Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
kum etmek, yalnızca sekiz on yülık bir birikim süreci esas alınarak sınıflamak bana hem haksız, hem de aceleci bir tavır olarak görünüyor. Genç öykücülerin hemen bütün tartışma ortamlarında yoğun biçimde suçlanmalan zaman zaman onlar tarafından kuşak çatışması olarak da yorumlandı. Ben bu noktada, son dönem öykücülüğümüz ve yaşlan değil, ama asıl yazdıkları dolayısıyla genç olarak nitelenen doksanlı yılların öykücüleri üzerine önce genel kanılarımı daha sonra ise bunlar arasında öne çıkmış, özellikle izlediğim ve beğenip sevdiklerimle ilgili öznel görüşlerimi söyleyeceğim. Sözii edilen süreçte, sıstemin topluma 'yükselen' olarak dayattığı değerdeğersizlik kavramları karmaşasından etkilenen ve belli ölçüde kimlik yitiminc, cn azından kafa karışıklığına uğrayan, pek azı da sisteme aykırı, muhalif ve hatta tepkisel tavır geliştirenki bunların sesleri pek duyıılamadı, boğuldueli kalem tutan genç insanlar, hem birey hem de toplumsal aidiyet bakımından kendilerini yeniden tanımlama gereğini duydular. Bunlar süreksizlik, tutarsızlık, görecelik, gerçek ve düşsel olan gibi kavramlar üzerinde netleşmeye çabşırlarken daha çok 'kendi özüne dönük ust kurmaca" metin üretme yönelişine girdiler. Kendini açamayan, kent insanının yalnızlığını, iç dünyasındaki karmaşayı kesit alan ve yoğun anlamsal kırılma ve çözülme süreçlerini konıı alan kısalı uzunlu metinler sergilediler. Yer yer acı alayla ve düşsel öğelerle donatdan bu anlatıların yazarlarındaki genel eğilim, kenlınca o zaman başka şeyler devreye giriyor. tki önemli isim: Güven ve cesaret. Ama bunu dış dünyadaki gerçeğin dilinden relaffuz etriğimiz müddetçe güvensiz ve cesaretsiz kalmaya mankumuz. Alacağımız giıven ve cesaret oluşturdu ğumuz metinlerdeıı kaynaklı olmalı esas, yoksa pohpohlamalardan değil, bu pohpohlamalardan oluşacak güven ve cesaretten değil Sisteme entegre bir dil den konuşmaK, resmi bir dilden konuşmak anlamına gelir ve bence buradaki en biıyük tehlikevi de bu oluşturur. Kafa tutacaksımz. Vekafa rutacaksanız sonuna kadar kara tutacaksınız. Bunun ama'sı yok. Sivil itaatsizlik... Buna ihtiyacımız var. Burada, kendi yazdıklarıma biraz döneceğim ve birçok insanın yüzünün buruşmasına neden olan feminist yanıma bir göndermeyapacağım. Benden ama, çünkü gibisinden bir açıklama beklemeyin. Susan Sontag'ın çok sevdiğim bir deyişi vardır. Derki, düşlerimin yaşamımı anlatması, aktarması, yansıtması değil, yaşamımın düşlerimi anlatması, aktarması, yansıtmasıydı aradığım. Hem düşün hem gerçeğin bir arada yürüyebileceğinin kanıtıuır bu sözler. Kaderle iradenin bir arada var olabileceğinin kanıtı gibi. Benim tenıinizme inancım bu iki uç noktayı bağdaştırdı. Kadınerkek hepinize öneririm. Şimdi gelelim kadın tliline. Ben bu dilin her zaman önemli oldıığunu savundum. Ancak bu dilden kastım, sadece kadınlara özgü bir değildi bu. Üstelik sadece azınlık kavramını (milli, siyasi ve etnik bakımdan algılayabileceğimiz bir azınlık kavramını) içine alan bir dil değil, aslında çoğunluk olanın sahip çıknıası gerekli olan bir dildir bu. Bugiin yaşadığımız savaş dıırıımunu protesto etmeye elimizdeki dilin ne kadar yetebileceği konusunda ciddi şüphe lerim var. Buradaki dili sadece Türkçe olarak algılamayalım. Bugiin savaş karşıtı bir Ingiliz'in de, Fransız'ın, Kürt'ün ya da Afganlının da böyle yetkin bir dile sahip olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla sorun ne îngilizce, ne Türkçe, ne Kürtçe'dir. Dil ideolojinin bir aracı CUMHURİYET KİTAP SAYI 616 Değerdeğersizllk kavramları dilerinden öncekileri modası geçmiş, okunmaya değmeyen, dünya çapında dolaşımı yani konvertibilitesi olmayan ve eskimiş bulma, geleneksel anlatının kalıplarını kırarak saf dışı etme, belki de içeriksizliği alt etmek için anlaşılırlık yerine kapalı söylemi yeğleme, anlatı türleri arasındaki ayrımların belirsizleşmesiyle buna uygıın dil ve biçim denemelerine agırlık vermek oldu. Kuşkusuz aynı zaman diliminde küresel iletişimin kolaylaşması ve postmodernist akımlarm edebiya tımıza yansıması da bu tiir arayışların ortaya çıkışına sebep oldu. tlginç olan şıı ki bugün doksanlı yılların bitiminde öne çıkanların çoğu bu yazarlık tavnnı benimseyenler yani kendilerini izleklerden çok bi çimlerle tanımlayanlar değil, zengin öykü geleneği mizi reddetmeden gerçekliği yeni bir düzen ve kurgu anlayışı içinde yorumlamayı başarabilen öykücü ler oldular. Bugiin için tema ve biçim özellikleri yönünden farklılık ve yeni açılımlar getirebildikleri ise pek söylenemese de ya şamla koşut bir dcğişim süreci olarak baktığımızda son on ydımızın yansıtıcı sı oldular: Toplumsal dönüşümler ve orada duran insanın macerası, kara alay yoluyla eleştiri, değer yitimleri ve yeniden adlandırmalar, cinslere özgü bireysel iç dünyalar, ikili Uişkiler ve yıpranmalar, yorgunluklar, evlilik sorunları, kırsal kesim, küçük kent ve kasaba ya da deniz insanlarının dünyaları üzerine ken olduğu müddetçe ve kultür ve ideoloji arasında mekik dokuduğu müddetçeki buna programlanmıştırBöyle bir yapı içersinde Kürtçe'yi de Tiirkçe'yi de tarklı görmüyorum. Kürtçevasağının delinmesi Kürtkadı nının ya da merkezin dışındaki bireylerin etnisıtenin dışında gerçekten konuşabiimelerini s.ağladı mı, sağlayacak mı? Ben Türkçe konıışuyorum, ama ınandıkJarım bakımından ve merkezde olmayı tercih etmeyışim bakımından, dilimin çevrelediği hale düşünüldüğünde bu dile yabancıyım. Çünkü bu dilin hukuk diline inanmıyorum, resmi tarih dilinc inanmıyorum, gazetelerdekı diline inanmıyorum, kö^e yazılarının dilini samimi bulmuyorum, reklam dilini iç burkucu buJuyorum, insanların birbirlerine hitaplarını sahte bııluyorum. Dolayısıyla bu dili ben gerçekten bir vabancı gibi konıışuyorum. Gramer olarak değil, kavramsal olarak temsil ettikleri balcımından... îşte benim sözünü ettiğim dil böylesi bir dil. Ve yeri geldiğinde önemli bir rotest gücü de içinde barındırabilir. öyle bir dilin üretimi en büyük siyaseti de yani başmda getirecektir zaten. Şıı an icin anlasılamama uğruna, yersiz yurtsıız bir yerden, bıldığimiz dünya ve hissettiğimiz dünya arasında neıedeyse bir arabulucu yaklas,ımıyla, merkezden ve merkezin yaptırımlarından ıızak yazıla cak metinler... Bunlara tam manasıyla ıılaştık mı* I lenıiz değil? Ama ben bekliyorum. Sabırla da bekleyeceğim. Ve bence 90 sonrası edebiyatının yavaj} yavaş yaptığı bııdur. Bunun için oe ben er kekkadın ayrımı gözetmiyorum. 80 darbesinin ardından böyle bir patlamanın olması tesadüfi değildir. Ve bu da seçtiğiniz konıı her ne olursa olsun, saçmayı anlatsın, manasızlığı, cinsiyeti, cinssizliği, kadını, erkeği, lezbiyeni, yaşamı, ilişkisizliği, nesneyi... sırt o dönemden geliyor olmak bile, o cehennemden, her birimizi yeterince politik lulıyor zaten. Çünkü hep o yoksunluğu ve ayaklannı Kiiptça yasağının dellnmesi zın altından kayan zemini anlatıyorsunuz. Dilsiziz. En azından ben dilsizim. Ama varoluş nedenim bu. Sizi dilsiz bırakan bir sisteme verilebilecek en güzel yanıt dilsizliğinizle yazdığınız metinlerdir. Umulanın tersıne gitgide daha da dilsizleşeceğimi dil gücüm ve dil yetim artsa da bu böyle olacak. Evet, 'edebiyat yapmak için yapmak'tan edebiyat üretme noktasına gelsem de bu böyle olacak. Gereksiz metaforlardan ve standart dilin kapsadığı alanlardan arındığımdaki dilsizliktir bu. O zaman yazdıklarımın kendi başına kendini tam manasıyla var eden metinler olabileceğine inanıyorum. Demin de söyledim. Toplum sal olarak yaşadığımız o şizofreninin bireye özgü bir şey olduğunu söyleyemeyiz artık; bu bir kolektif duygu, kabul edelim.. U yüzden yalnız değilim, o yüzden yalnız değilsiniz. Çok değil on yıl içersinde de kitaplarda buluşacağız. Bu da herhalde hep aranılan o 'toplumsal gerçekliğin' yeni bir bovutu olacaktır. Yerellik sorununu Türkiye'de aştık diyelim. Peki dünyada nasıl aşacağız? Kendi ülkenizde Batı'nın konulannı (bu da hiç anlayamadığım bir şey) işlemek, hadi söyleyelim. Oryantalist olmakla eş değerde tutulurken, diyelim ki bunu da aşmışız ve dünya piyasalarına doğru uzanmışız. Batı size nasıl bakıyor? Kitapları yurtdışındaçevrilenbiryazaraşunusordum: Dünyaya açılmak gerçekten sizi evrenselleştirdi mı yoksa bir kat daha mı yerelleştiniz? Yanıtı, ben kendi ülkemde bu kadar yerel tanınan bir yazar değilim oldu. üolayısıyla önümüzdeki yol çok zor lıı bir yol. F,n acısı da herkese dert anlatmak durumunda olusunuz galiba. Samimi itirafım: YazarLğı niç böyle düşünmemiştim... Tabii bu arada öykünün okunmayışı gibi bir diğer evrensel sorunu da nasıl aşacağımız, önümüzdeki 510 yılın önemli konularından biri olmaya nam get sanınm. • Dünyada nasıl aşacajjo? S dilerine özgü çok duyarlı öykü dünyaları kuran bu öykücüfer arasında Özcan Karabulut ve Jale Sancak'ı özellikle anmak istiyorum: Özcan'ın bireyselle toplumsalı iç içe, hüzünle yer yer nostalji, yer yer öfke, ama çok içten ve yoğun bir dille anlatışı onu çoktan ustalar arasına soktu. Jale Sancak, yoğun, imgelerle yiiklii şiirli dili, öykü ortamı yaratmadaki benzersiz, becerisi yanında seçtiği alan ve kişiler üzerine kurduğu rafine dilin inandırıcılığı bakımından çok kendine özgü bir öykücü. I lak ettiği ölçüde ve gerektiğince üzerinde durulmamış oluşu ise üzücü. üte yandan genç öykücülerin en önemli yönelişleri öyle sanıyorum kı bi reyselle toplumsalı, gerçekle gerçekustünü, köyle kenti, duyguyla düşünsel oyunları bir arada iç içe anlatma yöntemiyle ayrımları, kalıpları kırmaya çalışmalanuır. Bu noktada insana, doğaya, varoluşa ilişkin her durum ve oluşumun oykü metni için bir çıkış noktası, yani aniatının tetikleyicisi olduğu, ama ille de alışılmış sonfarın bulunmadığı, öykünün kendisinin estetik bir değer ya da yapı olarak başlayıp bittiği yolunda bir yöne lişten de söz etmeliyiz. Günümüz öyküsü tarihi, coğrafyası, insanıylayeni uçlar vermeye başlamıştır. Şu geçen birkaç yılda dergilerae yayımladıkları öykülerle, ama aslı ikinci üçüncü kitaplarını çıkararak başarılı olan, yazarlar oldu. Belir ginleşen arayışları, yönelişleri ise kısaca cUi kuşağının öykü kalıtıyıa bütünleşen, örtüşen Bir çizgi olarak değerlendirebiliriz. Doğal olarak yeni, buradan uç ve rebilir. Ben günümüz öykücülüğüne umutlu, her yeni kitapla daha sevinçli bakıyorum. Suzan Samancı, Gııneydoğu'vu acısı, sesleri, renkleri ve insanının iç dünyaları ile öykümüze taşırken, derin, ama denetlenmiş bir duyarlık gösteriyor. Dile yüklenmiş, toplumsal gerçeği incecik bir çizgide ustalıkla okııra taşırken, öykünün estetik yapısını kesinfikle koruyor. Müge Iplikçı, kurguda farklı katmanlar yaratıp yakalayarak hem anlamsal hem de biçimsel derinliğı sağlamada iistün başarı gösteren bir başka öykücü. Anlattığı kişileri toplumsal yanlartnı da ihmal etmeden bütüncül bir bakış açısı ve sevgiylekucaklayantavrıgörünen öykünün ardında çok boyutlu, okura sarsan bir alan oluşturuyor. Bu kavrayış. onun öykü dünyasuıı süSAYFA 5 Yeni uçlar