22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Muzaffer Uyguner, Esendal'ın 'Tüm Yapıtlanndan sonra kızına mektuplannı da yayıma hazırladı 'Kmma MektUDlar'daki Esendal Kızıma Mektuplar'da Esendal'ın edebi kişiliğine karışmış her türlü olguya parmak basmak olanaklı. Yapıtlarının gerisindeki Esendal, öncelikle yaşama sevincini ertelemeyen, arkadaş canlısı, babacan, yaraımsever, ayrıntıya düşkün biri. Gündelik sıkıntdarın arasında "Ömrümüz olsa da yaşasak." diyen bir dünyalı. Bu yürek taşkınlığı içinde yalnızlığın içini doldurmasını iyi beceriyor. mektuplarında bir pedagog gibi dikkadi, çocuksu bir ruh haline teslim etmiştir kendini. Tahran Elçisi'yken kaleme aldığı 20.3.1928 tarihli mektubun satırlannda cebinden mini mini armağanlar çıkaran masalcı bir dedenin şekerli dili gezinmektedir sanki: "Benim şeker kızım, bal kızım, kaymak kızım, tokmak kızım. Tahran'a gelirken ve Baku'dan geçerken günlerden bir gün gördüm ki Dİr yerde birkaç kız oturmuşlar (Cambazhane Oyunu) oynuyorlar. "Bu oyunu nereden aldınız hanım kızlar!" diye sordum. "Çarşıdan aldık!" diye cevap verdiler. Hemen ben de çarşıya koştum, o dükkân senin, bu dükkân benim gezerken bir dükkânın birisinde cambazhane oyunu buldum. Dükkâncıya sordum: "Dükkâncıbaşı, dükkâncıbaşı bu oyunu kaç paraya verirsin!" dedim. "Çok para isterim!" dedi. "Aman dükkâncıbaşı, canım dükkâncıbaşı ne olursun, bunu ucuz ver. Bunlarla Emine Hanım oynayacaktır!" dedim. "Hangi Emine Hanım?" diye sordu. "Kızlann kızı, hanımlann şekeri, babasının elmas kızı Emine Hanım oynayacaktır," dedim. "Ya! Öyleyse ucuz veririm," dedi. Meğer dükkâncı Emine Hanım'ın adını, sanını duymuş imiş, verdi." (s. 12) yaşamının her evresinde 'eğitimöğretim' diye titremiş zorbirkişiliği var. Bu yüzden.yaşamı tanıyarak yaşayarak kişiliğine karıştıran ins an1ara sonsuz bir saygı duyuyor. Kızına seslenirken okulla sınırlı kalmayan bir yönlendirmeye itiyor onu. Aşağıdaki satırlannı alıntıladığimız mektubun tarihi 6 Eylül 1937 'dir; biricik kızına ortaöğrenim basamaklarında söyledikleri, elbette gerçek yıllann ilerisinde, yaşama uyarlanmakla ilgilidir: " Sınıfta birinci olmaya gelince, hoş bir şeydir ama, bilmem ki çok değerli midir? Sınıfta birinci olmak için yaratılmış insanlar vardır. Yaradılışlan buna elverişlidir, boyuna birinci olurlar. Ancak sonra bunlar yaşamakta çok becerikli olmazlar. Bugünkü mekteplerde yapılacak şey, üzüntü ve korku çekmeden sınıfı geçmektir. Bu da dersleri kaçırmamak ve anlamadığın dersler üstünde biraz uğraşmakla olur. Güc bir iş değildir. Çokları bunu denemeden güçtür sanırlar." (s. 140) AHMETGUNBAS imi çağdaşlanna göre erken ve yalın bir Türkçe ile edebiyatımıza sökün eden; 1908'de îttihat ve Terakki Cemiyeti'nde müfettişlik göreviyle başlayan politika çizgisini elçilik, milletvekillİK ve CHP Gencl Sekreterliği ile noktalayan Mahmut Şevket Esendal, geride bıraktığı mektuplanyla da ilgi çekiyor. Oykü ve romanlarının yeniden ele alınmasından sonra, anıların, mektupların yayımlanma şansı bulmasıyla Esendal ın külliyatı tamamlanmış olacak. Eğer sırada Kızıma Mektuplar'dan(*) Daşka bir yapıt yoksa tabii!.. Esendal'ın mektuplannı salt bir edebiyatçının mektuplan nlarak değerlendirmek yanlıştır kuskusuz. Aile yaşamından pofitikanın çokrenkliliğine uzanan çizgide, ulusumuzun büyük bir dönüşüme adını yazdırdığı, Curnhuriyet inancıyla pekişen bir kuşağın iki önemli fırtına arasında (Birinci ve Ikinci Paylaşım Savaşları) özveriyle ve cesaretle var olma direnci gösterdiği ağnlı yılların panoraması yansımakta. Muzaffer Uyguner'in özenle sıraya'koyduğu 400 mektubun tarihsel süreci 19281952 ydlannı kapsıyor. Tarihsiz mektuplar ele alındığında başlangıç 1927'ye çekilebilir. Demek oluyor ki çalkantılann göbeğinde, hatta anaforunda 25 yıl düzenli biçimde sürdürülen bir yazışmadır bu. Kızı Emine'nin çocukluğu, genç kızlığı, kadınlığı ile baş başa yürüyen, onu hiç yalnız bırakmayan şefkatli bir babanın yazma tutkusu!.. K ce yazılan mektup aynen şöyle başlıyor: ' Kızım Canım, Bu gece Ankara Radyosu'nu dinledim. Bir sürü saçmadan sonra bize, değerli bir haber de verdi. Atatürk, çektiği hastalığın ve nöbetini de adatmış. Bu naberi dinledikten sonra radyodan her ne dinledimse, bana hoş geldi." (s. 211) Kolay değil, ta Afganistan'dan yazılmış bir mektuptur bu! Oralarda kulağını radyoya dayayacak denli sevinçle dışavurulmuş bir acıdan söz ediyor. Büyüdükçe bir dert ortağı olmuştur kızı onun için. Gezdiği gördüğü yerlerin otantik renklerini de satırlanna eklerken kimi zaman politika sahnesindeki ikiyüzlülüklerden, oyunlardan yakınır. CHP'de doruğa cıkmasına karşın politik ihtiras içinde olmaması şaşırtıcıdır. Kaldığı evlerden dostlannı ağırlamaktan zevk alan, kediköpek besleyen, kuluçkadaki tavuğun başını bekleyen, çocuk sevgisini baştacı eden bir aile babasıdır o. Tıpkı Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın örgü örmesi gibi, yaşamla barışık alışkanlıkları özlemektedir. Öykü hastalığını kızına da bulaştırmıştır bu arada. Hatta öykülerinin basımı ile tek ilgilenir. Sızlanmalanna bakdırsa, yazmaya yeterince zaman ayıramadığı, yazdıklannı da fazla önemsemediği sezinlenir. "Ben, eskiden de yazdım. Benim yazılarımı ben ilkin düşünüyorum, hoşuma gidiyor. Yazıyorum, beğeniyorum. Basılıp çıkıyor, okumak bile istemiyorum. Iğreniyorum da desem yalan olmaz" (s. 590) derken çevresinin bu yöndeki kısırlığını ve estetik kaygıyı imlemiş olmalıdır. Ona göre, Dil Kurumu Bilim Heyeti Başkanlığı'na getirilmek bÜe yanlış bir seçimdir. Kurumdaki dil bilginleri için "Hepsi amatör" nitelemesinde bulunur. Hele bir de işin sahtekârları yok mu? Memduh Şevket, Mehmet Hulusi Esendal gibi türediler adının yanında fink atsa sesini çikarmaz; "Bir yandan da imzayı çalmak marifet değil, o yazıyı yazmalı" görüşünü savunur. Henüz okur yazar düzeyini tamamlamamış o günlerin toplumunda olağan şeylerdir bunlar. 22 Mart 1952 tarihli mektup, ölümünden önce kaleme aldığı son mektuptur. "Ben zonayi adattım sayıhr" dediği 8 Şubat 1952 tarihli mektuba kıyasla daha bir yaşam doludur. 1si gücü bırakıp büyük bir hevesle kuluçkadan çıkan civcivleri saymaktadır: "Tavuğumuz yatmıştı; Mükerrem on üç yumurta koymuştu. On iki tane piliç çıktı. Bir tane cılk. iki tane de ölmüş çıkamamış, yahut daha çıkacaktı da biz artık usandık, bekleyemedik. iki tane de çıkmış da ezilmiş. Sözün kısası on üç yumurta on sekiz olmuş. Ya tavuk kendi yumurtladı ya ötekiler yardım edip doldurdular. Bunların üstünde de bir ay kadar yattı. Bugün iki yumurtayı sobanın altına koyup, piliçleri tavuğa verdik. On iki tane, hafif alacalı arap yavrusu!" (s. 633) Kim bilir, belki de babasının ölümünden sonra Emine'nin elleri bu doğum sevinci üzerinde gezinmiş olmalıdır! Kızıma Mektuplar, postacıların yolunu gözleyen sımsıcak babakız iletişiminin, Cumhuriyet aydınlığı ile sarmalanmış, gizlisi kapaklısı olmayan ve içine bindirilmiş fotoğraflar barındıran güler yüzlü belgelerdir bana göre. Okudukça tadına varacaksınız. • (*) Kızıma MektuplarMemduh Şevket Esendal/ YaytmaHaz.:Muzaffer Uyguner/ Bilgi Yayınevı/ Birinci Basım/ Ocak 2001/655 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 576 Ottft Mektuplanndaki başlık neredeyse hiç değişmeden (Carum Kızım, Elmas Kızım) kalmıştır. llk bakışta Esendal'da KÖzc çarpan uzakyakın dinlemeyen aile sıcaldiğıdır. Nerede olursa olsun kanadını sıcak tutmaya çalışır. Öykü ve romanlarındaki önemsizi önemlileştiren özelliği, böyle bir sıcaklığı genelde insan scvgisine bağlayan içtenlikli, paylasımcı tutumundan ileri gelir. Yani Esendal, her kosul altında insanı atlamaz. Görünce bakmaya, bakınca da iç dünyalann ıssızlığına gizlenmiş ve birbirine ulaşamamış erdernleri, çırpınışları su yüzüne çıkarmaya çalışır. Kızıma Mektuplar'da Esendal'ın edebi kişiliğine kanşmış her türlü olguya pannak basmak olanaklı. Yapıtlarının gerisindeki Esendal, öncelikle yaşama sevincini ertelemeyen, arkadas, canlısı, babacan, yardımsever, aynntıya düşkün biri. Gündelik sıkıntıların arasında "Ömrümüz olsa da yaşasak" diyen bir dünyalı. Bu yürek taşkınlığı içinde yalnızlığın içini doldurmasını iyi beceriyor. Mektup trafiği hiç aksamıyor. Hani hiç kimse olmasa bile, kendine mektup yazacak denli bir mektup delisi! Bu bir sığınma değil, tazelenme, soluk alma!.. "Ne var ne yok"lann ötesinde yaşamın monotonluğunu çiğneyipgeçme!.. Yeni ufuldar arama, yeni yof ağızlarına gelme!.. Sora yanıtlaya bilgi yükünü takas etme; yönlenme, yönlendirme!.. Bir insan yaratmanın güçlüğü üzerinde dönüp durma, en kısa yoldan onu tümleyen alışkanlıkları, edımleri beğeniye sunma... Esendal görevleri gereği evine sık sık uzak kalmış, diplomasinin soğuk çemberinden mektuplarla sıynlmayı denemiştir. Az önce sözünü ettiğimiz 'aile sıcaklığı'nı korumada ve sürdürmedcki başarısı onun empatik yeteneğini de açığa çıkanr. Emine ye seslenirken yanı başındaymış izlenimi uyandınr. Aynca ilk SAYFA 8 HararetH dll tamşmalan Dikkat edilirse, başlarda pedagog sabnyla ortava çıkan sevgili babamız yer yer de psikolog kişiliğiyle, çalışkan insanlann ellerinde yaşamı basite indirgiyor. Esendal, vönlendirmelerin yanında eleştiriye açiK bir baba. Mektuplarda hararetli dil tartışmalarını da bulabilirsiniz. Ama 'dediğim dedik' türünden degil: "Ben sana, Arapça yazıyorsun, dediftim, belki birkaç cümle içindir. Şimdi hangi sözlere takılıp da böyle yazdığımı hatırlayamıyorum. Bunlar "mamafih" gibi sözlerdir. Dilimizde "bununlaberaber" varken "mamafih" kullanılmamalıdır. Yıl sözümüz varken "sene" de dememeli. "Yemiş" sözü varken yerine "meyve" ve "semere" dense bileaz demeli." (s. 173) 50 yıllık politik yaşamı boyunca "binaenalcyh" sözcüğünü dilinden düşürmeyen Cumhurbaşkanlığı da yapmış bir politikacı aklıma geldiğinde, Esendal'ın 16 Mayıs 1938 tarihli mektubunda bzına söylediklerini fazlasıyla önemsiyorum. Mektuplar nerelere götürmüyor ki bııvor kı bi zi! Atatürk'ün ölümünden iki hafta ön Çoct*yüzfüMrdünya O masalcı dede ki üçüncü kişileri de güzelliyor, tekerleye tekerleye günlük kargaşaları unutturup çocuk yüzlü bir dünyaya yuvarlıyor bizi. Emine büyüdükçe dili de erginleşiyor. Üişkiler masal dünyasından kurtulup gerçeğin acıtatlı sürprizleriyle karşılaşıyor. Esendal hiç üşenmeden ve kimsenin incinmesine aman vermeden, deneyimlerini, bilgi ve görgüsünü seferber eyleyerek can çiçeği Emine sinin yürüdüğü yolda gönüllü kılavuzluğa soyunuyor. Aslına bakarsanız Esendal'ın belü bir okul kariyeri yok. O, yasamı yaşamdan öğrenmiş alaylı (okulsuz) bir yazar. Buna karşın çok şey doldurmuş dağarcığına. Üç dili (Fransızca Rusça, Farsça) iyi derecede konuşabilecek düzeye erişmiş, Galatasaray, Kabataş liselerinde öğretmenlik (tarihcoğrafya) yapmış, politikanın tepelerinde gezinmiş, yurtiçiyurtdısı birçok ülkeyi ve kenti dolaşmış, zaman buldukça öyküyle romanla iç içe olmuş,
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear