcı olmadığı için, okur da "ben olsaydım nasıl davranırdım?" diye sorabiliyor kendine. "Böyle vurgun yeseydim?" Ya da, "o kadının kocası, o adamın karısı ben olsaydım?" "Arada bir şüphe krizleri geçiren 16 yaşındaki Özgür’ün annesi olsaydım, çocuğumun hastalığına rağmen, yine de yapar mıydım?" ‘Aşk Hastalığı’ okurunu tutku geriliminin içine çekiyor. Bilinç ötesi anlatımlar için, yine simgelerle ördüğü fantastik bir dil kullandığını görüyoruz Levent Mete’nin. Dehşet görüntülerinin içine lirik anlatımlı masum ezgisini ustalıkla yerleştiriyor yazar. Korkularımızın arasında varolmayı sürdüren ‘pysche’yi sezdiriyor bir biçimde. İstanbul, Paris, St. Petersburg gibi, edebiyatın kendine mekan seçtiği şanslı kentler var. Levent Mete İzmir’de yaşıyor ve yaşadığı kenti edebiyata taşımaya özen gösteriyor. Alsancak, Kıbrıs Şehitleri Caddesi, Kordon, Kadifekale, Karşıyaka, Narlıdere kendi alt anlamlarını romana yüklerken, romanın oluşturduğu ruh da adı geçen yerlerin kaldırımına, duvarlarına, rüzgarına siniyor. ‘Şehrin ruhu kavramını’ önemseyen bir yazar olan Levent Mete, bu seçimiyle söylemini güçlendiriyor. Aşk, mağara devrindeki duvar resimlerinden bu yana sanatın değişmeyen, azalmayan konusu. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, biyoloji gibi bilim dalları da kendi disiplinleri içinde aşkı tanımlamaya çalışıyorlar. ‘Feremon’ salgılanır, aşk başlar diye kestirip atan biyolojik savlara karşın, aşk, gizemini ele vermiyor. KARANLIK BİZİ ÇAĞIRDIĞINDA... Geçenlerde bir dergiyi öylesine karıştırırken, bir sağlık kuruluşunun reklamı dikkatimi çekti: reklamda, "Aşk bağımlılığı tedavisi yapılır" diyordu. Her şeyi kontrol edip düzenin verimliliğine uygun hale getirmeye çalışan ideoloji, bu alanı da başıboş bırakmamaya karar vermişti demek ki! İşinin en yoğun anında ansızın hayalindeki sevgiliyle göz göze gelen, ya da tutkunun gücünü damarlarında bir kez duyumsadıktan sonra, yaşamının nedenine niçinine sahip çıkmaya kalkan birisi, toplumsal düzen için, üretim için, bütün yalanlar için sakıncalıydı elbette. ‘Silahlan ve ahlaklı ol’, ‘savaşma seviş’, ‘aynılaş ve tüket’ gibi dönem sloganları neyi diretirse diretsin, varlığın sonsuz özü ile insan arasındaki en güçlü bağlantı, insanın sevgilinin gözlerinde kendini yitirdiği an değil midir? Aşk bir hastalıksa eğer hastalığın tedavisi hiçbir zaman bulunamayacak. Gizemini çözen her adımda yeni bilinmezlerle sarmalanarak, varlığın gücünü oluşturan sonsuz iç karanlığımızda, kendi zihnimizin tanrısı olarak kalacak. Ve o karanlık bizi çağırdığında, Levent Mete’nin romanındaki gibi, sessizce uzanacağız sunağın serin mermerine. ? Aşk Hastalığı/ Levent Mete/ Can Yayınları/ 225 s. 893 SAYFA 9