Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ahmet Necdet bir kez daha Japon şiirine eğiliyor Tankalar Kitabı lim ki başarısızlık en çok öznesini üzer, bu bakımdan analizör veya okurlar acımasızca eleştirirken zaten eziklik içindeki bir yazarı durumunu bilen bir yazarı eleştirmiş oluyorlar ki bu bir tanıyı yinelemek gibi, belki de can sıkıcı bir şey artık... HAİKULARDAN BİRKAÇ DEMET Ahmet Necdet şiiri; kavi her şair gibi, zırha bürünmüş birkaç dizesi dillerde dolaşma bahtına kavuşmuş (Ne çok enkaz!..) popülertopluma yönelik ama sloganizmin tuzağına kapılmadan, klasik biçime modern bir deyi arayan, yenilikçi ama bunu geleneği göz ardı etmeden sürdürmeye çalışmış, ölçülü, derinliklere yol alırken, zamanıyla da iyi geçinen; geleceğe göz kırpmayı da severek, sağlam, şaşırtısı erguvani biçemlere bulaşmış, usu geri bırakmaksızın, duyguya da eğilip, öncelikle kendini berkiterek, bunu önelleyen; çılgınlıklardan uzak, yarı ironik, kitabi bir şiir. ? Ulus FATİH Şimdi ise şu sıralarda Broy Yayınları’ndan çıkan bir şiir kitabına değinelim. Trakl, Puşkin, Lermontov gibi dünya ozanlarından çevirilerini sürdüren şiirimizin taçyaprağı Ahmet Necdet, Haiku Kuşu adlı kitabından sonra, bu kez ‘Tankalar Kitabı’ ile bir kez daha Japon şiirine eğiliyor... Haiku 575 formunda, mevsimlerden, günlük yaşamın sevinç ve üzünçlerinden söz eden bir şiirdi. Tanka ise 5+7+5 / 7+7 hecelemesiyle koşullu, 5. yüzyıldan kalma, benzer izleklere dayanan, yine adalar ve geyşalar ül ‘Gözüm bir anda / Ördekleri seçiyor / Göl kenarında, / Kuzeye mi uçuyor / Onlar kış rüzgârında?’ Ahmet Necdet şiiri; kavi her şair gibi, zırha bürünmüş birkaç dizesi dillerde dolaşma bahtına kavuşmuş (Ne çok enkaz!..) popülertopluma yönelik ama sloganizmin tuzağına kapılmadan, klasik biçime modern bir deyi arayan, yenilikçi ama bunu geleneği göz ardı etmeden sürdürmeye çalışmış, ölçülü, derinliklere yol alırken, zamanıyla da iyi geçinen; geleceğe göz kırpmayı da severek, sağlam, şaşırtısı erguvani biçemlere bulaşmış, usu geri bırakmaksızın, duyguya da eğilip öncelikle kendini berkiterek, bunu önelleyen; çılgınlıklardan uzak, yarı ironik, kitabi bir şiir. Onun bu bakışından doğan dizeler, yazın dünyamızda çoktan yerini aldı ve İkarus gibi serüvenler peşinde, yerigöğü dolaşmaya çıkan ve ışık hızını da aşmaya ça nesidir pire!" "Mavi kanatlarınla yalnız benim olsaydın..." vb... Çağımız var olmak için tüketeceksin diyor, günümüzün bir haiku şairi ise ancak; ‘seviyor musun?..’ diyebilirdi... Ne var ki şairlerin haiku, tanka gibi başka ülkelerin başka yurtların şiirine öykünmesini okur garipsemesin... Şiirin, estetiğin, güzelliğin yurtluğu olsaydı herkes oraya koşar, herkes onun peşine düşerdi ve o bir bakarsınız Fransız şansonları! bir bakarsınız Japon haikularıdır. Sone, balad, bükolik, ditrambos, gazel, kaside, mersiye, koçaklama hep aynı kapıya çıkar aslında; bir sevgi arayışı, bir soyluluk ve güzellik tutkusuna... Bakmayın şiirlerin kategoriye ayrılmasına, içrekleştirilmiş mit duygusu ile kaotizmi senkronize edebilme yeteneği açısından Ezra Pound’a, bilgiyi ve gönül indirdiğiniz ‘idea’ duygusunu şiirize edebilmek açısından Nâzım’a hayran olabilirsiniz. Her şiirin bir seveni vardır, şairin (üretenin) ütobik dünyasıyla izleyicinin ekinsel adasının bir eksende buluşup iç içe geçtiği an etkileşim içinde olduğumuz şiirin, şarkının, sanatın biçimlenip belirlendiği andır... ŞİİRİ GÖRMEK... Ve bizler imgeyiz; yazı (dizeler) gerçektir aslında... Şiir; üzerine yeni hiçbir şey söylenemeyen ama her ‘söylenildiğinde’ kendini yenileyebilen bir şey midir?.. "Saz pırasaları / bahar yağmurunda / nasıl serinlik yayıyor odama " dersek şiir olur mu? Ama şiiri birazda görmek gerekir, denizdeki şiiri göremeyen, onu su birikintisi sanabilir... Heykeller başlarını çevirmezler, çünkü o zaman bir ölümlü olacaklarını bilirlermiş. Uranus’ta ise kışlar yirmi bir yıl sürermiş... Eğer biz Tanrı’nın suretiysek, tüm dünyada bir parodi olmak gerekir... Ve eğer güzellikleri göremiyor, çiçekleri koklayamıyor, yaşamı ‘gizil gerçeğinde’ bir türlü sevemiyorsak nedenini belki şu meselde bulabiliriz... " Çocuk; Tanrım ne olur konuş benimle dedi... O sıra çayırlarda bir tarla kuşu öttü ama çocuk duymadı. Bu kez, Tanrım ne olursun konuş benimle diye haykırdı. Ufukta bir şimşek çaktı ama çocuk göremedi. Tanrım seni görmeme izin vermiyorsun diye yineledi çocuk. Bir yıldız parladı o an ama çocuk bilemedi. Ve tanrım bana bir tansık göster diye bağırdı boşluğa doğru. Ve bir bebek dünyaya geldi o an ama çocuğun bundan da haberi olmadı. Sonunda ağlayarak, dokun bana Tanrım ne olur dokun diye yalvarmaya başladı; ve saçlarına konan kelebeği eliyle uzaklaştırdı çocuk. Ve gözyaşlarıyla yürüdü gitti..." Günümüzde dil kirliliği kadar anlam kirliliği de söz konusu, romanın içinde ‘hikâye’ arayanlar, hikâye başka öykü başka diyenler, Türkçenin, tarihin en önemli dillerinden olduğunu, Adriyatik’den Çin Denizi’ne konuşulduğunu bilmeyip, kısırlığından, yetersizliğinden söz edenler... Bu tümörden yakında; (örneğin) şiir başka manzume başka diyen, gidişat ‘Türkincilizce’ diyen prototiplerde çıkacaktır kuşkusuz! Ama onlara konuya ilişkin olmasa da ima yoluyla anlaşılır bir örnek verelim: Nasıl Sovyetler Birliği’ni parçalıyor ama Rusya’yı yok edemiyorsanız, Türkçeyi de bölüp parçalayabilirsiniz belki ama; yok edemezsiniz. Mandacı politika olduğu kadar mandacı ekinde vardır, kötüsü bunun bilinçli ya da bilinçsiz olabilmesidir, ne yazık ki onları düşleriyle baş başa bırakmaktan başka elden bir şey gelmiyor. Son sözümüz şudur ki "Keçinin içtiği su süt, yılanın içtiği su ağu olurmuş" bu dünyada, dileyelim ki "daracık girintide / birbirinin âşığı / iki yayın balığı" gibi olsun dostluklarımız ve yaşamımızda çiçeğe sevdalı tankalar gibi ümit dolu, sevgi dolu olsun... ? Ahmet Necdet / Tankalar Kitabı / Şiir Broy Yayınları / 44 s. KİTAP SAYI 834 Ş iir üzerine sonsuza dek yeni görüşler üretilebilir mi, bir yazar veya şairin üretme güçlüğü, kendini yineleme veya yenileyememe korkusu olabilir mi... Ve bu neye benzer, gibi sorular usa üşüştüğünde, korku fobiye dönüşebilir mi ve bir yazarın bu durumuna psişik dünyada ne gibi bir ad verilebilir... Pampalar Ülkesi’nin eşsiz labirentosu, gözleri görmez olmuş Borges’in bir öyküsünde (Gizli Mucize); büyük yapıtını bir türlü verememenin ezikliğini duyan ve bu olanağı ölüm tehlikesi altında sonsuza dek yitiren oyun yazarı Jaromir Hladik, boş bir umarla, hücrede bitirmeye çalıştığı yapıtının son perdesini; Nazilerce kurşuna dizilmek üzere çıkarıldığı avluda, kurşun göğsünü geçip, gözlerinden bir damla yaş da taşlara doğru süzülürken; "zihninde" yazarak bitirir. İşte bir yazarın yazmayazamama korkularını dile getiren olağanüstü güzellikte, trajik bir öykü... Öyle bir paradoks ki yazar büyük yapıtını kendince bitirip amacına ererek ‘tam bir yazar gibi’ bu dünyadan ayrılmış ve ama biz dünya insanlarınca da ‘gerçek novellası’ yarıda kalmış bahtsız biri olmaktan öteye geçememiştir!.. Böylelikle yazarların kusursuz yapıt verememe, yazamama gibi korkularını dile getiren bu duruma, öyküden esinle ‘Hladik Sendromu’ diyebiliriz ve son olarak ekleye kesinin şiiri... Ve belirtelim ki tankaların art arda eklenmesiyle oluşan şiire de renga adı verilirmiş. Şair, Haiku Kuşu’nda Japon ruhuna uygun ama ölçüsüne saflıkla bağlı kalındığında zorlanılacak bir metodu kendi dilinde güvençle deneyerek zoru başarıyordu. İşte Japon ruhuna bir samuray gibi bağlanmış o haikulardan birkaç demet sunalım. (İlkbahar) ‘Kiraz bir şiir / kiraz ağacı şair / değilse nedir’ (Yaz) ‘Kayan bir yıldız / neyi tekrarlar sana? / yalnızsın yalnız!’ (Sonbahar) ‘Yorgun çekirge / düş gören balıkçıllar / ve kumru bir de’ (Kış) ‘Ey kışçıl çiçek / açacaksın aç artık / bahar gelecek!’ Tankalar Kitabı’nda ise forma bağlılığını neredeyse kamikaze düzeyine taşımış şair, bundandır sanırım zoru başarmanın gururunu bir kez daha yaşıyor. Sözü bırakıp eylemleyerek bu başarıyı somutlayalım ve toplam 66 tanka içinden 6 altın örnek sunalım!.. (1)‘Ey şair! Nice / Haiku’lar döktürdün sen, / çoğu bilgece, / Şimdiyse tanka denen / Bir aşk: Otuz bir hece!’ (2) ‘Bu aşkı buldun, / Hep diye Hiç’e giden / Bir şiir oldun, / Ah, niye, niçin, neden / Sonrasıza savruldun?’ (3) ‘Dağın zirvesi / Ve onu taçlandıran / İlkbahar sisi: / Ne fırtına, ne boran, / Ah, eriyen kar sesi’ (4) ‘Yaz yağmuru bu: / Bağlarda, bahçelerde / Tıpırdayan su, / Suyun değdiği yerde / Taze bir ot kokusu’ (5) ‘Cömert sonbahar, / Ey yağmalanmış mevsim, / Sevecen, gaddar! / Git de bitsin bu resim, / Gelsin o düş gören kar!’ (6) lışarak güneşe kavuşan nice şair, onun yakıcılığında birer birer dökülürken, o ironi dolu gülümsemesiyle köşesinde her gün biraz daha ağlarını örüp, kovanını balla dolduruyor ve haz içinde okurunu avlamayı da sürdürüyor... Ayrıca yazına sevdalı biri olarak günlükler, düşün yazıları ve çeşitli üretilerle varlığını genişletirken, katkıları ve çabalarının karşılıksız kalmamasını, daha nice yapıtlar vererek yazın dünyamıza verimler katmasını diliyoruz. (Ateş tülleriyle açılan / içinde küçük köpeklerin dansettiği / küçücük bir ayin...) Kitapta ki tankaların Tanganika ile ilgisi elbet yok ama şiirin plastik bükülgenliğinde, günlük yaşamın geçiciliği, mevsimler, kırlar, sevgililer ve bahar; çiçekler ve böceklerle dolu bu şiir tarzını küçümsememeliyiz; yeryüzü öyle tuhaf böceklerle dolu ve o böcekler için öyle ilginç çiçekler var ki; Tanrı’nın gezegenimizi onlar için yaratmadığını nereden bilebiliriz... Bu nedenle mevsimlerin ve renklerin yurtluğu ve evrende belki de biricik olan dünyamızı ve onun bizimle paylaştığı eşsiz yaşamı sonsuzca kutsayalım, esirgeyelim ve sevelim... "Yağmurda yeşilin nasıl ağırlaştığını, elmanın nasıl kızardığını, arıyı mayısta neyin sarhoş ettiğini bilir misin sen!.." ve Hamlet’ten bir diyaloğu bahar dalıyla karıştıralım: "Ne kokluyorsunuz efendim?.. / Çiçekler, çiçekler / çiçekler!.." Şiir öyle sarhoş edicidir ki tek bir dizeden bile bir şiirsellik yaratılabilir "Bir elişi tanrısının öğleden sonrası!.." "Yaylı bir tütün ta SAYFA 16 CUMHURİYET