Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? Gazi Paşa ? Abdullah TEKİN ttilâ İlhan “Allahın Süngüleri” adlı kitabının devamı niteliğindeki “Gazi Paşa” yı, mektuplar, beyannameler, makaleler, raporlar, telgraflar ve bazı yazarların özellikle anı türü kitaplarına dayanarak oluşturmuş. Bu bağlamda Hikmet Bayur’un, Ali Fuad Cebesoy’un, Şevket Süreyya Aydemir’in ve Vâlâ Nurettin’in kitapları ilk bakışta anılacak yapıtlar olarak karşımıza çıkıyor. İlhan, özellikle bölüm başlarında, ele aldığı döneme ait yukarıda adları belirtilen belgelerden birini karşımıza çıkararak romanının içeriğindeki gerçeklik payı oranını yükseltmeyi amaçlamıştır. Roman ilginç bir yaklaşımla Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nurettin ikilisinin Anadolu serüveniyle başlar. İstanbul’dan yola çıkıp Ankara’ya ulaşmak isteyen iki genç Zonguldak üzerinden İnebolu’ya gelirler. İnebolu Anadolu ihtilalinin önemli kilometre taşlarından biridir. Attilâ İlhan bunu çok iyi bir anlatımla yansıtır: “Otele dönerken kağnılara rastladılar;poyrazın savurduğu iniltileri, insanın tüylerini diken diken ediyordu. Başka bir alemden gelmiş gibiydiler. Akşam alacasında titreşen sokak fenerleri, gölgelerine alışılmadık bir ‘mehabet’ katıyordu. Mütevekkil, sabırlı ve sebatkar, birbiri ardına dizilmişlerdi. Yün çorapları, yıpranmış çarıkları, içinde kayboldukları gocuklarıyla;çoğu yaşlı köylüler, kar birikmiş sakallarının arkasına çekilmişlerdi. Nereden geliyorlar? Kastamonu’dan mı, Ankara’dan mı?Nereye gidiyorlar? Yüksek Kahve’de sobaya yakın oturmuş; uzun burun deliklerinde gümrah tütün dumanı; tek kelime söylemeksizin, birbiriyle konuşan, o profili balta, sakalı kırçıl taka reisleri ile buluşmaya mı? O buluşmadan ihtimal ‘şerareler’ çıkacaktır.” (s. 29) A Kitapta ismi sık sık geçen kişilerden biri de Fikriye’dir. Doğrusunu söylemek gerekirse Fikriye ismi fazla dillendirilmeyen ve belirgin çizgiler taşımayan bir konudur. Ancak Attilâ İlhan, Fikriye’yi zaman zaman “Hilali Ahmer Cemiyeti (=Kızılay Derneği) toplantılarında okuyucunun karşısına çıkarır. Zaman zaman da Mustafa Kemal’in “Kimdir bu ay parçası tanır mıyız” biçimindeki iltifatlarında.. Ama nerede okuyucunun karşısına çıkarsa çıksın Fikriye, şık, süslü fakat solgundur, arada kesik ve kuru küçük küçük öksürür. İnebolu’da bıraktığımız Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nurettin Kastamonu üzerinden Bolu’ya ulaşırlar. Daha sonra Ankara’ya vardıklarında “Matbuat Umum Müdürlüğü’nden, Maarif Vekâleti’ne devredildiler. “Mustafa Kemal Paşa ile tanışmaları da Meclis’te olur: “Reis Paşa’nın uzattığı eli, eğilip öpsün mü, yoksa bir asker gibi dik durup sıksın mı; Vâlâ mütereddit, fakat Nâzım’ın öpmeyeceğini bildiğinden ikincisini tercih ediyor.” (s. 89) Mustafa Kemal’in şiir konusundaki düşünce ve eleştirilerini dinleyen iki genç biraz şaşkın biraz da ikircimli bir tablo sergileyerek İsmail Fazıl Paşa’ya bakarlar. Büyük bir boşluk içindedirler: “Mustafa Kemal’e büyük hürmet beslememe rağmen, menfaat kasıtlı şiirler yazmayı, gayeye hizmet saymadım.” (s. 89) “...BAŞKUMANDANLIĞI KABUL EDİYORUM.” Savaşın en yoğun olduğu günler.. Ankara gergin. Kalın ve kaba bir uğultu egemen. Her kafadan bir ses çıkıyor. Devlet ve Hükümet’in Ankara’dan tahliyesi düşünülüyor: “..arada sıraların üstüne inen yumrukların gürültüsü. Kaşlar çatılmış sinirler gerilmiştir, el kol hareketleri birbirini izliyor, hatibe sataşan sataşana.. Paşa Paşa açık konuş. Başımıza gelen bir hezimet midir, değil midir; bunu tasrih et, keyfiyeti sarahaten bilelim..”(s. 169) Dahası bardağı taşıran damlalar da göze çarpıyor. Herkesin sorduğu soru bunlardan biri: Kumandayı neden Reis Paşa almıyor?” Meclisi Milli’nin tarihi celsesi. Reis Paşa Ankara mehafilinde yaygınlaşan türlü rivayet ve dedikoduyu önlemek için; Başkumandanlığa bizzat talip oldu; hitabet kürsüsünde mes’uliyetini müdrik ve vakur bir ifadeyle adeta tane tane dedi ki Meclis azayi kiramının, umumi surette tezahür eden arzu ve talebi üzerine.. Başkumandanlığı kabul ediyorum.” (s. 195) MUSTAFA MECDİ BEY Kitap, yine ortaya fazla çıkmayan yahut çıkarılmayan bir başka kişiyi de karşımıza çıkarır ki bu Mustafa Kemal’in eniştesi olan Mustafa Mecdi Bey’dir. İlhan, Mustafa Mecdi hakkında bilgi verirken, Mustafa Kemal’in kız kardeşi ve annesinin Fikriye hanımla ilgili düşüncelerini de yansıtır: “Mustafa Kemal Paşa, Bekir Çavuş’un tuttuğu ceketini giyiyordu, durakladı. Hayrola? Yoksa valde ağırlaştı filan mı? yooo hayır. Yoktur bir şeyciği, çok şükür.. demek istediğim.. valdeniz olsun, hemşireniz olsun Fikriye Hanım’a çekingendir biraz uzak dururlar.. korkarım rahatınız kaçacaktır.” (s. 263) Kitap Kuvayı Milliye’nin İzmir’e girişi ve Gazi’nin Uşakizadeler’in kızı Latife Hanımla tanışmasıyla noktalanır. Sonraları Mustafa Kemal’le evlenecek olan Latife’nin evliliğindeki başarısızlık, işin başlangıcında annesi Zübeyde Hanım’ın bir cümlesinde aranmalıydı: “Bu kız Mustafa’yı değil; Mustafa Kemal Paşa’yı istiyor. ? Gazi Paşa/ Attilâ İlhan/ İş Bankası Kültür Yayınları/ 2006/ 468 s. 834 SAYFA 27 OSMANLICA SÖZCÜKLER Ne var ki bu anlatımda da, tüm romanda da kullanılan dil Osmanlıca ağırlıklıdır. Gerçi bu Attilâ İlhan için yeni değildir. Daha önce yayımlanan kitaplarında da aynı dil kullanılmıştır. Bu kitabında da şu örnekte olduğu gibi Osmanlıca sözcükleri kullanma yönünde özel bir çaba harcadığı görülür. “Erkanı Harbiyei Umumiye binası, tipinin toz beyazı tozutması içinde muazzam ve muattal bir ejderha gibi görünüyor” (s. 33) Özellikle gençlerin, yeni kuşakların bu kitabı okuma aşamasında sözlük kullanacakları bir tablodan söz etmek yanlış olmaz. Belki Osmanlıca bilen okuyucular için “badema”, “badehu” sözcükleri yabancı olmayan, okuma akışına belki de keyif katan bir boyut içerebilir. Ama genç kuşaklar için kitabın akıcılık özelliği taşıdığını söylemek kolay değildir. CUMHURİYET KİTAP SAYI