05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Levent Mete'den ‘Aşk Hastalığı’ Aşk... kendi zihnimizin tanrısı Bu romanı adına aldanıp hazır aşk reçeteleri öneren bir kitap diye alan okur, oyun havuzuna giriyorum sanarak dibi belirsiz okyanusa kulaç atan birinin durumuna düşecektir. Levent Mete ilk romanı ‘Aşk Romanları Yazan Adam’dan bu yana kararlı bir çabayı sürdürüyor çünkü. Olayları, kavramları bildiğimiz zaman boyutunda, bildiğimiz bilinç boyutunda dağıtıp, farklı bir boyutta yeniden kurguluyor. Gerçeğin dönüştürülebilir bir anlam olduğunu, her beynin bu tasarıyı barındırdığını göstermeye çalışıyor bize. evli, çocukları var. Kentin en güzel semtlerinde oturuyorlar. Para pul dertleri yok. Garantiye alınmış, güven içinde süren yaşamlar onlarınki. Eşleri, belirgin bir kötülükleri olmayan, iyi(?) insanlar. Levent Mete gündeliği kusursuz kılarak, gelişecek olayları bildik nedensonuç ilişkisi ekseninden tümüyle çıkarmış. Kadın, yanlış anlaşılacağı kaygısıyla olayı kocasına ve oğlu Özgür’e anlatmaktan vazgeçiyor. ‘Sokakta peşine düşen şaşkın âşık’ yalnızca gülümseten bir heyecan gibiyken, giderek, gece yarısı denizin karalığına bakan balkonda tüm yaşamını gözden geçirmesine yol açan bir soru işaretine dönüşüyor. Takıntı, çift yönlüdür artık. Kadın iç konuşmalarıyla eylemin provasını yapar: "Tehlike yaratmasaydı, bir zarara uğramadan, karşılık vermem mümkün olsaydı, ne yapardım? Olabilir mi? Neden olmasın?" Sonra hayalden sorar, "Nerede yaşanacak peki? Gözlerden uzak bir yer olmalı. Adama gereksinimi olan yanıtı verdirir: "Gizli ilişkiler için yapılmış kapılar var bu şehirde. Bunlardan birini kullanabiliriz." Düğmeye basılmıştır. ÜÇ ZAMAN DÜZLEMİ Romanda gerçek olayların zamanı (on gün), bilinçdışı ortamın zamanı ve ‘varoluşun sınırsız zamanı’ olarak adlandırılabilecek üç zaman düzlemi oluşturulmuş. Gizli ilişkiler kapısından içeri girildiğinde (kavramsal bir kapı kuşkusuz), toplumun iyi/kötü, doğru/yanlış, başarı/başarısızlık ölçütleri kullanımdan kalkmış para gibi geçerliliğini yitiriyor. Kimliği belirleyen ‘öteki kişiler’ devreden çıkınca, kimlik bulanıklaşıyor, içgüdünün önündeki set alçalıyor. Ödipal bağlantılarla, ondan da derin birtakım bellek fotoğraflarıyla, Schopenhauer’in ‘Aşkın Metafiziği’nde ortaya koyduğu ‘tür duyumu’ kavramına denk düşen (kökü magmaya bağlı, kontrolü insanın bireysel varlığını çok çok aşan) bir akış başlıyor. Levent Mete tutkulu aşkın haz ve ölümle harmanlanmı ş o büyülü yolculuğuna çıkardığı iki kahramanına, yolculuğun sonunda daha önce bilmedikleri bir boyutu armağan ediyor; okuruna da elbette. ? Birsen FERAHLI dem ile Havva göksel varlıklardı. Yasaklanmış elmayı yemenin hazzı, onları, dünyevi bir varlık olan insana dönüştürdü. Sonsuz zamanın içinde, sonlu bir hayat başlamıştı artık. Yaradılış iradesinin bir bölümüne talip olmuştu insan türü. Cennetten kovulmalarına yol açan suç, ölümlü olmayı göze alan bir güç eklemişti türe. İnsan aklı çok gelişti, uzayı kavradı, laboratuvar tüplerinde yeni canlılar yarattı ama; varlığının kaynağı olan içgüdü neredeyse hiçbir değişime uğramadan, dipte, tüm genetik kodların kontrol merkezinde, hangi an ateşleneceği belirsiz bir öz olarak sonsuzluğunu sürdürdü. ‘Temel içgüdü’, aklın kurduğu düzen için tehlike oluşturdu her zaman; gündeliğin içindeki insanın merakını imrendirse de irkiltti onu. Suya sabuna dokunmayan yumuşak kıpırdanışlara ‘hoşlanma’, ‘sevgi’, ‘aşk’ gibi olumlayan adlar verilirken; ötekine, deprem yaratana, aklı umursamayana ‘kara sevda’, ‘tutkulu aşk’, ya da Levent Mete’nin son romanında olduğu gibi ‘Aşk Hastalığı’ denildi. ‘Aşk Hastalığı’ (Can Yayınları, Şubat 2007) Levent Mete’nin beşinci romanı. Herhangi bir adam (Engin), ortada akla yakın bir neden yokken, sokakta karşılaştığı herhangi bir kadını (Esra’yı) takıntı haline getiriyor. "Onu gördüğüm anda içimde bir şey kırılmış gibi oldu." Bu ilk tümce daha en başında bütünlüğü bozulan bir iç dünyanın serüvenini okuyacak olduğumuzu bildiriyor. Adam kadını kısa bir süre takip ediyor ve yüz yüze geldikleri ilk an söyleyiveriyor: "Size âşık oldum" Böyle bir şeyi gerçekten yapmış olduğuna inanamıyor Engin. "(...) fırlayıp gitti söz. Âşık oldum, evet, hayır, inanılır gibi değil. Aklımdan hiç geçirmediğim bir cümle bu." Adam mimar, kadın ressam. İkisi de SAYFA 8 A Esra gözünün önünde adeta canlıymış gibi beliren resimlerin içine girerek, ucu bilinmeyene uzanan bir tünelde yol alıyor. Engin, karabasanlar görüyor. Karısı Gülten’i, kızlarını, denizkızı kılığında onu alıp derinlere çeken Esra’yı, ölümü, ihaneti, çölleşmeyi, annesini, babasıyla ilintili gizleri, kahverengi çikolatadan tabutu, hep o Narlıdere’deki çocukluk sahilinde, Nuh tufanı gibi bir karışıklığın içinde, hep düşlerinde… Sınır dışına atılan tek adımla, yaşam boyu inandıkları, oluşturmak için çabaladıkları tüm değerler yok oluveriyor. Gündelik zamana dair bilinçleri bu olağandışı değişimle dehşet içindeyken, dipteki bilinç, varmak istediği, ele geçirmek, aşmak istediği noktaya doğru soluk soluğa koşmaya başlıyor. Tekinsiz, ürpertici, her an ölüme, yok oluşa değen bir roman atmosferinin içinde buluyoruz kendimizi. José Ortega Gasset "Âşık olmak" halini, dikkatin anormal bir biçimde başka birisine takılması olarak tanımlamış; Plato, dikkatin tek kişiye saplanıp kalmasına, onun tutsağı olmasına Theia mania (kutsal delilik) demiştir. Engin, "Benim gerçeğim bu artık. Eskiden gerçek bildiğim ne varsa, şimdi bir düş. Uzak, belirsiz, bulanık her şey" diyerek, aşkın psikozu andıran yapı bozumunu ortaya koyuyor. Engin’in güzel, düzenli, başarılı ve hayattan çok emin olarak yaşayan karısı Gülten, başkasına âşık olduğunu söyleyen kocasına soruyor: "Engin, nasıl oluyor gerçekten böyle bir şey? Bir günde bütün hayatı elinden alınabiliyorsa, bu dünyada neye güvenir insan?" DÜZENİN BİR ENSTRUMANI Levent Mete, bireyin yalnızca toplumsal düzenin enstrümanı olduğunu, tek hareketle varlıktan hiçliğe düşülebileceğini gösteriyor okura. Bu noktada gücü bir kez de ters açıdan tanımlıyor: "Güç, yalnızca uğursuz rastlantılardan uzak durma becerisinde mi gizli? Karşılaşıldığında onlara direnmek mümkün değil mi? Bu yüzden mi böylesine sıkı bir ahlakla çevriliyiz? Kimseye kapılmayalım, hayatımızı mahvetmeyelim diye mi?" Levent Mete, her zaman evine karısına bağlı uyumlu bir eş, iyi baba olmakla övünen Engin’in, iç yalnızlığında biriktirdiği bastırılmış öfkesini, "ben kimim?" "neden yaşıyorum?" gibi yanıtsız sorularla büyüyen durağan gerilimini, tutkulu aşk aracılığı ile dışa vurdurmuş. Cinselliğe hazzın ötesinde, daha çok bütünleşme, bütüne dahil olma anlamı yüklenirken; cinsellik, henüz farklı adlar almamış temel içgüdünün temsilci eylemi olarak seçilmiş. Aynı malzemenin seri katil, ölümü hiçe sayan bir kahraman, kanlı bir diktatör olarak da biçimlenebileceğini Esra’nın çaresizlik içindeki sözlerinde işitiyoruz: "Neyi umut ediyorum şimdi, onunla böylesi bir yola çıkarken? En azından çılgın olduğum söylenebilir. Tüm dengelerimi yitirdim. Bilinmeze doğru savruluyorum. Seri katiller gibi. Bir kez öldürdükten sonra alışır, işin çekimine kapılırlarmış. Eşiği aşıp karşı KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 893
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear