05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

r önleme ilke ve kuralları olarak da anlaşılması gerektiğine dikkati çekiyor. Yazar bize her ne kadar disiplinin tarihini anlatmasa da 8 platoda kronolojik bir sıra izleyerek Hollandalspanya Savaşı sırasında Oranya ordusundaki reform hareketlerinden başlayarak en son 1989 yılında, reel sosyalist dünyanın dağılmasına kadar uzanagelen sürede disiplinin gelişmesini izliyor. Ayrıca Prusya askerî yasaları, Prusya ordusundaki reform çabaları, 1844 Devrimi'nin bastırılma çaba ve yollarını, 1914 öncesinde Alman sosyal demokratlarının "itaatsiz/asi itaatkârlıklarını" I. Dünya Savaşı sırasında cephede çöken sinirlerle birlikte askerî psikiyatrinin insandan önce savaşın hizmetine girişini; topyekunluğun bütün anlamlarını sınayan II. Dünya Savaşı'nı ve nihayet nükleer savaş çağını, bu disiplin tarihi kılavuzuyla çekip önümüze getiriyor. Bu geniş malzeme sunumu bize en azından "itaat üretmenin" çok yönlü pratikleri hakkında yeterince fikir verebiliyor. Bu pratikler bir açıdan askerin vatanseverlik ruhuna ve duygularına dayanıyor. I. Dünya Savaşı askerî psikiyatrisi, disipline etme alanının bilinçdışına uzandığını da gösteriyor. Nihayet üçüncü bir disiplin zorunluluğu, teknolojinin uzmanca bilgi, iş ve disiplinli çalışma isteyen alanında ortaya çıkıyor. Bu yönden bakıldığında, disiplinin temellendiği mıntıkalar ve pratiklerle birlikte, sosyal gelişmeye paralel olarakbir tür tarihsel evrimiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Disiplinin bu »elişme trendlerine baktığımızda, başangıçta modernçağın paralı askerlerininbedensel eğitimi ve şartlandırılmaları, bir makine aksamına dönüştürülmeleri çabasını görüyoruz. Dönemin askerî "felsefeleri" (Lipsius); askerden her türlü duygulanım durumunu arındırarak, onun salt bir akıl, serinkanlı bir aksam haline getirilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Ülusal devletlerin ve bir vatan düşüncesinin burjuva Avrupası'na (Almanya'ya) gitgide yerleşmesiyle askerin bu kez ideolojik manipülasyonu bir imkân olarak devreye giriyor. Paralı askerliğin yerini büyük ölçüde artık (burjuvavatandaş) askerin vatansever kanaat ve inançlarıyla yüklenmeye kalktığı mecburi askerlik görevi alabiliyor. Üçüncü trend savaşın teknolojikleşmesi, askerden artık daha çok uzmancaişlevsellikler bekleyen bir disiplinin öne çıkmasına yol açıyor. Asker savaşın endüstrileşmesine ve nihayet otomatikleşmesine (en son biçimi bilgisayarlarla yönetilmesine) ayak uydurmak durumunda. Disipline etmenin şekil değiştirmesiyle birlikte, endüstri çağı savaşında artık askerden beklenen itaatin biçimi de değişiyor dolayısıyla; üstlerin emrine körü körüne itaat yerine, inisiyatif taşıyan, kişisel kararlar alabilen tip geçiyor; savaşın sevk ve idaresinin, tüm yönetimin teknolojikfonksiyonalist bir düzleme kaymasıyla itaat farklı bir anlam taşımaya başlıyor. Savaşın teknolojHrieşmesi dur. İnsana ihtiyaç duymayan bir savaşta, insan potansiyelinin sivıl hizmetlerde değerlendirilmesi, neredeyse vazgeçilmez bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı gibi, anayasaya da uymaktadır. Bröckling nükleer silahların caydırıcı etkisiyle her ne kadar insan unsuruna olan ihtiyacın azaldığına işaret ediyorsa da, yüksek tahrip gücüne sahip konvansiyonel silahlann gene de insansız bir savaşı imkânsızlaştırdığını söylüyor. Körfez Savaşı'nın ardından, Yugoslavya'nın bölünmesine yönelik savaşlar ve nihayet günümüzün sıcak olayı, Afganistan'daki savaş, her türlü teknolojik donanıma rağmen, son tahlilde insana asker olarak duyulan ihtiyacın bitmediğini gösteriyor. Bröckling sonuç tezlerinde de bir kez daha en mukemmel askerî teknolojik mekanizmalara rağmen, insanın savaşta bir "aşındırıcı" etki yaptığını, silahlanma, hazırlık dönemlerinae pek belli olmasa da, savaşlarda insan unsurunun köstekleyici etkilerinin sıfıra indirgenmesinin halen mümkün olmadığını hatırlatıyor. "Tahayyül et ki savaş var ve kimse gitmiyor!" tü ründen fantezilerin fare dağa küsmüş misali, etkili bir itaatsizlik, savaşı önleme anlamında bir yol olamayacağını, hatta savaşı yönelten bilgisayarlan kıyamet gününe kadar kötürümleştirecek ütopik Dİr virüsün sonuç vermeyeceğini anımsatıyor. Bu savaş karşıtı fantezilerinya da munalif kültiirel tepkilerin gerçeklikte nelere tekabül edebileceğini tasarlamak zor. Ancak, Bröckling, metin boyunca farklı itaat etme pratiklerine farklı itaatsizlik, başkaldırı biçimlerinin karşılık geldiğini söylemişti. " l layal et ki savaş var ve kimse gitmiyor" cümlesi de bu türden bir itaatsizlik pratiğinin bir biçimi sayılamaz mı? Yeniden silahlanan ve militarize olan Almanya'nın ilkece "savaş karşıtı" ordusunun bu etiketini bir yana bırakacak olursak, olup biten yeni bir savaş ordusunun hazırlanması, altyapılannın oluşturulması, silah teknolojisi ve mali açıdan gerekli bütün adımların atılması anlamına gelmiyor mu? 'lopyekun imha silahı olan nükleer silah, teknolojikbilimsel, militaristmali bir büyük "topyekun seferberlik" pro jesini önkoşul olarak aramıyor mu? Bu aşamada da fonksiyonel, uzman, işinin enli ve itaatkâr "işçiordularına" kesinlikle ihtiyaç duyulmaktadır. Sivilaskerî ilişkiler, şimdiye kadar olageldiği gibi, militarize edilerek askerlerce yürütülmese de, savaşın vazgeçilmez bir uğrağını oluşturmuyor mu? Ordunun sivilleşmesi, sivil uzmanların orduda ücretli görevler yüklenmesi, danışmanhklar yapması, yüksek düzeyde farklılaşmış, işhizmet bölümüne gidip karmaşıklaşmış bir toplumda, ordunun topluma entegre olmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Fonksiyonalist ihtiyaçlarıyla, yüksek düzeyde farklılaşmış topluma ordunun entegre olma zorunluluğu, doğal felaketlerden değişik iç bunalımlara kadar orduların "sivil" hizmet pratiklerini tatbikatlara dahil etmeleriyle tamamlanmaktadır. Sivil toplum ile orduların bu yenileşmesinde itaat ve disipline de farklı bir boyuttan bakmamız gerekiyor artık. • Grasıvurzelrevolutiort dergisinden derlenmiştir f Ödülii öldurmc olan "Disiplin" KLAUS NAUMAN Bröckling son bölümde, insanın yerini teknolojik silahlann almasıyla yeni caydırma stratejilerinin ortaya çıkmasını, bu stratejilerin bağlamında askerin konum ve yerini inceliyor. Disiplin niceliksel ve niteliksel bir dönüşüm yaşıyor nükleer caydırma savaşları çağında. Çünkü nükleer silahlar tamamen otomatikleştirilmiş imha potansiyelleriyle , insanın hiçbir şeküde gerçekleştiremeyeceği karar verme mükemmellikleriyle insana ihtiyaç duymak şöyle dursun, onu artık bir engel olarak tasfiye etme durumundadır. Tam da bu aşamada, Almanya örneğinde olduğu gibi, askerlik, savaş hizmeti yerine, sivil nizmet yapma isteğinin artması, vicdani ret, zaten duruma uygun^ SAYFA 14 Savaş vap ve kimse gitmlyor A bkeri tarihle ve askeri psikolojiyle ilgili en son çalışmalar, askeri konulara yeni yeni duyulan merakın, aynı ölçüde toplumsal bir olay olan "savaşa" duyulmadıfiını gösteriyor. Askeri sosyoloji uzmanları ve tarihçiler hâlâ, "ölümden söz eden tarihin" etrafından dolanıyorlar çalışmalarında. Bunun birkaç nedeni olmalı. Bu konuların uzmanları, yakın dönemin ve günümuzün savaşları üzerinde konuşmak yerine, geleneksel savaş tarihi tabloları üzerinde tartışıp didişiyorlar. Savaş operasyonları, çarpışma ve "seferler', onlara göre, modası geçmiş, aşümış şeylerdir. Ayrıca bu türden doğrudan savaş odaklı incelemeler, uygulamaya yönelik incelemeler olarak, güvenlik politikaları savunucularınca zaten tehlikeli bulunmaktadır. Ayrıca savaşa, bir düşünme ve eylem imkânı olarak bakma isteği de olaukça sınırh görünmektedir. Modern savaş yeniça ğın başındaki engellerin çoktan üzerinden atlamış ve toplumsal, öteki deyişle "topyekun' bir düzenleme haline gelmişlten, bilim dalları, bu alandan gelen o aşırı meydan okumaya kulak tıkamakta ve "savaşı düsünmekten" ısrarla kaçınmaktadırlar. Orneğin Ute Frevert'in, çok güzel bir derleme olan "19. ve 20 yv.'da Ordu ve Toplum" çalışmasında da bu eğilimi buluyoruz. Yazar kavrayış olarak "normal bir durum olan banştan" yola çıkıp "aşırı uç, olağanüstü bir durum" olarak anladığı "savaş" ile barışı birbirinden kesinlikle ayrı tutmaya çalışmakla kalmıyor; savaşın açıklanabileceğini de kabul etmiyor: "Ekstrem durumda (savaşta) ordu ile toplumun ilişkisini gerektiği gibi kavramak ve anlamak mümkün değıldir." Savaşın, ordu ile toplum arasındaki ilişkilerin açıldanmasında niçin barış kadar verimli olmadığı sorusunu haklı olarak sorabiliriz. Bröckling'in kitabı da, "savaş"tan kaçınan bu söylemin etkisinden tamamen kurtulmuş değil, oysa yazar bizzat literatüre yaptığı yollamalarda ve göz atmalarda, bu yöntemsel zaafın altını çizip duruyor. Bröckling girişte Max Weber'den Cîerhard Oestreıch'a, Envin Goffman'dan Michael l'oucault'ya kadar askeri sosyolojinin görüşlerini özetliyor. OnJarın temel tezlerine katılarak, ordunun, modern toplumun laboratuvarı oldufeunu söylüyor; dolayısıyla da ordunun "disiplin üretimi"nin, modern sosyal disiplinin köşe taşlarından birini oluşturduğunu Ordu ve toplum kabul ediyor. Disiplini basitleştirerelc bir zorlamaya, "mecburetmeye" indirgeyen tek yanb görüşlerden kaçınmaya dikxat eden yazar, disiplinin sadece bir boyun eğdirme, bir tabi kılma pratiği olmadığını, aynı zamanda bir de ödülü bulunduğunu söylüyor. Emir ve komutanın "yapman gerekl"inin yanı başında, bir de yapmaya iznin var!" yer almaktadır. Bu izin, yapma müsaadesi, sivil topluKİTAP SAYI CUMHURİYET 637
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear