05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Seçilmiş Hikâyeler Fethi Naci Turnalar Yaşar Kemal O rtalık ağır ağır aydınlanıyor, topraktan incecik buğular kalkıyordu. Gülbahar daha geceden gclmişti tarlaya. Otlarla pamuk fidclcri daha ayırt edilemiyordu. Yakında güneş doğacak. Kıpkırmızı, her yanı yalıma kcsivcrcn bir giineş. Toprağa basamayacak, sıcaktan soluk alamayacak, bir fırın içine girmiş gibi kavrulacaktı ama, gene de güneşin doğmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Çapasına dayanmış, öylece durmuş düşünüyordu. Uzakta, Gavurdağlarının üstünde belli belirsiz bir ışık çizgisi ve top top ak bulutlar gözüküyordu. Mahmut gideli tam dokuz yıl olmuştu. Mahmut yakışıklı adamdı. Uzun boylu, kalın dudaklı, büyük, yakıcı kara gözlüydii. Tüm şu köy tanıktır ki, Mahmut kadar yakışıklı bir insan gelmemiştir bu dünyaya. Züleyhanın Yusufu örneği. Mahmudun yalnız beş dönümcük bir tarlası vardı. Bu tarla hiçbir zaman bir evi, iki kişi de olsalar geçindirmezdi. EvlcndikJcrinin ikinci ayında yoksulluğa dayanamayan Mahmut gurbete, çalışmaya çıkmış, Gülbahar'a da sen bu tarlayı ek biç, ben gelinceye kadar geçin, demişti. Gidiş o gidiş... Bir daha da ondan ne bir ses, ne bir soluk. îmi timi belirsiz olmuştu. Gülbahar bıkmamış usanmamış, dokuz yılın her gününü, her saatini, her anını onu bcklemekle geçirmişti. Hele gökten turnalar geçtiği sıralar... Bu diiz ovanın da göğündcn durmadan katar katar olmuş, eğrim eğrim turnalar geçcrdi. Gökyüzünde dalga dalga, halka halka, düz çizgi, üçgen turna sürüleri... Ak bıılutların üstüne yapıştırılmış gibi. Kara kara noktalar. Gülbahar güzel kadındı. Onu bu köyden, öteki köyden çok delikanlı istemiş. Gülbahar, Mahmut demiş de başka bir şey dememişti. Dokuz yıldan beri de hiç bozulmamıştı. Sıkı mcmcleri dimdik, beli gene ipincccik, kalçaları dolgun ve şehvetliydi. Kalın kıpkırmızı dudakları, çakır ela gözleri onun olağanüstü arzulu bir kadın olduğunu bir bakışta belli ediyordu. Ama dokuz yıldır da onun eline bir erkek eli değmemişti. Bazı çok genç, yakışıklı bir delikanlıyı görünce bozulmuyor değildi. Ama ondan sonra da kendisini bir türlü bağışlayamıyor, kendisini kötülüyor, Mahmuda ihanet etmiş sayıyordu kendini. Köyde çok kişi onu görünce iç çekiyordu. Mahmut gitti gideli ona neler neler yapmamışlardı. Gcce, gizlice kapısını açıp yatağına kadar girip zorla ırzına geçmeye çalışanlar bile olmuş, Gülbahar bu adamı öldüresiye dövdükten sonra elini ayağını bağlayıp evin kapısına atıvermişti. Bir erkekten daha güçlüydü. Geceleri onun için bir cehcnnem oluyordu. Bazı geceler sabahlara kadar uyuyamıyor, tüm bedeni yalım yalım yanıp duruyor, bir erkek özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Her gece de yatağına, böyle ateşli anlarda, birkaç kez Mahmut gelip gelip gidiyordu. Mahmut için türlü söylentilcr dolaşıyordu köyde. Artık gclmeyeceğini, büyük şehirde yüksck konaklı bir evin kızıyla evlcndiğini, çiftlik, otomobil salıibi olduğunu söylüyorlardı. Bir de başka bir söz dolaşıyordu ortalıkta, Mahmut bir fabrika sahibinin kapısında çalışıyormuş, fabrika sahibinin kızını her gün okula götürüp getirirken kız Mahmuda yangılanmış. Bunu duyan fabrika sahibi de çok sevinmiş. lyi yaptın kızım, demiş. Bu kadar yakışıklı erkekten kimbilir ne kadar güzel torunlarım olur, demiş, hemen onları evlendirmiş. Onlar evlendikten sonra da fabrika sahibi ölüvermiş. Kızından başka da kimi kimsesi yokmuş. Kel Durmuş onu bir gün görmüş de yanına bir varayım şu bizim Mahmudun demiş, koşmuş otomobilinin önünde durmuş, otomobili kapkara, bir kocaman otomobilmiş ki... Mahmut içinde oturuyormuş. Lacivert giyiti varmış. Kırmızı da kravat takmış. Kaymakamdan da giyimli kuşamlı... Kcl Durmuş'a: "Ne istiyorsun, söyle bakalım neden kestin yolumu?" diyerekten sormuş. Durmuş da: "Bilemedin mi beni Mahmut?" demiş. Mahmut onun yüzüne bakmış bakmış da şoiörüne: "Çek arabayı" demiş. Sürmüş de gitmiş. Kel Durmuş az daha yana çekilmeseymiş otomobilin altında kalıp da ölüyormuş. Gülbahar bunların hiçbirisine inanmıyordu. () para kazanmaya, bir eve yetecek toprak satın alacak kadar para kazanmaya gitmişti. () harama uçkur çözmez, göz ucuyla olsun bir kadına bakmazdı. Kendisini buna inandırmaya çalışıyor ama bir türlü de bunu başaramıyordu. Gün açıldı açılacak, dağların başı ışıdı ışıyacak... Sisler tütüyor. Ince bir tül gibi kızgın toprağı örtmüş. Sarı ekinleri, yeşil pamuk tarlalarını, uçsuz bucaksız güneşler gibi toprağa inmiş salınır ayçiçeklerini örtmüş dalgalanarak kalkıyordu. Hem güneşin doğmasını dört gözle bekliyor, hem de doğan güneşten korkuyordu. Tepeden tırnağa şehvet kesilmişti. Bu anlarında bir erkek gelse de elinden tutsaydı, istediği yere, arkasına düşer giderdi. Çok şiikür ki bu anlarında hiçbir crkckle karşılaşmamtştı. Çapası elinden düştü. Toprak yumu şak, sıcaktı. Clülbahar memclerini açtı, ağzı aşağı toprağa uzandı. Toprakta inleyerek sürünüyordu. Memelerini ince dikenli çeti otu yırttıkça daha da kuduruyordu, kanlı memelerini silmeden, toza toprağa belenmiş kanlı memelerle toprakta tozlu yola kadar ilcrliyor, kıvranıyor, kıvranarak geriye dönüyordu. Mahmut geliyordu. Cîün doğmuş, Mahmut sırtında lacivert giyimi, kırmızı, yalımdan bctcr kırmızı kravatı, yalımdan beter kırmızı ayakkabısı, kıpkırmızı dudakları, Mahmut geliyor... Bir sevinç bir sevinç... Scvinç çığlıkları ovayı dolduruyor. Mahmut geliyor, şimdi dereye inecekler. Sarmaş dolaş, iki beden bir olmuş. Yalım gibi yanıyorlar... Ter içinde kalmışlar. Mahmut öyle tertemiz giyinmiş ki, şehirliler gibi. Elinle dokunmaya kıyamazsın. Durmuş karşıda dimdik bakıyor. Gömleği apak. Mahmudun elleri de apak. Gitti gideli clini ılıktan soğuğa vurmadığı belli. Besbelli. Sinekkaydı tıraş olmuş, yüzü parlıyor. Durmuş karşıda gülümsüyor. Dudakları öyle güzel. Gözleri yalım karası. Bir süre böyle karşı karşıya duruyorlar. Mahmudun elinde bir bohça. Bohça elinden yere düşüveriyor. Dopdolu olduğu, içinde çok şey bulunduğu belli. Mahmudun özür diler bir hali var. Böyle böyle, diyor... Hiçbir çaresi yoktu. Işte sana geldim, diyor. Gülbahar söylediklerinin hiçbirisini duymu yor. Eti aşktan yanıyor. Dokuz yıldır beklediği kocası, aşkı, şehveti, işte karşısında bekliyor onu. Hayıt çalılarının içinde onları kimse de görcmcz. Mahmut elini uzattı tutacak, Gülbahar elini hemen geriye çekiyor. Kızgın demire dokunmuşçasına ürperiyor. Gülbahar birdenbire kaplan kesiliyor. Mahmudun üstüne atılacak, onun yüzünü gözünü parça parça edecek ama, kendini tutuyor. Dcğmez, diyor içinden, değmez. Sonra da dimdik dikilerek, onurlu, hiçbir şey olmamış bir sesle: "Hadi köpek hadiiii!" diyor. "Hadi köpek hadiiii!" Mahmut yalvarıyor. Nasıl yalvardığı belli değil... Konuşuyor mu, ayaklarına mı kapanıyor, belli değil. "Hadi köpek hadiii! Hadi köpek hadiiii!" Mahmut direniyor, sonra da bakıyor ki hiç başka umarı yok. Arkasını dönüp gidiyor... Gülbahar bakıyor ki lacivert giyimi, ak çorapları, ak gömleği, kırmızı kundurası, ışıl ışıl saçları toza belenmiş. Onun bu süklüm püklüm gidişine acı yor. Ama gene de yerdeki bohçayı alıp arkasından fırlatıyor. "Hadi köpek, hadiiii!" Başı önüne düşmüş Mahmut gidiyor. Arkasına bakmadan gidiyor. Ortalık birden aydınlanıyor. Ekinler, ayçiçekleri, yandaki bataklık, ötcdeki küçük orman, Ceyhan ırmağının yeşil K İ T A P SAYFA 10 C U M H U R İ Y E T SAYI 826
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear