Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
KISAKISA... KISAKISA... KISA KISA... KISA KISA... " Sekili Kulun" n MehmetTANER ^'' nedir, 'kulun' nedir? Bunları aşağıda söyleyeceğim. Azer Yaran öldü. Pazar günüydü, kuşluk vakti tclefonumuz çaldı. "Ben zer Yâran'ın kardeşiyim. Zeki. Sizc maalesef kötü bir haberim var. zcr Yâran'ı kaybettik." "Bugün Pazartcsi. Azer öldü." Pazartesi sabahı uyandığımda, zihnimde bu tümceler. Iki tümce. Gün, önümde bomboş. "AZER ÖLMÜS" Azer'i gördüm (görseydim) düşümde. Yüzünün gölgcleri çekılmekte: Yüzunde, kırlarının sarışın güneşi. Yüzüme bakıp, "Azer ölmüş," diyordubana: "Azer ölmüş diyorlar" diyordu. Ve kendi şiirindeki bir dizeyle Alberti'nin şiiri uzaklaşarak birbirlerinc gömülüyorlar. "lyisi mi uzağa gömiin beni, daha uzağa". Gözlerim hâlâ kapalı: "Bugün Pazartesi. Azer öldü." Gözlerim kapalı: Öyle yazıyorıım bıınları. Gözlenmi açıyorum: Onların; Gaziosmanpaşa'sında Ankara'nın, Kader Sokağı'ndaki evlerindeyiz gece. Eşi Özlem, bebekleri Göksay, eşim Fehamet ve karnında henüz, bebeğimiz Erdem. Rakılarımızı dolduruyor Azer. TRT Çoksesli Korosu'nda kendisi ve eşi koristler. Biri 'bas', biri 'mezzo soprano'! Üç yaş büyüğüm ondan; o yüzden ve şiirlerim onunkilerden önce yayımlandığı için bir de bu yüzden; ve henüz bilmiyor, bilmiyoruz: 80'lerde geçeceği cehennemi 70'lerde gördüğümden sanki, bir de asü o yüzden: bana iyi davraniyor. TÜRKÜLÜ ANKARA ' Henüz '76. Önümüzdeki yılların Ankara'sına hazırlanıyoruz. Cemal Süreya'lı, Metin Altıoku'lu, Enis Batur'lu Ankara. Buyrukçu'lu, Füsun Akath'lı, "Oluşum"lu, "Türkiye Yazıları'Mı, "Yazı"lı Ankara. "Tavııkçu"lu, "Sanatsevenler Kurumu'lu, türkülü Ankara. Olağanüstü bir sesi var: Ruhlarımızı dolduruyor Azer. Diyor ki: "Odaa larında kuuru da meşc, yaanıyor ef'fem: Ona iyi davranıyorum. Diyor ki: "Memet Ağam da oturu da vermiş, ef felerin sağına!" Profilden bakışır yüzlerimiz. Ozlem, sıcakları getiriyor. Diyor ki: "Boncuklu da gelin ortalarda dönüyor dönüyor da, dönüyor..." Aydınlık içindeyiz. Tanrı, Azer'i özene bezene yaratmıştı. Mükemmel bir iskelet, kıvırcık kumral saçlarla taçlı tanrılarınkine benzer bir baş. Güriil gürül bir ses. Nazarlık olsun diye, diline minik, minicik bir 'rekâket' kondurmuştu. Insanlan kırmak isteyip de, kırmak istemediğinde; çocuk gibi, masumca kekeletiverirdi onıı. Bu saf yüreği yardı, 1980'de 12 Eylül: Şiirlerıni henüz yayımhyordu. "Cemal Süreya şiirimi sevmış, koymuş dergiye" derken tam! TRT onu Çoksesli Koro'dan Çankırı'da bir memuriyete sürdü. Onunla birlikte 100'den çok kişiyi daha. TRT'den Toprağı'na can verenler 'Ölü O Aydoğan YAVAŞLI a "Tanrı, Azeri özene bezene yaratmıştı. Mükemmel bir iskelet, kıvırak kumral saçlarla taçlı tanrılarınkine benzer bir baş. Cürül gürül bir ses. Nazarlık olsun diye, diline minik, minicik bir 'rekâket' kondurmuştu. insanları kırmak isteyip de, kırmak istemediginde; çocuk gibi, masumca kekeletiverirdi onu." ayrıldı. Nehir tersine akmaya başjadı. Ozlem'den ayrıldı. Sofralar kurudu. Ankara'dan ayrıldı. Gökler çekildi ve Azer, uzunca bir süre, bu bildiğimiz 'akıl'dan ayrıldı. KORUCUK KÖYÜ 1949'da doğmuş olduğu Korucuk Köyü'ne çekildi. Belki de ilk kez talihi yaver gitti ve Ordu ilinde, yaptığı işj bilen bir ruh sağaltıcıyla karşılaştı. Kitaba adını veren "Giz Menekşesi" şiiri; ona, doğaya, ilahi sonsuzluğa şükranını dile getirir. "Tahra ile yardım" diyor orda, "menekşenin yumrusunu". Kokluyor. Ve tadıyor diliyle. Aklımda, böyle. Marksizmle ulusal varlığı/duyuşu ve mistik coşkuyu bir potada kaynaştırmayı düşledi. Adına "ötegerçekçilik" dedi, "aşkıngerçekçilik": Onarmak, yaratmaktır. Yaratmak, onarılmak olduğunca. Ve Azer, Munzur'dakiler gibi, dara^açlarındakiler gibi, Fatsa'dakiler gibi, izbe köşelerdekiler gibi, kuru çay yataklarındakiler gibi ve belki hâlâ evlerin boş odalarında soluk alanlar gibi yalnızca; örselendı, yaralandı, parça parça edilmek istendi ve öldürüldü. Öldü. Sahne: Kıraç tepelerde sekili kulunların dansı Dia: Inci gibi EEG'ler iki 'kıran' arası Shantih, shantih, shantih Kulun: At yavrusu. Atlar, doğurmaz, kulunlar. Kulun ayağa kalkar ve tay olur. Seki: atın alninda ya da ayaklarındaki ak akıtma. Kımı kulunlar alınlarında ve üç ayağında scki de doğar. (Ahmed Arif ın şiirinde geçer.) Bunlar daha cevval, daha hızlı, daha değerlilerdir soylarının. 'Boyunları ufka doğru uzayan, ey soyları azalan atlar'. Atlar, gergedanlar, tapirler, tektoynaklıdırlar. Tırnakları tektir. Tektoynaklılar çifttoynaklılardan önce ayrılacaklardır varlıktan. Azer Yaran, zer Yârann şeklinde okunmalı, söylenmelidir. • damlar, 'Burada asgari ücret hızla yüksek' dediler. Kimsede tık yok. Oy• sa başka yerde bıınu böyle açıkça söylcyen ve sözlcri radyolarla televizyonlarda tekrarlanan bir yabancı çıksa, örneğin Fransa'da, yer yennden oynar ve kıyamet kopardı. Yalnız işçi sendikalan değil, paıtiler ve hükümet de ayaklanırdı. Borç verdıler ya da borçlara kefil oldular diye her i^e burunlarını sokan Diinya Bankası ile IMF denen Uluslararası Para Fonu, denetim ve itıraz yetkilerıni kullanarak böyle bir lıukme vardılarsa, sorumlulara bıınu kapalı kapılar ardında söylemeliydiler. Açıkça ve halkın gözlerinin içine baka baka söylcyebiliyorlarsa ölmüşüz de haberimiz yok demektir (...) Olü toprağı yalnız özelleştirme ve benzeri konularda mı söz konusu? Toplumun her alanında hep aynı uyuşukluk, tepkisizlik ve katlanış. (...) Başkaldırmak ve bu sinsi işgale dur demek için ne beklenmekte? Yunanın tekrar Izmir'e çıkması mı?" Yukardaki satırlar, Mümtaz Soysal'ın 23 Mayıs '05 tarihli Cumhuriyet'teki yazısından... Başlığı, Olü Toprağı. 90 YIL ÖNCEKİ FİLM Başka söze ne hacet, benzer tılmi bu ulus 90 yıl önce de görmemiş miydi? Hem de ne görmek! Senaryosu binlerce kilometre ötelerde yazılmış emperyalizm tilmini görmenin de ötesinde, bir mazlum halk olarak oynamıştı. Oynamıştı, çünkü bu ulusa bu filmde böyle bir rol biçilmişti: Maliyeni biz yöneteceğiz, bu amaçla Duyunu Umumiyc'yi kuracağız. ürdu bulundurmayacaksın, ancak iç güvenlik için sınırlı sayıda kolluk kuvvetleri bulunabılir. 1856'da Islahat Fermanı'yla kabul edilmiş ve 1867 yılında çıkarılan Tebaai Ecnebiyenin Emlâke Mutasarrıf Olmaları Hakkında Kanun adlı yasa: "Yabancı devletlerin uyrukları, Osmanlı ülkesinin Hicaz dışında kalan her yerındc, devletin uyruklan gibi ve başka bir şarta bağlı olmaksızın; şehir ve kasabaların içinde ya da dışındakı her yerde toprak satın alma ve mülk edinme hakkına sahıp olacaktır." TürkJerin oturdukları yerde bağım "A!