05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

? gibi bireysel yaşamlarda gördükleri karşısında kalbini, beynini ve objektifini toplumsal sorunlara çeviren bir belgeselci olur. Fotoğrafın güçlü bir ‘tanık’ olduğunu söyleyen, birçok çalışmasını insan hakları ihlali konusundaki kaygılardan yola çıkarak yapan Susan Meiselas, 1980’lerde El Salvador’daki iç savaşı görüntüler. Öldürülmüş dört Amerika’lı rahibenin açılan mezarlarını fotoğraflar. Bu görüntüler, Amerikan Meclisi’nin El Salvador’un sağcı ölüm mangalarını ve Amerika’nın savaştaki rolünü sorgulayan soruşturmaların başlamasını hızlandırır (s.110). Ayrıca gazetecilerle beraber, Salvador Ordusu tarafından El Mazote köyünde yapılan katliamı belgeler. Resmi makamların böyle bir katliamın yapıldığını kabul etmek zorunda kalmaları on yılı alsa da Meiselas’ın fotoğrafları kanıt işlevini yerine getirir. "Marie’nin seks işçisi olmadan önceki halinin fotoğrafı Amerika’da çok büyük ilgi uyandırmıştı. Dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlar onu evlat edinmek istedi. Fakat hiç kimse Bombay’da onun gibi olan diğer binlerce kıza yardım etmedi" (s.149) diyen Hintli fotoğrafçı Dayanita Singh’in sözleri, sorunun kişiselleştirilmesine olan eğilimi ve ilginin gelip geçiciliğini gösteren iyi bir örnek. Bu durum, tanıklığın herhangi bir sorunu çözebilmesi ya da en azından gündeme getirebilmesi için, aynı zamanda toplumsal bir bilincin de gerekli olduğunu göstermektedir. Belgesel fotoğraf kimi zaman farklı bir popüler ilginin doğmasına da yol açabilir. Örneğin, fotoğraf makinası sayesinde ülkesini daha iyi tanıdığını söyleyen Meksikalı fotoğrafçı Graciela Iturbide’nin 1979’da Zapotek kadınlarını görüntülemesi, fotoğrafları Kuzey Amerikan dergilerinde gören feministlerin bu bölgeyi birden bire kutsal ziyaret yerine dönüştürmesine neden olur (s.9). Joseph Rodriguez’in fotoğrafla yolculuğu ise diğerlerinden hayli farklı. Henüz çok gençken uyuşturucu baCUMHURİYET KİTAP SAYI ri" (s.38) görüntüler. Yaşama tanıklık ederken yaptıkları çekimlerden rahatsızlık duyulduğu için baskıyla karşılaşan, doğrudan yaşamları hedef alınan fotoğrafçılar da söz konusudur. Bunlardan biri ırk ayrımcısı Güney Afrika’da bir siyah fotoğrafçı olan, Batı’nın Güney Afrika’daki insanlık suçlarını görmesini sağlayan baGÖZE ÇARPAN GRUPLAR sın fotoğrafçısı Peter Magubane’dir. Magubane, 1954’de ırk ayrımı karşıtı Kurumların da belgesel fotoğrafın mücadeleye kendini adamış az sayıda gelişimine büyük katkısı olur. Bunların dergiden biri olan Drum'ın fotoğraf başında Büyük Bunalım döneminde ekibine katılır. Polis tarafından burnu kurulan Fotoğraf Birliği (Photo Lekırılır, birçok kere kurşunla yaralanır. ague) gelir. Eğitim programlarıyla bir1970'de devlet tarafından komünist ve çok fotoğrafçının gelişmesine katkıda terörist olmakla suçlanır ve hapse atılır bulunan ve "göze çarpan gruplar" diye (s.59). Serbest bırakılmasından sonra adlandırılan grupları destekleyen Birdevlet, Magubane'nin yaklaşık beş yıl lik, daha sonra komünist eylemlere giboyunca fotoğraf çekmesine izin verrişmiş olmakla suçlanır ve McCarthy mez. 1976’da Soweto ayaklanmasından döneminde ayakta kalabilmek için büsonra Rand Daily Mail’de çalışmaya yük mücadeleler vermek zorunda kalır. başlar ve ırk ayrımını sona erdiren Ne yazık ki parasal sıkıntılar nedeniyle olayları belgeler. 1952'de kapanır. Birlik’te yetişenlerSiyah ve beyaz Güney toplumunun den biri de Walter Rosenblum’dur. II. geçiş sürecini belgelemek isteyen Matt Dünya Savaşı sırasında savaş fotoğrafHerron da, 1964'de başladığı, sekiz foçısı olarak yaptığı çekimler ona büyük toğrafçı ile birlikte Mississippi, Alabaün kazandırır. Dachau'daki toplama ma ve Georgia'yı dolaştığı Güney Belkampının özgürlüğe kavuşmasını gögeseli Projesi’nde çeşitli zorluklarla rüntüleyen ilk askeri kameramanlarkarşılaşır. "Mississippi yollarında elidan biri de odur (s.25). nizde fotoğraf makineleriyle dolaşırBir diğer kuruluş ise II. Dünya Savaken durdurulup sorgulanmamanız imşı sonrasında, 1947’de Robert Cakânsızdı. Baskılar çok yoğundu. Takip ediliyor, sık sık polisle dalaşmak zorunda kalıyorduk" (s.69) diyen, İnsan Hakları hareketiyle yakın ilişkisi olan Herron, ancak iki ay çalışabildiklerini ve çeşitli nedenlerden dolayı grubun dağıldığını belirtir. Bu proje daha sonra İnsan Hakları hareketiyle ilgili belgesellerin en önemlilerinden biri olur. 1967’de Çekoslovakya’dan kaçan, uzun süre Avrupa’da mülteci olarak yaşayan Antonin Kratochvil, 1978’de mücahit askerlerle Ruslar arasındaki savaşı fotoğraflamak için Afganistan’a gittiğinde mücahitler tarafından yakalanır ve son anda Ohio Üniversitesi, 1970. Ken Light. rehberi sayesinde ölümden döner. "1994’ün Ruanda ve Zaire’si görüntüpa’nın öncülüğünde, Henri Cartierlediğim en kötü yerlerdi" (s.127) diyen Bresson, David Seymour (Chim) ve Kratochvil yılmadan çalışmalarını sürGeorge Rodger tarafından kurulan fodürür. toğraf ajansı Magnum’dur. 1952 57 Vietnam Savaşı’ndan etkilenen ve saarasında Magnum’da çalışan Michelle vaşa gitmeyen, amacının dünya görüVignes, "ajans dünyayı saran kaostan şünü ortaya koymak ve bunları yayınherkesin haberdar olmasını istiyordu" lamak olduğunu söyleyen Eugene Ricdemektedir. Vignes, burada fotoğrafçıhards ise, Ku Klux Klan üyelerinin folara bir tarzları olması gerektiğini, hatoğraflarını çektiği için baskı görür. yatın içinden görüntülerin çekilmesiAmacının dünyanın ruhunu yakalamak nin tavsiye edildiğini, yapılan işe inanolduğunu belirten Richards’ın, uyuştumalarının beklendiğini ve hayatı da öyrucu kullananları, aşırı doz alarak veya le makinalarıyla dolu dolu yaşamalarısilahla vurularak öldürülenleri ve nın öğretildiğini (s.43) söylemektedir. AIDS hastalarını acımasızca gösteren Nitekim Vignes "1969’da Alcatraz fotoğrafları büyük tartışma yaratır. Adası’nın Amerikan Kızılderili HareElbette belgesel fotoğraf yalnızca keti tarafından işgalini ve hareketin uçurumun kıyısındaki sıradan hayatları 1973’de Wounded Knee'de bağımsız anlatmaz. Örneğin insanların duymak bir Oglala ulusu olarak Amerika’dan istediği hikâyeler olduğu için sürekli ayrılma bildirgesini yayınladığı günleğımlısı olan ve kısa bir süre hapishanede kalan Rodriguez, daha sonra fotoğrafçılıkla ilgilenir. "Beni uyuşturucudan kurtaran fotoğraftır" (s.146) diyen, fotoğrafı sesini duyurabilmenin bir aracı olarak gören Rodriguez, çalışmalarını Amerika’daki çete hayatı üzerine yoğunlaştırır. 893 Hindistan’daki "egzotik felaketi" anlattığını söyleyen Dayanita Singh, artık kendi dünyasını keşfetmek istediğini, bu nedenle de son zamanlarda Hint fakirlerinin değil Hint orta tabakasındaki insanların portreleri üzerinde çalıştığını belirtir (s.150). Kitaptaki belgeselcilerin çoğunun Amerikalı olması Light’ın da belirttiği gibi bu ülkedeki güçlü belgesel fotoğraf geleneğinden kaynaklanmaktadır. Yukarıda adı geçen fotoğrafçıların bir kısmı, Lewis Hine (1874 – 1940) ile FSA’dan (Çiftlik Güvenlik İdaresi) ve özellikle de bu grup içinde yer alan Dorothea Lange’dan (1895965) etkilendiklerini söylemekteler. Hine’nın 1910’larda yaptığı çalışmalar çocukların çalıştırılması konusunda yasaların çıkmasını, Lange’ın 1930’ların ortalarında yaptığı çalışmalar ise göçmen işçiler için yeni kampların inşa edilmesini sağlar. FSA fotoğraf grubu, Büyük Bunalım’ın yoksullaştırdığı çiftçilerin yaşam koşullarını görüntüleyen devlet adına çalışmalarda bulunan bir yapılanmadır. Bu fotoğraflar dergi ve gazetelerde yayımlandıkça büyük bir kamuoyu yaratır ve Roosevelt’in New Deal (Yeni Düzen) politikalarının desteklenmesine yol açar. Ayrıca fotoğrafçılar, Eugene (Gene) Smith, Paul Strand, Henri CartierBresson ve Robert Capa’dan da etkilendiklerini belirtirler. FOTOĞRAFLAR ÖLÜMSÜZDÜR... Söz konusu belgesel fotoğrafçıların çalışmalarına baktığımızda; bunların özellikle dergilerde yer aldıklarını, çoğunun kitap haline getirildiğini, bir kısmının müzelerde geçici ya da sürekli sergilendiklerini, bazı projelerin de çeşitli üniversite burslarından ve kuruluşlardan sağlanan parasal desteklerle gerçekleştiğini görmekteyiz. Ancak çok sayıdaki fotoğrafçının üzerinde durduğu konulardan biri dergilerin çoğunun ticari kaygılardan dolayı artık belgesel fotoğrafa ilgi duymamaları, satışlarını artıracak fotoğrafları talep etmeleridir. Bu da beraberinde hem insanların bu önemli görüntüleri görmekten yoksun kalmalarına hem de fotoğrafçıların çalışmalarını finanse etmede ve yayınlamakta zorluk çekmelerine neden olmaktadır. "Ama bizler bunları televizyon ekranlarında görmekteyiz" şeklinde bir yorum yapılabilir. Bu yorumun yanıtını Mary Ellen Mark’a bırakalım: "Durağan fotoğraflar televizyondaki görüntülerden çok farklıdır. Fotoğraflar ölümsüzdür. Gerçekten bazıları ikonlaşabilirler. Örneğin CNN’de çok başarılı bir video görebiliriz, fakat bunu yalnızca bir kez görürüz" (s.82). Her şeye rağmen kişisel tanıklıkları doğrultusunda dünyada neler olup bittiğini kendi gözlerinden ışık aracılığıyla kâğıda aktaran ve bir anlamda öykü anlatıcıları diyebileceğimiz bu belgesel fotoğrafçılar, farklı toplumsal katmanlardan gelseler de, serüvenleri birbirlerinden farklı olsa da, ortak noktaları toplumsal sorumluluk olduğu için, bizlere hayatımızın gidiş yönünü sorgulatmaya katkıda bulunmaya devam etmektedirler. ? Çağımızın Tanıkları; Belgesel Fotoğrafçılar Anlatıyor/ Ken Light/ Çeviren, Şerife Tekin, Ceren Özpınar/ Fotografik Vizyon Yayınları/ 2006/ 206 s. (*) (*) Sınırlı sayıda basılmış olan kitap Fotoğraf Vakfı adresinden istenebiliyor. SAYFA 21
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear