Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
lup da yüz yüze konuşma fırsatını yakalamış olmak, bulutların üzerinde dolaşmak gibi bir şeydi beniın için. Meydana yaklaşmıştık. Hcrhangi bildiğin bir mckâna oturaJım. Ne de olsa buraları en iyi sen bilirsin" dedim. "(îel" dedi, şurada kahveci Mikis'in çay evı var, orada laflartz." Şimdiki tramvayın dinlenmek için kullandığı sol yöne doğru giren aradan daldık. Çay cvi de caddeye yakm vc yolun başındaydı. lçcrigirdik. Küçük taburelere oturmuş bir iki adam, cllcrinde tespih çekerek takılıyorlar. Onların oturduğu yerde Atatürk ilc Inönü'nün resmi yan yana duruyor. Oturanlardan, külhanbeyi kılıldı birisi bağırarak ko nuşuyor, söyledikleri hcr yandan duyuluyor, Inönü'nün rcsmini eliyle tşaret ederek "Adam bizi savaşa sokmadı daha neylesin, helâl olsun ona, peh!" dedi, sonra da cckctini alarak kalkıp gitti. Hem biz hem arkadaşları gidenin peşinden bir sürc bakakaldık. Oturanlara baş selamı vcrip boş bir yere geçtik. Kahvcciyc "Kalimcra Mikis, bize iki çay!" dedi. Bir inci gibi dizdiğı sözlerle başladı anlatmaya Orhan Veli'yi. "tki incik bauık, kısaca bir trcnçkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz, şisjrilmış bir göğse benzeyen bir sırt, denebilirse ergenlik bozuğu bir yüz: tşte görünüşte Orhan Velı" dedi. Gülmeme engel olamadıın. ü da gülünısedi. Nereden buluyordıı bu güzel sözcükleri... ...BİR MODA SARAR İSTANBUL'U' Aklına bir şcy gcldi. "Ulan kerata" dedi, "Şimdi scn de bcnden ayrılınca arkadaşlarına beni nasıl anlatırsın kitıı bılır?" Söylediğimiz çaylar geldi. Şeker atmadı. Uzun bir fırt çekerek ilk yudunıu alılı. Yaktığı cigaranın dumanını yüzünıe gelnıesin diye kapıya doğru ülleyerek konuştu. "lstanbul şehrini, zaman zaman bir moda sarar. Bazen bir şarkı, bazen bir tek 'voyvo' kelimesi. Bazı defa '...bilmem kimc maşallah! Gibi. Orhan Veli'nin yazık oldu Süleyman Efendiye'si de böyle meşhur olmuştıı. Biz okuyucular acaba bu mısraın meşhur olacağını bilcrck mi bunu yazdı, diye kendi kendimize bir sual sormuştuk. Ben de Orhan'a sordum. O. 'Ben hayatı sadelik içinde geçmiş basit bir adamın hayatından bahsetmek istedim. Acayiplik olsun diye yazmadım' dedi. Bir şey daha soracağım sevgili şair dedim. Hani bazı okuyucular da merak edip bize dahi bunu soruyorlar. 'Nasır'ı edebiyata sokmakla yani ne demek istiyor? Orhan Veli mustarip bir hal aldı. Yerinden ayrılmış turnalar gibi uçtu. I layatında büyük manevi ıstırapları olmayan bir insan için nasırın mühim olduğunu tclakki ediyorum" diye yanıtladı. Sizdc de nasır var mıydı o zaman, dedim. "Süleyman Efendi şiirinden sonra ahı tuttu. Bende de nasır çıktı' dedi. Peki, gclelim rakı şişesine balık olmaya dedim. O sırada yoksulluklar içinde yaşayan bir adamın hayatını anlatır o şiir. Bu şckilde yazmasını da şöyle gerekçelendirmişti o zaman. "Okuyucuya birçok sözler tesir etmez oluyor. tşte o zaman şair okuyucııyu dürtmek, basmakalıp sözlerin ıçine attığı gaflet uykusundan uyandırmak istiyor. Rakı şişesinden balık olsam satırı da bu maksatla söylenmiş nlabilir" dedi. Konuştuğuz süre boyunca Sait Faik, bazen sert mizaçlı bir dcdcktit, bazense hınzır yüzlü bir tnasal kahramanıydı. Bunu aynı anda nasıl başardığını sorama/dım labii ki, ama "Orhan Veli yeııi şiirler yazıyor mu, yayımlanmanıış dedim." "Ne edilmcmiş" dedi. Yani neşredilmemiş şiiri var mıymış? "Ha" dedi. "Ben de sormuştum" dedi, bana ta o zaman tatlı tallı şu şiirini okudu: "Ne atonı bombası, Ne Londra Konfe ransı. Bir elimde cımbız, Bir elinde ayna; Umurunda nıı dünya." Okuryazar hanımları kiiplere bindirecek bir şiir. Orhan Veli duysa kızar belki, ama bir gecede bu şiiri bir hanınıa okudum. Fena içcrledi. Elindeki votkayı masaya bıraktı. O da irticalen: Ne elinde nasır, Ne başında çoluk çocuk, Bir elinde yirmi dokuzluk , tki ayağında nasır, Umurumda mı Orhan Veli deyivernıez mi? Sait Faık'le attığımız kahkahalar çay ocağına sığmadı, sokağa taştı. Oradan gcçenler dahi bize bakıyordu. Aldırdıgımız yoktu. Ben dedim, ona sen şu çok sevdiğin isimsiz halk şairinden bir türkü daha okusana dedim. Peki, dedi. Başladı okumaya. Hapishane içinde üç ağaç incir, Kollarım kelepçe anam boynumda zincir, Zincir sallandıkça her yanım sancır, Düştüm bir ormana yol belli değil, Yatarım yatarım gün belli değil. "lşte böyle genç" dedi, Orhan Veli'yi pek scvdiği Anadoluhisarı'na gitmek üzere vapura bindirip ben de o gün Ada'ya validenin yanına döndüm. Sait Faik gibi bir gönül vc yazı adamıyla bu tiir bir sohbeti gerçckleştirmek bende olağan üstü duygularm oluşmasını sagladi. O böyle neşeli ne^eli anlatınca ben de komık bulduğum bir yazısındaki diyalogu kendısı ne anımsattım. llk başta anımsamadı. Ben de hani, dedim, Açık Hava Oteli adlı yazınız. "Gcnedcbir hatırlat" dedi. Aklımda kaldığı kadarıyla o kısmı söyledim. 7 Bacaksız ne oldu? 8 Ne olacak mortladı. 9 Eroinden mi? 10 Yok! O çekmezdi. Eceli gcldi. Nalları dikti. 11 Söylcmc öyle ulan! En iyı arkadaijindı. 12 Ne diyeyim. Kalıbı dinlendirdi mi? 13 Yok! Cartayı çekti de. 14 Peki öyleyse... Tahtalıköye gıttl. Laf yine kendisinden ve kendi hikâyelerinden açıldı ya, mahzun bir hal aldı, ben bozulmayayım diye zoraki gülünısedi. Kendisinden bahsedilmesini vc övülmekten müthiş sıkılan bir havası vardı. Buna rağmen dayanamadım, "Sen ölümü bile güzel anlatıyorsun" dedim. Bilindiği üzere, 11 Mayıs, onun öldüğü gün. Her yıl olduğu gibi bu yıl da ölümünün elli birinci yıl dönümünde sevenleriylc birlikte Burgaz'da anmıştık kendisini. Saatli MaarifTakvimi'nin günü yani 11 Mayıs 2005 tarihli yaprağında onun şu dizelerine ycr verilmişti. Akşamüstleri geliyor, Tam insanlar işten çıkarken, Salkım salkım tram vaylardan, Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor, Namussuz akşamüstleri geliyor. Aynı takvim yaprağının ön yüzünde yer alan büyük yazar tlhan Selçuk'un şu sözleri ise sanki ona olan duygularımıza tercüman oluyordu: "Her dostun ölümü kayıptır ama bu scvgiden kayıp anlamına gelmez; sevgi ölümle eksilmez, artar, büyür, yoğunlaşır, sıcaklaşır." Selçuk'un bu sözleri sadece bir gerçeğin altını çizmiyor, ölümünün ardından elli bir yıl geçmesinden sonra dahi ona olan sevgimizi kanıtlıyordu. Zaman makinesiyle yaptığım yolculuk sonucu Sait Faik'le oturduğumuz süre boyunca, edebi yazımın kurallarını, sevdiği ve etkilendiği yazarların kimler olduğunu, hangi hikâyesinden dolayı polis soruşturmasına uğradığını, polisin onun bir hikâyesinde geçen çocuğun adını ve adresini ne için istediğini, kitap basma, makale ve hikâye yayımlatabilmenin zorluklarının neler olduğıı gibi hususların hepsini, ama hepsini konuştuk. Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamını, soyumuzun gücünü bir yabancıdan ~ dinlemek için... "Onlarda güçlü bir imparatorluğun bütün kaynaklan, yıpranmamış bir güç, dövüşte ustahk ve tecrübe, savaş görmüş askerler, zafere alışkanlık, zorluklara tahammül, beraberlik, düzen, disiplin, kanaatkârhk ve tedbirlilik var..." Avusturya Elçisi Ogier Ghislain de Busbecg, 1560 YÜZ YÜZE SOHBET... Bunları buraya geçirmem mümkiin değil. Zaten anlatmanıa da gerek yok. Çünkü zaman makinesi sayesinde oturup konuştuğumuz konuların tümünü, çeşitli dergi ve gaze telerde yayımlatmış yahut onunla yapılan röportajlarda bunları dile getinniş. Tüm bu yazı vc röportajlarını bir araya getiren bir escri bir seterde okumak ister miydiniz? Üstelik bunlara ek olarak onun şimdiye dek kitaplaşmayan, 'Sur Dışında tnsanoğlu', 'Insanlığın Halinc Doğru', Mösyö Edmond Rostand'ın Cyrano'su ve 'Cıalata Köprü sü'nün Sabahı ve Akşamı' gibi yazılarını da ilk kez bir kitapta okuma fırsatına erişebilirsiniz. Nasıl mı? Yok canım. Zaman makinesiyle değil, yeni çıkan bir yayın sayesinde. Bu eser bu yazıların tümünü bir araya getirerek kitaplaştırmış. Zaman makineniz olmadığı için üzülmeyin. Eğer siz de bu yazıları okursanız göreceksiniz ki, onunla aynı masada ya da yaşadığı adadaki aynı evde yüz yüze sohbet ctmiş kadar olacaksınız. Üstelik zamanın ls tanbul'unun o eşsiz tadını sayfalar arasında gezinirken tatmış olacaksınız. Sizi tcmin ederim... • econgun@gmail.com Hikâyecinin Kaderi, Yazılar, Sait Faik, DOĞAN KİTAP www.dogankitap.com.tr 2005 YKY, 432 Sf. ı. SAYFA • v i < • 15