22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

r kendisinde bıraktığı izdüşümleri anımsar "Bakırköy'ün geniş çayırlarını mavi denizini, annemle teyzem yeldirmeler giymiş oldukları halde yaptığımız seyranlan özlüyorum..." der. (s. 84) Ihlamur'da rüzgânn uğuldayarak savrulduğu, dağıldığı yer olarak bildiği "Yırtık ahşap ev i, Büyükada'da "beyaz, yeşil pancurlu, içi daima ziya ve güneş dolu bir köşk"ü (s. 85) unutamaz. N. S. Örik, o her zamanki 'mükemmellik' kaygısıyla, yalnız duyguların tasvirinde değil, yaşanmış olayların yeniden kuruluşunda, hatırlanmasında 6a büyük bir titizlik gösterir. Keşke N. S. Örik'ten en az iki öyküsünün seçkiye girmesi iyi olur(du) dıye düşünüyorum. Sait Faik'in öykülerinde Istanbul, renkli ve çekici bir tablodur. Öykülerinin temel izleğini Istanbul oluşturur. Fethi Naci'nin de söylediği gibi 'Istanbul'u gerçekten.tanıyan' Sait Faik ve Oktay Akbal'dır. Öykülerinde yer alan kişiler, olay örgüsü insanımızın kendi içindeki yaşama biçimlerini (çatışmaları, toplumsal yaşantılan) gözlemleyerek, yaşayarak, etüt ederek anlatır. Mehmed Kemal, ilginç tanımlamasıyla: "...Sait Faik, içinden ne gelirse onu yazıyordu, gizlikapaklı biryanıyoktu.' (Acılı Kuşak, (4. bası), Ist. 1996, s. 277.) Başka bir deyişle, Istanbul odaklanan öykülerinde anlatı zinciri: Toplumsal ilişkileri, özellikle kentin görsel, yaşamsal biçimiyle bütün karmaşıklığıyla yansur. Ona göre Istanbul, "Bir baska Istanbul"dur. Nedim Gürsel'in de belirttiği gibi "Gerçek bir Istanbul yazarı olan Sait Faik'in imgeleme verdiği önem; bir kenti, bir mekânı, bu mekâna bağlı olarak bir anıt ya da manzara parçasını o kentten, o mekândan uzaktayken düşlemesi, giderek sözcüklerin yardımıyla düşlediği coğrafyanın içine yerleşmesi ilgimi çekti" der. (Paris YazılarıIIst. 2000, s. 41) Gürsel, bu tespitinin ardından Sait Faik'in öykülerinde yer eden öğeleri de şöyle sıralar: "...balıkçıların, Rum meynanecUerin, denizi, çamurlu dar sokakları, lodosu, ada vapurlanyla tüm Istanbul kentinin nasıl soluk alıp verdiğini nasıl cap canlı, kıpır kıpır oynaştığını..." anlatır. (s. 39) Semih Gümüş, Sait Faik'in (19061954) 'Kınalı'da Bir Ev', 'Alemdağ'da Var Bir Yılan', 'Dolapdere', 'Yüksek Kaldırım', 'Balıkçısını Bulan Olta' adlı beş öyküsünü seçkisine almış. Şimdi söz konusu öykülerden kısa kesitler sunalım Alemdağ da Var Bir Yılan'da Istanbul'u gerçekçi bir tavırla panoramasını çizer: "Yine nava karlı. Yine Istanbul çirkin. Istanbul mu? Istanbul çirkin şehir. Pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi, değil; güzel değil. Başka günlerde de Köprüsü balgamlıdır. Yan sokakları çamurludur, molozludur.(...) Sokaklar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayttır. Insanlar her yerde böyle...derken öykücümüz dayanamaz sanki kendisinin bu şehre, bu insanlara karşı haksızlık yaptığını fark eder ve şu unutulmaz 'aforizmasını' patlatır: "Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor." (s. 45) der. Sait Faik Istanbul'un 'insan manzaralarını' "Balıkçısını Bulan Olta"da ilginç bir yaklaşımla şöyle çizer: "Istanbul limanında öteki rimanlardaki gibi ne büyük orospular, ne korkunç zenciler, ne hezaran Çinliler vardır. Sessiz, dar, çamurlu, karanlık sokaklarda insan, insanları uyuyor sanır. Istanbul limanını Marika ile Deli Hurşit uyanık tutar." der. (s.60) W başka Istanbur rak'ın yapıtları, yaşamı sıradışı yapan çelişkilerin bir ayaın sanatçı kimliğinin imbiğinden geçen yorumlarıdır.(...) Bu ortak duyarlılık, içten bir anlatımın, sevgi dolu bir yüreğin, sımsıcak bir naif anlaymn atılırncı ifade gücünü kanıtlar" der. (Turkiye Iş Bankası Resim Koleksiyonu, Ist., 1997, s. 462.) "Geçmiş Zaman Olur ki 1946" adlı öyküsüyle Cihat Burak'ı (19151994) öykücü yönüyle tanımış oluyoruz. Istanbul'u geçmişten/geleceğe taşıyan kentin, tarihi, kültürü, değişen yaşam biçiminin 'izdüşümlerini' bir ressam gözüyle serbest fırça tuşlarıyla betimler Cihat Burak usta... Istanbul'u yer yer empresyonist bir tablo gibi betimlerken bu tablonun zaman içinde nasıl 'kıyafet değiştirdiğini' 'görsel leitmotifler' kullanarak öyküsüne estetik bir görünüm kazandırır. Insan/toplum/doğa üçlemesini yaşam içkinliği içerisinde insanın karmaşık davranışlarını gözler önüne serer: "Kıbar aile hanımlarının alışverişe cıktıkları günler Beyoğlu daha bir güzelleşirdi. (...) (s. 177) "...evlatları lüks spor arabalarında bütün bahçeli köşkleri ortadan yok eden Bağdat Caddesi'nde bir Amerikan homoseKsüel klubünün lanse ettiği James Dean'ın izi ölüm yarışlarına girişeceklerdi." (s. 177) " ...o yıllarda ekmek sıkıntısı çektiğimizi, hatta o kadaryolu tepip birkaç dilim ekmek için eve kadar gelip Balıkpazarı'na döndüğümü biliyorum..." (s. 178) "Çiçek Pasajı'nda Haçik'in birasını yudumlarken Örhan Veli, Sait Faik ve daha başka yazar çizerlerle tanıştım, bazenpasajdabazendeCumhurivet'tebuluşurduk; (...) (s. 178) "Sait Fait bana hikâyelerini, kitaplarını okuyup okumadığımı sormuştu, bir iki hikâyesinden başka bir şey okumadığımı söyleyince katıla kaltıla güldü, ha işte demişti, doğru dürüst dost olunacak bir adam bulduk nihayet!.." (s. 179) Beyoğlu artık (bütün Istanbul başka türlü mü sanki) büyük bir şehrin ana caddesi olmaktan çıkmış, alçaklığın, adiliğin, yozluğun göbek attığı bir genelev sokağı olmuş sanki." (s. 183) der. Oktay Akbal (1923) Istanbul'u yazmış, onu neredeyse öykülerinin 'belkemiği', 'odağı' halıne getirir. Kente ve yaşayan insanlara duyarlıdır. Onun ünlü bir benzetmesi vardır: "ÖnceEkmekler Bozuldu" ve şöyle bitirir: "Sonra her şey..." (...) Bizler, Istanbul doğumlu yurttaşlar bu kentin gerçek garipTeri olduk. Biz ÖyküciÜüğümüzün bir akarsuyu ler Istanbul köylüleriyiz. Kent bizim elimizden çıkıp gitti." (s. 242) "Hep Sait Faik'i hatırlarım bu vapurlarda. Vapurun önüne gider projektörün yanında dururum adaya yaklaşırken. (...) Sait Faik'in beyaz evi görünür zorlukla. Burgaz'a inmek, dolaşmak. O kilisenin önünden geçmek Sait'in evini bir daha gezmek." (s. 246) Akbal, doğa/insan bütünlüğünün 'yenileme' çabası içindedir. Doğa beşeri bir anlam taşır, hem de doğaya tutkundur. Doğayı, insanları yerinde gözlemlemeyi bilmek için 'yürümeyi' öğütler. Bir anlamda o, gezginci, yürümesini seven bir kişidir. Ufuk hattında olan her cismi/nesneyi çıplak gözle görmek/yaşamak/duymak ister. Istanbul, onun gönlünde/düşüncesinde yer eder. Modernizmi kuramları ve kavramlarıyla yaşamak/yaşatmak onun tek kaygısıdır. Toplumsal nayatta, onun işlevini o derece önemser kı şunları söylemekten geri kalmaz: "...Ne demiş Apollinaire 'Garlarda, istasyonlarda garip kişilere rastlanır.' Her istasyonda, her taşıtta böyle insanlar var. Hepimiz bir garip kişiyiz bir başkasının gözünde! Kendimizi görmez başkasını 'garip' buluruz. Oysa nep aynı çamurun içindeyiz, ama bazılarımız yıldızları seyreder." (s. 239) "Kavaklara Hiç Gittiniz mi?" adlı öyküsünde Anadolu Kavağı'nı "o zaman bir köydü, hem de yasak bölgelerle çevrili bir yer" (s. 253) olduğunu söyler. Onun ılgisini çeken zirveye çıkıp doğanın pitoresk görünümünü doyasıya seyretmektir: "Uzun yıllar sonra yeniden Kavaklar'dayım. Tepeye çıkan o güzel yokuş. Her adımda geriye bakarken...Güneş batıyor karşıda, an an iniyor her geceki yerine. Ben Ceneviz kalelerine doğru yürüyordum. Yıllar öncesinin yeri mi burası değil. Kişiler gibi yerler de değişir. Her kuşak 'başka' yönleriyle tanır semtleri, köyleri, Kentleri. Daha doğrusu bizde yarattığı, bıraktığı izlenimlerle anlam kazanır yerler." (s. 253) Akbal, kendisini anlatmak için en en çok kullandığı kavramdır, yürümek, görmek, izlemek...' katılmak da gerek, eğer içinde yaşadığınız çağın tanığı olmak istiyorsanız' demek ister. Hayatı, doğayı sevmenin ruhsal bir bütünlük olduğunu sezinletir. "Proust gibi kokularla, renklerle, seslerle arar geçmiş zamanı. Bulduğu zaman, bulduğunu sandığı zaman, bir de bakar ki o büsbütün başka bir şeydir" der. (s. 253) Öykünün sonuç bölümünün anahtar sözcüğü ve vurgusu da şudur: "Tüm yaşam, bir sözcük, tek bir söz. Bütün sorun, o söz nedir, onu bulmak. Hep aramalar bundan, bütün bu yazılar, romanlar, dizeler, öyküler, sanat, bilim hepsi o 'tek bir söz'ü bulmak isteği..." (s. 254) Oktay Akbal'ın bu anlamlı, derinlikli öyküsünü; birbirinden güzel diğer öykülelerini: ('Güneşli Günleri Özleyerek', 'Köprü Üstü', 'Son Vapur7', 'Hey Vapurlar, Trenler', 'Köprünün Orta Yeri') okumak, bu yaz sıcaklığında size değişik tadlar, hazlar yaşatacak ve düşündurecektir. O, öykücülüğümüzün bir akarsuyudur. Suut Kemal Yetkin yıllarca önce "Niçin roman değil de hikâye?" başlıkh ilgi çekici denemesinde şunlan yazar: "...sorusunun cevabı, psİKolojik sebeplerde aranmahdır" der. Yazısına şöyle devam eder: "Hayatı büyük olaylardan çok yaşamış küçuk gerçeklerin topluluğu olarak gören ve Dİrbirine benzeyen günlerin ürtasında akıp giden yazarlar, bu görüşü daha iyi çerçevelediği içindir ki ruîcâyeyi benimsiyorlar" (...) (Günlerin Götürdüğü, Varlık Yay., (2. baskı), 1965, s. 55). Diğer taraftan Mehmet Kaplan da 'öykücü için şu önemli saptamayı yapar: "Yazar ne kadar kültürlü ise, hayatı ve insanı o kadar derinden kavrar.f...) Hikâyeci bir bakıma, hayatın özellik ve güzeÛiğini yaratırken bulur. Daha iyi anlatma endişesi, onun tasvir ve üslubuna derinlik, incelik ve keskinlik verir.(...) Her hikâyeci bize eseri ile hayatın ve insanın ayrı bir yönünü gösterir." (Hikâye Tahlilleri, Dergâh Yay., (1. baskı), Ist., 1979, s. 10). "Her antoloji, hazırlayıcılarının birikimlerini ortaya koyan, az çok sübjektif bir yapı taşır.' sözünden yola çıkarak. Semih Gümüş'ün hazırlaaığı ve edebiyat dünyamıza kazandırdığı 'Öykülerde Istanbul" 'seçkisi'nin ikinci baskısında gözden geçirilerek yeniden 'eklemeler' yapmasını bir kez daha belirtmek isterim. Bununla birlikte, bilimsel araştırma yöntemine göre, araştırmacının ya da okurun 'anaTcaynağa' ulaşması için alıntı yapılan: Makale, araştırma, şiir, öykü vb. gibi yazıların kaynağının belirtilmesi gerekir. Böylece meraklı araştırmacı, dikkatli okur için yarar sağlayacağı kanısındayım. Öykulerin yazarlarına gelince: H. R. Gürpınar, Ömer Seyfettin, Sait Faik, R. H. Karay, Y. K. Karaosmanoğlu, N. S. Örik, Z. Ö. Saba, Orhan Kemal, Haldun Taner, Cihat Burak, S. K. Aksal, Zeyyat Selimoğlu, Oktay Akbal, Bilge Karasu, Demir Özlü, Füruzan, Onat Kutlar, Tezer Özlü, Mustafa Balel, Erendiz Atasü, Feyza Hepçilingirler, Işıl Özgentürk, Hulki Aktunç, Semra Aktunç, Nedim Gürsel, Feride Çiçekoğlu, Roni Margulies, Buket Uzuner, Karin Karakaşlı'nın ürünleri yer alıyor. Türkiye Iş Bankası Kültür Yayınları yayımladığı kitapların çok özenli bir buçumde basıldığını belirtmeliyim. Özelfikle kitap kapak tasarımı (desen), kâğıdın kalitesi, okumada gözü yormayan harf karakterlerinin seçimi kitapseverler için önemli öğelerdir. Hele yayınevlerimizin uzun süreden beri unuttukları ya da maliyet gideri dolayısıyla kitap sırtının 'ipek dıkişliciltli' geleneği neredeyse yok oluş gitmişti. "Öykülerde Istanbul" kitabının ipek dikişli, ciltli olması eski söyleyişle ' evlâdiyelik" olduğunu 'okurlarına' müjdelerim. §unu da unutmadan yazayım: Kîtap kapak deseni Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun 29.10.949 tarihli gravür tarzıyla çini mürekkebi "tarama resim" tekniğiyle "Galata Köprüsü", arka planda Istanbul silueti kompozisyonu enfes... "Öykülerde Istanbul", kitaphğımızda yer edecek nitelikte okunması, değerlendirilmesi gerekli, önemli bir seçki olarak görüyorum. • SAYFA 9 Sonuç yerlna Kıymet Giray, Cihat Burak'ı "otodidakt ressam" olarak tanımlar ve sanatı üzerine şu değerlendirmeyi yapar: "BuCUMHURİYET KİTAP SAYI 652 Ressam Gözüyle "Geçmlş Zaman Uurkl" Semlh Cümü$ bir boşluğu lyl değerlendlrerek bu önemli seçklyl edeblyat dünyamıza kazandırdı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear