Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? mesi, bunun kadar olmasa da yine kulağı rahatsız eder ki bunun bazen çok çirkin örnekleri vardır ("Tek geçim", "Hiç canı", "Tok gözlü" vb). Bunun yanı sıra, edebiyat metinlerinde cümlelerin (örneğin "...yordu" ya da "...mişti" gibi) hep aynı yüklem ekiyle sonlandırılmamasına, edebiyat dışı metinlerde de (hep "...dır" ya da "...dir"le biten formel anlatımlarda) iki düzgün cümlenin ardından bir devrik cümle kurarak, monoton metne biraz hareket getirmeye çalışmak gerekir. Ve yine, bu bağlamda da gereksiz öz Türkçe kullanımından kaçınmak gerektiğini söylemek istiyorum. Çünkü okuyucunun sözel belleğinde çok iyi yer etmemiş sözcükler, ancak bunların anlamının düşünülüp, daha çok bilinen sözcüklere beyinde çevrilmesiyle tam yerini bulur ve bu da metnin anlaşılmasını ve kavranmasını yavaşlatır. Örneğin acemi bir piyanist bir müziğin notalarını düşüne düşüne çalıyorsa bunu dinleyen birisi bu çalınan müziğin, diyelim ki Beethoven’in Für Elize’si olduğunu çıkarabilir; ama bundan, normal hızında çalınan bir Für Elize kadar zevk alması söz konusu değildir. İyi çevirmenlik için Türkçe’yi "doğru kullanmak" yetmez; "iyi kullanmak" gerekir ki, bu ikisi tam aynı şey değildir. Düşünün ki bir şoför arabayı doğru kullanıyor ama, hız yapması gereken yerde yapmıyor, ustaca sıyrılıp geçmesi gereken bir yerden geçemeyip trafiğin duraklamasına yol açıyor. Öte yandan, iyi şoföre benzeyen iyi çevirmense dilinin esnekliği ve kıvraklığıyla metinde gereken akıcılığı sağlar. Usta bir şoförün kullandığı bir arabayla yolculuk yaparken arabayı ve sürücüsünü unutup çevrenin doğal güzelliğini duyumsayabilir, kitap bağlamındaysa, okuduğunuzdan zevk alabilirsiniz. Fakat ustalıktan uzak bir şoförün kullandığı, tekeri boyuna çukurlara giren bir arabayla giderken dikkatiniz araca ve sürücüsüne yönelir, bu yüzden çevreyi zevkle seyredemez, yani kitap bağlamında da, dikkatiniz aslında bir araç olan dile yöneleceğinden, kitaptan zevk alamazsınız. İyi çevirmen, yazarla okuru baş başa bırakıp aradan yok olmalı, hiç fark edilmemelidir. Eğer çevirmen fark ediliyorsa bunun iki türlü nedeni vardır: Ya okuyucu, doğru dürüst anlaşılmayan, isabetsiz seçilmiş sözcüklerle dolu, yahut kötü Türkçe ya da kulağı rahatsız eden bir dil yüzünden, taşı bol bir pilav yemiş ya da çukuru bol bir yola girmiş hissine kapılarak "Kim çevirmiş ulan bunu?" deyip kitabın kapağına bakar; ya da çevirmen Türkçe metne kendinden, okuyucuyu yadırgatacak kadar çok şey katmıştır. Örneğin Can Yücel’in yaptığı çevirilerde Shakespeare’in ağzından "Kötüler Yemen’e kadı olmuşsa" sözcüğünün çıkması gibi bir garabetle karşılaşıldığında bu, Can Yücel’in okuyucuyla Shakespeare’in arasına girmesinden ve hem Shakespeare’e hem de okuyucu haklarına tecavüzden başka bir şey değildir. İyi çevirmeninse varlığı hiç hissedilmez. Bunu içine sindiremeyen, yani mutfaktan hiç çıkmamayı kabullenemeyenler çeviriyi bırakıp kendi kitaplarını yazmayı denemelidir. ‘ANLAM EŞLEŞTİRMESİ’ Bunu derken, Nurullah Ataç’ın ‘anlam eşleştirmesi’ görüşüne, yani "bu yazar Türk olsaydı bunu nasıl söylerdi" diye düşünmek gerektiğine yürekten katılıyorum. Ama bunu yaparken, yabancı bir yazarın ağzında yadırganacak (örneğin "gidinin hayınları" gibi) söylemlerden kaçınmak gerekir. Aksi takdirde yine burada da çevirmen kendi sözel tercihiyle, okurla yazarın arasına girmiş olacaktır. Çeviride kimi zaman dili özellikle bozmak gerekebilir; dili düzgün kullanması beklenmeyen cahil insanların, çocukların, psikolojik şok geçirmiş kişilerin ağzından düzgün bir Türkçe çıkmasının, çevirmen ustalığından yoksun olmaktan başka bir açıklaması yoktur. İyi bir çevirmen, "Bu durumda bizde ne denir?" sorusunu sormalıdır hep kendine. Örneğin yabancı bir romanda, dükkâna giren bir müşteriye tezgâhtar "How can I help you?" diyor. Bunun mota mot çevirisi "Size nasıl yardımcı olabilirim?"dir; ama bizim ülkemizde, sıradan bir dükkânın sorumlusu müşteriyi hiçbir zaman böyle bir hitapla karşılamaz. Bu durumda genellikle söylenen, CUMHURİYET KİTAP SAYI "Buyurun" ya da "Buyurun efendim"dir. (Nişantaşı gibi yerlerdeki lüks mağazaların züppe tezgâhtarları hariç; kaldı ki onlar da Amerikan filmlerinin kötü çevrilmiş altyazı ya da dublajlarından kapmıştır bu lafı.) "Good morning" deyişini nasıl, "İyi sabahlar" olarak değil de, bizim dilimizde bu durumda söylenen "Günaydın" diye çevirmek zorundaysak, "How can I help you"yu da "Buyurun efendim" diye çevirmek zorundayız. "Dozens of people" deyişinin sözlük karşılığı da "Düzinelerce kişi" olabilir. Ama bunun dilimizdeki tam karşılığı "Onlarca kişi"dir. Okuyucuların önüne "çeviri kokan" yapıtlar koymamak için, Türkçe metin belli zaman aralıklarıyla tekrar tekrar okunmalı ve her seferinde, "Bu durumda bizde ne denir?" sorusunun karşılığı aranarak bu tür tuhaflıklar düzeltilmelidir. Çeviri yaparken kullandığımız şey, kişisel olarak biriktiregeldiğimiz kültürdür. Çevirmen, en azından çevirdiği konuda kültür sahibi ve o konuya vâkıf olmalıdır. Örneğin felsefi bir pasajı çeviren, ama konuya vâkıf olmayan çevirmenin yaptığı şey, karanlıkta resim yapmaya benzer. Aynı metnin farklı çevirmenlerce yapılan çevirilerinde çok farklılık olabilir mi? Aslında böyle bir durumda iki metin arasındaki fark ancak, bir konçertonun I Musici yerine Leipzig Gewandthaus orkestrası tarafından çalınması kadar olmalıdır. Ama gerçeğin böyle olmadığı, farklı kişiler tarafından, hem de yakın zamanlarda yapılan çevirilerde büyük farklar olduğu görülüyor ve bunun da, yanlış çeviri ya da konuya vâkıf olamamaktan kaynaklanan niteliksiz çeviriden başka bir açıklaması yoktur. Şiir çevrilir mi? Edebiyat çevrelerinde çok tartışılmış ve hâlâ tartışılan bir konudur bu. Bir söz dizme sanatı olan şiirde, anlam ve söylemden öte bir de sözel armoni vardır ki, şiirin, yaratıldığı dilde taşıdığı armoninin başka bir dilde aynen kurulmasının çok zor olduğu kesindir ve başka bir dile çevrilen şiirin şiirliğinden, daha doğrusu "o şiir"liğinden bir şeyler yitirmeyeceğini söylemek olanaksızdır. Fakat öte yandan, bugüne dek taa Latin ozanı Vergilius’tan Japon haikularına kadar, çevrilmiş ve insanlığın ortak kültür mirasına katılmış binlerce şiir varken, bunların aslında çevrilemediğini savunmak da mümkün değildir. Her kitap ya da her metin Türkçeye çevrilemeyebilir. Örneğin bizim halkımızın yabancısı olduğu Hıristiyan dinsel temalarının ya da bunlara dayalı göndermelerin çok yoğun olduğu edebiyat yapıtlarının çevrilmesiyle çıkan ürünlerin okuyucu tarafından yeterince kavranamaması, sonuç olarak da beğenilmemesi kuvvetle muhtemeldir. Yahut rugby, beysbol gibi, bizim hiç bilmediğimiz oyunlara dayalı edebiyat yapıtlarını da çevirmek tatsızdır; çünkü nasıl bizde Avrupa futbolundan kaynaklanan bir alt kültür ve bunlara dayalı (ofsayta düşmek, doksandan girmek, ters köşeye yatırmak gibi) deyimler varsa Amerikan toplumunda da bunun eşdeğeri bir alt kültür ve deyimler vardır ve bunların yoğun olduğu bir edebiyat metnini layıkıyla çevirmek (yani kullanılan deyimlerin anlam, ima ve çağrışım yönünden eşdeğerini bulmak) çok zor olduğu gibi, sonuç ürünün okuyucuyu sarması da pek olası değildir. Tersinden bakarsak bu durumu daha net görebiliriz. Örneğin ‘pehlivan tefrikası’ denen türden öykülerin yabancı dile çevrilmesi durumunda bunu okuyan yabancıların bundan zevk yahut heyecan duyacağını ya da Tansu Çiller’in yaptığı yolsuzlukları anlatan bir kitabın yabancılarda bizdeki kadar ilgi uyandıracağını düşünebilir miyiz? Öte yandan, Orhan Kemal gibi, bizim edebiyatımızın bir devi neden yabancı dillere çevrilmiyor? Çünkü bizim Orhan Kemal’de hayran kaldığımız şey, onun halkımızı çok iyi gözlemlemiş olması, halktan kişilerin tavırlarını, şivelerini, düşünme tarzlarını, "turnayı gözünden vurmuş" dedirtecek kadar ustaca betimlemesi ve bunla841 şan bireylerden oluşan göçebelerin dilinde, rın da o kişilerin bizim kafamızdaki imgesine farklı şeyleri ifade etme, yani yeni sözcükler çok güzel bir şekilde denk düşmesidir. Yani türetme gereksinimi, yerleşik toplumlara göre Orhan Kemal bizim için çok büyük bir rodaha seyrek ortaya çıkar. İkinci nedense mancıdır ama, tüm dünyaya hitap edebilecek Türkçenin Batı dillerine göre daha az yazılmış bir evrensellikten yoksundur. olmasıdır. Türkçede yazılı edebiyat geleneği Öte yandan, Türkçeye çevrilecek bir kitaBatı’ya göre çok yenidir.) Sözcük sayısının az bın da tümü çevrilemeyebilir. Örneğin yabanolması, ifade olanağının kıt olması demektir cı bir dildeki sözcüklerin bizzat kendisiyle ilve Batı dillerinden Türkçeye çeviri yapanlar o gili düşünceler ya da sözcüklerin benzerlik ve dillerde ifade edilen şeyleri Türkçeye "sığdırçağrışımlarına dayalı düşünce yahut espriler mak" zorundadır. çevrilemez; çünkü bu sözcüklerin dilimizdeki karşılığının da aynı yapıyı, benzerliği ya da UZUN CÜMLELER... çağrışımı göstermesi hemen hemen olanaksızdır ve bu durumda bu pasajların çevrilmeyip İkinci zorluksa, Türkçenin HindoCermen atlanması daha doğrudur. Özellikle, bir ededillerinden olmamasından kaynaklanır. Batı biyat metninde bunların ille de çevrilmesinde dillerinde kurulan cümlelerin ifade sırası "özısrar edilirse, Türkçe metinde ortaya çıkan neyüklemnesneyan cümleler", Türkçeninanlamsızlığı bir dipnotla açıklamak gerekecek kiyse "özneyan cümlelernesneyüklem" şekve "yazarın burada kullandığı sözcük ‘...’dır; lindedir. Bu durumda, batı dillerindeki ifade bu da ‘...’ anlamına gelen ‘...’ sözcüğüyle çağsırasını tersine çevirme gereğinin yanı sıra rışım yapmakta ve. . ." falan gibi, bir edebiyat başka bir sorun daha belirir: Batı dillerinde metnine hiç uygun olmayan, okuyucuya hiçyan cümleler en sondadır, yani cümlenin tabir şey vermediği gibi, onun yapıta konsantmamlanmış anlamını geliştiren öğeler halinrasyonunu bozmaktan başka bir işe yaramadedir ve bu yüzden, cümle ne kadar uzun olsa yan gereksiz lafların araya girmesine yol açada okuyucunun kafasında bir anlam boşluğu caktır. Bir tiyatroya gittiğinizi, oyunun çeviryaratmaz. Ama Türkçede yan cümleler özneymeninin de dinleyiciler arasında oturduğunu le yüklemin arasına girdiğinden, cümle uzave zaman zaman sahneye çıkıp oyunu durdudıkça, anlamı tamamlayan iki ana öğenin arararak "Bir dakika; yazar aslında burada şöyle sında bir kopukluk oluşur ve çok uzun cümdemiş ama, ben burada mecburen şöyle delelerde okuyucu bazen özneyi unutup cümlemek zorunda kaldım. Evet, buyurun oyuna nin başına dönmek zorunda kalabilir. Bu yüzdevam edin" deyip yerine oturduğunu bir düden, Türkçemiz uzun cümlelere pek elverişli şünün. . . değildir. Aşırı derecede uzun cümleleri, okuÇeviri yapmak zor bir iştir ve bu zorluk yucuyu zorlamamak adına, uygun bir yerinhem nitel hem de nicel anlamdadır. Nitel anden bölmek gerekir. lamda, daha önce söz ettiğimiz dört aşamanın Benim kanımca, hemen hemen her çeviryahut on basamağın en üstüne dek tırmanmene sorulmuş bir soru vardır: "Kendi kitamak, titizce ve nitelikli bir beyinsel çaba gebını ne zaman yazacaksın?". . . Diğer çevirrektirir. Nicel yönden ise, aylar boyu her gün menler adına konuşamam ama bence çevirbelli bir miktar sayfanın çevrilmesi, düzeltilmenlik, yazarlığın hazırlık sınıfı, yazarlığa bir mesi çok disiplin atlama taşı ya da yazarlığın sulandırılmış gerektiren, uzun hali falan değil, yazarlıktan bağımsız, ayrı süreli, maraton gikendi başına bir uğraştır. “Çeviri yapmak zor ve Ama bi zorlu bir uğraşbu sorunun altında gizlenmiş bir iştir ve bu zortır ve bu konuda ima, asıl önemli olanın çevirmenlik değil luk hem nitel hem yeterli heyecan yazarlık olduğu, dolayısıyla da, yazarlığın duymayan kişilere çevirmenlikten daha zor olduğudur ki, de nicel anlamdabıktırıcı gelebilir. bu yargıyı tartışmakta yarar var. Yazarlıdır. Nitel anlamda, Çeviri yapma(örneğin bir roman yazmanın) zorludaha önce söz etti ğın nın zorluğundan ğuyla çevirmenliğin (yani o romanı çevirğimiz dört aşamasöz edince hemen menin) zorluğu birbiriyle aynı türden denın yahut on basa ğildir ve kıyaslanamaz. Yazarlığın zorluakla, buna bir de Türkçenin eklediğu kelimenin gerçek anlamıyla bir zorluk mağın en üstüne ği zorluklar gelidek tırmanmak, ti değildir. Bir romanı kurgulamak, olmayor elbette. Bu tanık olunmamış bir olayı zihinde tizce ve nitelikli bir mış, zorluklardan ilki, kurarak bunu sanatsal, estetik bir nesne beyinsel çaba geTürkçenin sözcük haline getirebilmek bir yaratıcılıktır. Yarektirir. Nicel yönsayısının Batı dilpabilen için belki nefes almak kadar kolerinin yaklaşık den ise, aylar boyu lay olabilen bu edim, yapamayan içinse üçte biri kadar olyapılması tamamen olanaksız bir şeydir. her gün belli bir masıdır. (Benim Yani çevirmenliğin zorluğu, zorluk sözmiktar sayfanın kanımca bunun cüğünün birincil anlamı olan "başarılmaçevrilmesi, düzeltil sı güç"e tam uyan, tırmanması güç bir nedenlerinden bimesi çok disiplin rincisi, Türkçenin yokuşun, yazarlığın ‘zorluğu’ dediğimiz göçebelikten yerşeyse, bu sözcüğün asıl anlamından ziyagerektiren, uzun leşikliğe Batılılarde, ‘yapılabilir’le ‘yapılamaz’ arasındaki süreli, maraton gidan daha geç geçuçurumun karşılığıdır. bi zorlu bir uğraştır aşılmaz miş bir halkın dili Yazarlık bu anlamda ‘zor’dur. Fakat ve bu konuda yeolmasıdır. Dar bir öte yandan yazar kendi sözünü, kendi terli heyecan duyinsan çevresinde içinden geldiği gibi, kendi dilediği şekilyaşayan ve hepsi mayan kişilere bık de söyler ve bu, yazar için görece bir özhemen hemen aygürlüktür. Çevirmense, başka birinin sötırıcı gelebilir. ” nı şeylerle karşılazünü, üstelik onun söylediği şekilde, ama sanki kendisi söylüyormuş gibi söylemek zorundadır ve salt bu yönden bakılırsa, çevirmenlik yazarlıktan zordur. Yazar bir mimara, çevirmense o mimarın sanatsal eseri olan mimari projeyi uygulayan inşaat mühendisine benzetilebilir. Zaten çevirmenlik, yabancı dildeki bir yaratıya en uygun ‘yapıyı kurmaya’ dayalı bir dil mühendisliğidir ve bu benzetme, "Çevirmen sanatçı mıdır?" sorusunu da yanıtlamaya yarayabilecek bir örnektir. Çevirmenler için en doğru niteleme "sanatçı" değil, mühendis kavramını da kapsayan, daha genel bir "teknisyen" nitelemesidir. Çevirinin yalnızca teknik yönleriyle sınırlı kaldığım bu denemede çevirinin hep zorluklarından söz ettim. Ama çeviri yapan ve bundan heyecan duyan kişiler içinse çevirmenlik dünyanın en zevkli işidir. Su olup, akıp gidiyormuşsunuz gibi bir duygu verir insana ve karşılaşılan güçlükler de, bir akarsuyun, üstünden aktığı taşlardan öte bir şey değildir. ? ? SAYFA 23