24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

? rıyı da beraberinde getirir. Koltès, Jean Genet ve Quai ouest’i çevirecek olan Heiner Müller ile karşılaşır. Senegal’e yaptığı yolculuk ve La fuite à cheval très loin dans la ville’in Editions de Minuit’de yayınlanması aynı tarihe rastlar. Nickel Stuff adlı bir senaryo ve Quai ouest adlı oyunu yazar. Quai ouest, Patrice Chéreau tarafından La ComédieFrançaise’in işbirliğiyle sahnelenir. Tabataba ise, Avignon Festivalinde, Hammou Graïa tarafından Isaach de Bankolé ile sahnelenir. Tabataba, sinemaya uyarlanır ve Togo’da 1990 yılında François Koltès tarafından gerçekleştirilir. Dans la solitude des champs de coton, Le Théâtre des Amandiers’de, Patrice Chéreau tarafından sahnelenir. Koltès bir yıl sonra Shakespeare’nin Le conte d’hiver adlı oyununu uyarlar. Oyun, Luc Bondy tarafından Le Théâtre des Amandiers’de sahnelenir. Bunu Patrice Chéreau’nun sahnelediği Retour au désert izler. 1988 yılında Koltès, Roberto Zucco’yu tamamlar. Claire Denis ile birlikte Guatemala ve Lizbon’a gider. Bir senaryo yazmaya başlar, ancak sağlığı buna engel olur, Fransa’ya dönmek zorunda kalır. 15 Nisan 1989 tarihinde, Laennec hastanesinde AİDS’ten ölür. BERNARDMARIE KOLTÈS VE OYUNLARI Koltès’in oyunları, birbirini izleyen küçük çatışmalardan oluşur. Bu küçük çatışmaların bir bütünlüğü vardır, ancak Koltès oyunun başında bunun hangi bütünlük olduğunu bilemez. Küçük şeyleri birbirine bağlayan bir gerçekliğin arayışındadır. Ona göre, yaşamda da aynı şey vardır. Olayların birbirini izlemesi. Tüm örneklerini yaşamdan alır ve daha sonra bir öykü icat eder. Koltès’in biçeminin en önemli özelliği monologdur. Kişilerine monolog yazmadığında, o kişinin kim olduğunu bilemez. Roberto Zucco’da, Zucco’nun monologu, "Koltès’in gize yanıtıdır. Zucco bir giz olarak kalır; büyüleyici bir katil ve mutlak bir giz. Roberto Zucco, 1990 yılında, Peter Stein tarafından Berlin’de sahnelenir. 1991 yılında, oyun Fransa’da, Villeurbanne’da, Le Théâtre National Populaire’de sahnelendiğinde, tartışmalara neden olur. Bruno Boëglin tarafından sahnelenen oyun, Chambéry’de yasaklanır. Çünkü bir polisi öldüren gerçek Roberto Zucco, Chambéry kökenlidir. Ancak Koltès bu yasaklamayı ölümünden önce sezinlemiş ve yanıtını hazırlamıştır bile: "Yüce bir öykü, çok yüce. Evet bir katil. Bana bir katili ya da bu tür şeyleri övdüğümü söylediklerinde, çünkü bunu soracaklar, onun örnek bir katil olduğunu söyleyeceğim" diye yazar. Monolog, Koltès için, kaçınılmaz bir gerekliliktir. Tüm oyunları monolog etrafında döner. İlk oyunlarında, diyalog yoktur, yalnızca monolog vardır. Gerçek diyalog, filozofların yaptığı gibi, her zaman bir kanıtlamadır, ancak dolaylı bir kanıtlama. Kişilerden her biri yanındakine yanıt verir ve böylece metin dolaşır. Bir durum bir diyalog gerektirdiğinde ise bu diyalog, birlikte varolmaya çalışan iki monologun karşılaşmasından başka bir şey değildir. Koltès’e göre tiyatro yaşam değildir. Bunun böyle olmadığının söylendiği tek yer de yine tiyatrodur. Koltès bir habercidir. Hem çağdaş mutsuzluğu, hem de ona karşı koyma gücünü, gençliğin karakteristik bir mücadele biçimini haber verir. Diğer yandan da, "yalnızlıkları, cinselliği ve arzu sorununu" çağrıştırır. Herkes kendi gücü ölçüsünde karşı koymalıdır. İnsanların kendilerini yalnızlığa ve doyumsuz arzuya terk etmemelerini isterken, hiçbir şeyi de kolaylaştırmaz ve iç açıcı hiçbir yanıt vermez. Tüm metinleri yeni sorunlara açılır. Her şeye karşın, onu işitenler kendilerini mücadele etmek için daha güçlü duyumsar. Kişileri birbirleriyle çarpışır; kendilerini çevreleyen dünyaya çarpar; yine de mücadele ederler. Oyunlarında, genel anlamda, ortak dilin kısıtlandığı ve daraldığı bir dünya yer alır. Gençler kodlar uydurur, çok sayıda insan yansımalarla fakir bir dil kullansa da, dilindeki zenginlikle geniş kitlelere ulaşmayı başarır. Okurun/seyircinin karşısında kavranması güç bir yaşam ve çözmesi güç bir yapıt vardır. Yaşamı ve yapıtı tüm içtenliğiyle birleştirir. Sahnenin dünyayı anlatabileceğini savunur. Ne izlekleriyle, ne kişileriyle, ne de kullandığı uzamlarla Fransız’dır. Ondaki temel izlek iyi bir yer arayışıdır. Kişileri bir yer ya da insan arar, bir yerlerde yerlerini bulmayı denerler. CUMHURİYET KİTAP SAYI Bu yer, her zaman başka bir yerdir. Evleri yoktur. Tiyatrosunu karamsarlıktan kurtaran şey, kişilerin arayışlarını sürdürmeleridir. Girişimleri boşunadır, içinde bulundukları durumdan çıkmak güç olsa da. Le retour au désert adlı oyununda bu durumu ortaya koyar. La solitude, oyunlarının ikinci dönemi olarak adlandırılan çevrimin zirvesinde yer alır. Bu bir solilog ve monolog dönemidir. Oyun, iki kişilik felsefi bir diyalogdur. Tiyatrosunun en önemli izleklerinden birisi de yalnızlıktır. İnsanlar bir aradayken bile yalnızdır. İki kişinin birlikte yaşaması, yalnızlık korkusudan kaynaklanır. Bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklar: "Akşam eve dönmek ve evde birini bulmak, ben birini bulmak için akşam dışarı çıkmayı severim. Yalnızlık bu değil, daha da içsel bir şey. Birlikte yalnız olunabilir, insanlık tamamen yalnız. Yalnız doğulur, yalnız yaşanır ve yalnız ölünür". Ona göre, yönetmenin gösteriyi ve yazarın da oyunu tasarlama biçimi farklıdır. Yazarken hep yalnızdır. Sahnelemeye karışmaz. Metinlerini ek bir çalışmayı ve son bir düzenlemeyi gerekli kılacak şekilde tasarlar. Tüm amacı, oyun yazarlığına eski saygınlığını yeniden kazandırmaktır. 1988 yılında tamamladığı Roberto Zucco, vasiyet niteliğinde bir oyundur. İlk olarak 1990 yılında, ölümünden bir yıl sonra sahnelenir. Oyunun VIII. Sahnesindeki monolog, Koltès’in düşüncelerinin aynasıdır : "Gitmek istiyorum. Hemen gitmek gerekiyor. Gitmem gerekiyor, çünkü öleceğim. Kimse kimseyle ilgilenmiyor. Erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere gereksinimi var. Ancak aşk yok… yeniden dünyaya gelsem, daha az mutsuz olmak için köpek olmak isterdim. Sokak köpeği, çöpleri karıştıran bir köpek, o zaman beni hiç kimse fark etmezdi…Öyle sanıyorum ki, sözcükler yok, söyleyecek hiçbir şey yok. Sözcükleri öğretmekten vazgeçilmeli, okulları kapatmalı ve mezarlıkları genişletmeli. Ha bir yıl, ha yüz yıl, aynı şey: Er ya da geç hepimiz ölmek zorundayız". Koltès’in oyunlarında uzam, belirsiz, terkedilmiş, tanımlanamaz, merkezden uzak bir yerdir ve her zaman karanlıktır. “Derin gece”, “alaca karanlık” ve “karanlık”, bu sözcükler çok anlamlıdır. Sahne üzerindeki eylem, oyunun yalnızca görünen konusudur. Gerçek konu, çevremizde hep duyumsadığımız, ancak bir türlü ulaşamadığımız, ulaşamayacağımız bir yerde, gücümüz dışında, karanlıkta, gölgede, gecenin zifiri karanlığında, sınırsız uzamdadır. Sahne üzerinde olup biten olayların ve eylemlerin nedeni gözümüzden kaçar. Bu nedeni kısmen ya da belirsiz bir şekilde bilebiliriz. Sahne üzerinde hareketi sağlayan sözdür. Eylem başka yerde geçer. Sahne üzerinde yalnızca sonuçları vardır. Bir durumdan değil, düzensiz öğelerden, tamamlanmamış verilerden söz edilebilir. Sahnenin ve ışığın sunduğu her şey, parça parçadır, tuzaklarla doludur, aldatıcıdır. Sahnede, ışıkta yaşam yoktur. Gerçek yaşam yoktur. İşte bu yaşam karanlıktadır, gecededir. Bu gerçek yaşamı, yakalanamaz bu karalıkta arar dururuz. Gerçek konu sunulan çerçevenin dışındadır. Seyirci bir oyunla karşı karşıyadır. Gerçek yaşamı düşlemekten ve onu sahne üzerinde sunulan dağınık ve zaman zaman da tutarsız parçalardan yola çıkarak yeniden oluşturmaktan başka bir şey yapamaz. İşte Koltès oyunlarında, seyirci karanlıktan çıkan kırıntıları bir araya toplamaya çalışırken, bütünün büyük bölümü bilinmezliğini korur. Koltès, oyunlarında üç birlik kuralını yeniden keşfeder. Ancak farklı nedenler için. İşe zamansal ve uzamsal sıçramalarla başlar, sonunda tiyatroda zamanın zorunlu olarak çizgisel olması gerektiğine ve nedensiz dekor değişikliği yapılamayacağına inanır. Amacı, yeniden klasik kurallara sıkışıp kalmak ya da üç birlik kuralını keyfi bir kural yapmak değildir. Bu kuralları farklı bir şekilde uygulamaya hakkı olduğunu düşünür. Koltès’in tiyatrosu kıpır kıpırdır. İnsanın başı döner. Dolaşılır, değiş tokuş yapılır, duvarlara çarpılır. Kentlerin, çöllerin, hapishanelerin, imgelerin ve sözcüklerin labirentine girilir. İnsan ne yapacağını bilemez; şaşırıp kalır. Her katta önemli bir şey bulmak için kıpırdanır ama boşuna. Dili, insanları, zamanı ve uzamı kapsar. Fabllerde, kişilerin yolculuklarında, hatta yazı eyleminde devinim bir takınaktır. Yazı bir kıpırtı oluncaya kadar yerinde sayar. Her şey bir baskıyla başlar. Görünür ya da 839 görünmez bir güç bireyi boğar. Kaçmaya mecbur eder, yukarıdan ya da yerden gelen iki güç arasında sıkışıp kalır. Zaman zaman birinin, zaman zaman da diğerinin altında ezilir. Gerçek ve fantasma birbirine karışır. Koltès, bir tiyatro seyircisi olarak farklıdır. Sahne üzerinde ışıklar söndüğünde salonu terk etmek ister. Işıklar yanar, kişiler tartışır. Işık söner, döşeme gıcırdar, makineler gürültü yapar, müzik başlar, ancak burada hiçbir şey olmaz. Seyirci bekler. Işıklar yeniden yandığında, uzam farklı kişiler aynıdır, ya da kişiler farklı uzam aynıdır. Aradan ne kadar sürenin geçtiğini öğrenmek için, iki ya da üç repliğe gereksinim vardır. Seyircinin bir sonraki karanlığa kadar, öyküyle ilgilenmesi gerekir. Bu korkunç bir şeydir Koltès için. İşte bu yüzden sinemaya gitmeyi daha çok sever. Oyunlarında, güldürmenin yanında kaygılandırmayı da amaçlar. Örneğin, Le retour au désert ‘de, komedi olmayan bir konuyu ele almasına karşın, bir komedi yazar. Türün kurallarına boyun eğmek zorunda olmadığını da ekler. Aile, miras, evlilik dışı çocuklar ya da para öyküleri seyirciyi güldürmek için ideal konulardır. Genel anlamda batılıların, daha doğrusu Fransızların beniçinciliğini, tutuculuğu, küstahlığı ve özellikle de kötülüğü anlatmak ister. Göründükleri kadar basit olmayan şeyler üzerinde yoğunlaşır. Başlangıçta olmasa da, daha sonraki yıllarda yazmaktan büyük bir zevk alır. Daha hızlı yazar, yazdıklarını okur. Metin üzerinde çalışır. Kısacası gerekli olduğu için değil, zevk aldığı için yazar artık. Oyunlarında bir mesaj vermeye çalışmaz, bir politik niyeti de yoktur. Tiyatro politik düşünceleri yaymak için bir kürsü değildir. Bu durumu ironik anlamda ele almak yerinde olacaktır. Kadınlar, erkekler ya da hayvanlarla ilgili olarak söylenen her şey ironidir. Tiyatro bir oyundur ve bu nedeledir ki iyi yazılmak BernardMarie Koltès zorundadır: Çünkü sonuçta bir zevktir. Dilin, oyunlarındaki kişiler için bir yük olduğu söylenebilir. İşte tam bu noktada ortaya sözcüklerin anlamı sorunu çıkar. Bir sözcüğün olduğu şekliyle anlamı yoktur. Bir anlamın ortaya çıkması için sözcüklerin, ritmin ve bir müziğin birlikteliği gereklidir. Müzik anlam üretir. Ancak, bir sözcük tek başına yalnız kalır. Bir anlamı kesin olarak belirlemek için, çok sayıda sözcüğe gereksinim vardır. Konuşma dili önemlidir. Yaşam doğası gereği Koltès’e uygun değildir. Yaşam ona göre muhteşem bir şey de değildir. Ne var ki, onu durdurmak için yeterli nedenleri yoktur. Yaşamı olağanüstü bir şekilde yaşamaz. Küçük bir şeydir, yaşam. Yaşar, hepsi bu. Kişileri söz konusu olduğunda yazgıya inanmaz. Yazgıdan ancak olağanüstü bir yazgı söz konusu olduğunda söz edilebileceğini söyler. Oysa kişilerinde herhangi bir olağanüstülük yoktur, sıradan insanlardır onlar. Yaşama arzusuyla doludurlar, ancak engellenirler. Kavga ve dalaşmalar, bizleri çevreleyen engellere gönderme yapar. İnsanları oldukları gibi kabul eder, küçümsemez, önyargılı değildir, başkalarını tanımak için can atar. Koltès, tiyatrosunu iki insanın ölümüne mücadele ettiği bir boks ringine benzetir. Bu imge, yazarın oyunlarındaki atmosferi mükemmel bir şekilde yansıtır. Metinlerin merkezinde, belirsiz bir öteki dünyanın arayışında dünyalarının sınırlarını umutsuzca zorlayan başkişiler vardır. Koltès, bu kişilerinin atılımlarını büyük gizemcilerinkiyle karşılaştırır. Çabaları, bu başkişileri karşıgizemci başkişilere dönüştüren yıkıcı bir güç oluşturur. Bu aykırı davra nış, gizemli bir şekilde siyahların varlığına bağlıdır. Koltès siyahların kendisini büyülediğini ve oyunlarında Afrikalılara yer verdiğini söyler. Afrikalı, varlığıyla kuşku uyandırır. Acaba bu Afrikalı eski kolonilerin bir simgesi midir ve Fransızlara geçmişlerini anımsatmak için mi oradadır? Maarten Van Buuren bu soruyu şöyle yanıtlar: "Kuşkusuz, bu geçmişe gönderme bir rol oynar ve hatta önemli bir rol. Çünkü Koltès, bazı kadın başkişilerin öykülerini ulusal ve koloni tarihiyle birleştirir. Ancak, bu durumu koloni karşıtı bir mesaja indirgemek haksızlık olacaktır. Afrikalı bölümleri yapıtın bütününe yayılan bir miti simgeler." Bu ise yerinden yurdundan edilen Afrikalı mitidir. Afrikalı ebeveynlerini bilmez, ebeveynleri de onu tanımazlar. Baba ve oğul arasındaki bu kopukluk, oyunlarda bir çok kez, babanın öldürülmesiyle doruk noktasına ulaşır. Örneğin ebeveynlerini öldüren Zucco, Koltès’in gözünde mitik bir başkişidir. Afrikalılar yerinden yurdundan edilmiştir, çünkü onlar, yabancı koşullara uyum sağlamayı öğrenenlerin oluşturduğu bir ırktır. Bu durum Prologue’da bir eğretilemeyle dile getirilir: " Elbetteki, vahşi bir bitki hoyratça kesilir ve yabancı bir toprakta kök salması istenirse, bunu reddeder ve sararıp solar". Afrikalı başkişiler, diğerlerinden ayrıcalıklı ve yarı mitik statüleriyle ayrılırlar. Koyu derileri bir ülkünün ya da bir karşıülkünün simgesidir. Afrikalılar, oyunlarda, pek konuşmazlar. Kendilerini çevreleyenler, özellikle de kadınlar için sohbet konusudurlar. Sustukça daha da güçlenirler. Her yerde varolan bu sessiz güç, Afrikalılara gizemli bir boyut kazandırır. Koltès’in klasik tiyatro konusunda da düşünceleri vardır: "Bugün bir yönetmen, Shakespeare, Çehov, Marivaux ya da Brecht arasına günümüz yazarlarından birisini yerleştirdiğinde, çağımızla uyum içinde olduğunu sanıyor. Yüz, iki yüz ya da üçyüz yaşındaki yazarların günümüz öykülerini anlattıkları doğru değil. Her zaman eşdeğerlikler bulmak olanaklı, ancak, Lisette ve Arlequin’in aşkının çağdaş olduğuna kimse beni inandıramaz. Bugün aşk başka türlü ifade ediliyor, bu aynı şey değil. Ben, Shakespeare, Çehov ve Marivaux’ya hayranım ve onlardan ders alıyorum. Ancak, çağımızda bu değerde yazarlar olmasa da, bir çağdaş yazar için, tüm kusurlarıyla, on Shakespeare veririm. Bu şu demek: Çağımızda yazar yoktur demek büyük haksızlık. Eğer yazdıkları sahnelenmezse, elbette ki olmayacaktır…Eğer yazarlardan hiçbir şey istenmezse, en iyi olmaları nasıl beklenebilir?" Koltès’e göre, nesneleri sade bir şekilde ifade etmek için en basit biçim diyalektik yöntemdir. Seyircilerin oyundan zevk alması önemlidir. Seyircinin, kendisinin oyunu yazdığı anda duyumsadığı zevki duyumsamasını ister. Koltès tüm sınırları yıkar. İnsanlığın kurucu mitlerini yeniden ele alır. En az otuz dile çevrilmiştir ve elliden fazla ülkede oynanır. Koltès, bugün dünyada en çok oynanan Fransız oyun yazarıdır. En basit sözcüklerle, bildiği ve anlatılabilir olanı, bir arzuyu, bir heyecanı, ışığı, gürültüleri, ne olursa olsun, dünyanın öbür ucunda ve herkese ait en önemli şeyi anlatmak ister yalnızca. Gizemi ve dehası da işte burada gizlidir. O, "bir dildir, yazınsal dili modern bir şiir gibi" okunur. Fransa’nın "en yenilikçi" yazarları arasındaki yerini çoktan almıştır bile. ? KAYNAKÇA 1.Ubersfeld, Anne, BernardMarie Koltès , Actes Sud Papiers, 2001. 2.Koltès , BernardMarie, Une part de ma vie, Les Editions de Minuit, 1999. 3.Bon, François, Pour Koltès , Les Solitaires Intempestifs, 2000. 4.Sebastien, MariePaule, BernardMarie Koltès et l’espace théâtral, L’Harmattan, 2001. 5.Koltès, BernardMarie, Généalogies, Farrago, 2000. 6.Dizier, Anna, Dans La Solitude des Champs de Coton, BertrandLacoste, 2002. 7.AmmoucheKremers, Michèle et Henk Hillenaar Eds, Jeunes Auteurs de Minuit, Editions Rodopi B.V., AmsterdamAtlanta, GA 1994. 8.Magazine Littéraire, no. 395, 2001. 9.Europe, NovembreDécembre, 1997. 10.Bident, Christophe, Régis Salado et Christophe Rtriau, Voix de Koltès, Atlantica, Anglet, 2004. SAYFA 19
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear