05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Yazınsal bir yapıtın anlamsal boyutu tek bir okur tarafından değil, kolektif bilinç tarafından kcşfedilebilir ancak. Dolayısıyla bu okuma metni arasında Elma'nın diğer okurlarına bir çağrı niteliğindedir. HAMİD FARAZANDE lma ağacına uzanıp koparttığı Elma'yı yülardır örmüşolduğu ağının içine atan Enis Batur, ayartmak iizere yine çağırıyor Adem'leri. Ne ki, ağın bu alanından sağ salim çıkmak kolay görünmüyor: Çıkarsınız da artık o giren kişiye göre farklılaşmışsınızdır, denilebilir. Bunun sebebi yazarın lblis'e çok yakın bir yerde durup, Iblis ile okur arasındaki mesafeyi doldurmaya kalkışmış olmasıdır. Ne var ki, "Elma" elden ele geçince tarklılaşıyor. Gustave Courbet'nin tablosunıın ismi "çerçevenin dışından içeriye müdahale" ettiği gibi, "Elma" da Enis Batur'un romanını kuşatıyor. L'Origin du Monde'u Dünyanın Başladığı Yer diye çeviren, bu arada diğer çeviri alternativlerine göz kırpan yazar, içindeki "sınırdan taşmaya eğilimli biri"nden söz ediyor, tıpkı roman okurunun da Elma'yı kendi isteği doğrultusunda dişlemekte (ya da dişlememekte) özgür olduğu gibi. Zaten yazar buna işaret etmedcn edemiyor. Adorno'dan alıntıladığı cümleyi anımsatalım: "Yalnız aşırıyorumlar doğrudur." (Bunun da Batur müdahelesiyle bir aşırıyoruma dönüşmüs olduğunu unutmayarak). Bunun nedenlerini roman içinde de bulabiliriz: Halil Bcy ile ilgili bugiler ne kadar gerçek (?), ne kadar kurmaca diye sormaya hakkımız var mı, her şey birinin uykusunda, düşünde geçiyorsa? Halil Bey'in portresi, ister istemez, yarı aydınlık yarı gölgeli olarak ortaya çıkacaktı: "Bekliyor Halil Bey: Biri gelsin ona öyle dokunsun. Hiç değilse gizlerine dokunsun." (s.29) Batur bu kitabı onun için yazmamiij mıdır, ayrıca? Ama bunun ardından gelen cümle birdenbire bizi başka bir katmana götürüyor: "Karşılık bulamayacağını bile göre kendisine, başkalarına soru cümleleri hazırlasın." (s.29) Bu cumlede, ayrıca roman'a da bir gönderme var. Roman'a ve onun karşısında duran okur'a da tabii:"Açamasın, aralasın" (s.29) Havva'dan Adem'lere uzatılan elmalar ğc varacak başka bir yol da ortada görünmüyor. "Baslangıçta söz vardı" sözüne kuşkuyla bakan yazar, şimdi olduğu gibi Baslangıçta da karanlık mı vardı, Jiye so ruyor; soruyor çünkü gerçekten merak ediyor: "Başladığımız, biteceğimizyer.." (s.l 12) Ama karanlığa, ölümün karanlığına yaklaşıyorsak, "söz" de tam burada kıpırdanmaya başlıyor. Fransızca'da "sözcükler" (mots) ile "ölüm" (morts) arasında bir harl kadar mesafe vardır. Bataille temel şey "sözciik ya da ölüm anıdır" derken buna işaret etmiş olsa gerek. Sözcük ölümle ilintilidir: çünkü her şeyi yadsıyor; yazmak, yok ederek üretiyor. Bataille L'abbe C.'de "Bana öyle geliyor ki", diye yazıyor "Yazının gizemi, her sözcüğün zaman görevini üstlenmesinde yatıyor, ölümü konuşuyor"; çünkü yazmak Gnostisism'e karşı koymaktır, onun için suç sayılmaktadır. "Yazmak elma dişlemektir" diye yazıyor Enis Batur, çünkü "Günah işlemektir": Bizi sınırlara kadar götürebilir yazmak. Ama sınırda, sınırın ötesinde ne duruyor?. Dünya'nın Başladığı Yer tam bir başlangıç değil: Anlamın elimizin altından sıvışıp gittiğı yerdir orası: Dolayısıyla da yazı nın başladığı yerdir. Artık roman, ozel bir olayı anlatmaya soyunmuyor: Dünyada özel bir şey mi kaldı? Olayı özel yapan onun anlatış biçiminde odaklanıyor. Elma'da Vagina ile "dil" arasında kıırulan denklemin önemi tam bu noktada beliriyor: Vagina'da olduğu gibi, yazı da konuya bağlanmak ve kopmaktan ibarettir. Yazın işte bu olanaksız işe başladığı anda kendıni gerçek leştirir. Yazmanın nedenı, sadece konunun değil, anlamın ve hakikatın da kaybolduklarını anımsatmaktır. Yazmak her zaman mesafe ve ölümle iç içedir. Şehrazad ölüme inanmadığı için onu yok etmeye çalıştı, yine de hep ölümün gölgesinde masallarını anlattı. Gelgelelim Enis Batur ölüme inanmadığı için değil, kendi ölüm korkusunıı hafifletmek için onu yazmaya koyulmuştur. O, romana, en azından Türkiye'de, yeni bir pencereden bakıyor: Artık dünya ve içinde geçen nesnel olaylarını roman konusu etme zamanı geçmiştir: Romanı sanat düzlemine yükselterek Sanat'ı roman konusu olarak seçiyor Batur. Dil, ona göre, iletişim kurmaya yönelik bir araçtan, hatta objelerin cevherini anlamaya çalışmaktan çok bütün bunlardan ayrılmaya y aya yüz ç y bi k i i d i Yazın, artık, kendik , ke d i k tutan bir aktivitedir. Y ni arıyor, onun için şairyazar aynmına karşı çıkıyor Enis Batur. Onun yerine yazı sanatından söz edilmesi gerektiğine ısrar ediyor. Bu öyle bir sanat ki kendi kurduğu metni bile aşmaya çalışıyor. Batur, L'Origin du Monde'a bakarak, onu okumaya soyunduğunda, tablo'nun çevresini kırıp ona özgün bir anlam yükfeyerek okuma özgürlüğünün sınırlarını genişletmiş oluyor, okuma koridor'larını açarak hayalgücünün sınırsızhğını anımsatıyor bize: Foucault'nun, Magritte'in tablosu önünde "Bu pipo bir pipo değil" dediği gibi, Enis Batur da "Bu Elma uir elma değildir" diyor. Bu noktada aşırı bir yorum getirecek olursak, acaba "L'Origin du Monde yoktur, benim okumam vardır." demiş olabilir mi Batur? Diyebilir miyiz biz? Yazar bu yolu izleyerek romanın katmanlı göstergeler örtüsünü kuruyor. Bu gösterge katmanlarının oluşumu sürecinde, yazarın her şeyc karşı duydu ğu derin kuşku ön plana çıkmış oluyor. Bu kuşku sadece Courbet'nin tablosu ile ilgili yazılan diğer romanlar ya da tarih"ilerın yorumlarına karşı değildir; yazar kendi kuracağı metin için de, ilk sayfalarda belirttiği gibi, kuşku dolu bir yaklaşım içindedir: "Bugüne dek yazdıklarımı ne ölçüde kullanacağımı bilmiyorum (...) kurmacanın payı olacak mı (...) mozayıkyazıya sapacak mıyım (...), bütün bunlar sis içinde" (s.14) "Dünyanın Başladığı Yergerçektcn orasımı?" (s.15) Enis Batu/dan bir roman daha E İ Yazmann nodoni Dolayısıyla roman ile Halil Bey örtüşüyorlar bir yerde, tekrar ayrılmak üzere. Ama şu anda, örtüştükleri yerde neler görüyonız: Ikisini de tanıyoruz da, yine birer yabancıdırlar bizim aramızda. Bir de, Halil Bey'den çizilen portre ne kadar gerçek, bu roman ne kadar roman? Sonra, sifilise gerçekten yakalanmış mıydı adam? Elma'nın başka bir adı değil mi haz, zevk, bilme tadına varma panasına göze alınan sifilis? Halil Bey'in çektiği yaDancılık kadar, bu roman yabancuık çekmeyecek midir orta yerde? Yine de bir yerden sonra ayrıuyorlar, çiinkü bu roman ve roman'ın kahramanı da "Elma"dan başkası değil: Deleııze'u izleyerek, burada Elma'nın da şahıslaştırılmış bir kavrama dönüşmüş olduğundan söz edilebilir. Bundan öte, her roman bir zaman geçiş alanı olduğu, ya da Zaman'ı sorguladığına göre, Elma da 1 lalil Bey'i yanına alarak DU durağı aşmak zorundadır. Elma'da zaman alışılagelen zaman kavramından epey farklıdır: Ana eksen Dünya'nın Başladığı Yer, amaç Elma'ya ulaşmak ise, ister istemez zamanrn da çemberler çizerek ilerlemesi beklenebilir, fakat, burada, zaman ilerlemiyor: Her katmanda bütün çemberleri içermeye koyuluyor, çiınkıı bütünlüSAYFA 10 Bmanm Mr başka adı Delueze, Mille Plauteaux'da "Göstergeleri sadece paranoya düzeninde tanımak mümkiin olur" diye yazıyor, çünkü göstergeler düzeni; aramaya, keşif yolculuğuna ve iktidara yönelik tutkuyu, merakı uyandırıyor. Ne var ki, bu göstergeler düzeni ve hiyerarşisinde her zaman uyumsuz bir takım şeyler de baş gösterdiği için, onların tanımlanması güçleştirilrniş oluyor. Bu güçleştirilme sözü edilen o paranoya'nın kaynağıdır, belki. Batur "Tekvin Metni"ni okurken, bu paranoya kendi doruğuna ulaşıyor: "Birkaç bin yıldır Tekvin metninin içeriğine bağlı kalınmış olmasında bir gariplik görmüyorsanız, Elma'nın içeriği karşısında özgürsünüz demektir". (s. 114) Fakat bu alıntıladığım cumlede yazar, ayrıca, okura da bir çağrıda bulunuyor. Bunu yaparken de beş bin yıl önce yazılan Tekvin metninden şimdı yazılan bir metne hızlı bir geçiş yapıyor. Bu geçiş Elma'yı okumak acısından canalıcı bir önem taşımaktaoır: Tekvin metnini okuyanlar, bizler, apayn bir çağda yaşıyoruz. Hiç bir okuma kendi bulunduğu zaman koşulundan soyutlanamaz. Bugünkü koşullar bizim okumamızı belirliyor. Başka bir deyimle, Tekvin metnini anlamlandıran onun yazarı değil, tam tersine, okurunun düşünce ufııkları oluşacak yorumların belirlenmesinde en önemli rolü oynamaktadır. Bugünkü koşullar her ne kadar geçmiş koşullarmın ürünü ise de, yeni bir biçime sahiptir. Dolayısıyla okumak da bir zihnin izole çabşmasının sonucu olmayıp geçmiş ile bugün arasında gerçekleşen t i r söyleşi, bir köprüleşme üe mümkün olabilir. Aynı biçimde, Elma'nın yazarı da Tekvin metnine, ya da Dünyanın Başladığı Yer'e dönüp bakıyorsa, bugün söylenmesi gereken şeyi çıkartmak için bu çetin yolculuğa katlanmış oluyor. Enis Batur, her ne kadar Courbet'yi etraflıca kuşatıyorsa da amacı ressamı okumak değildir, tablosunu okumak istiyor o, çünkü önemli olan metin/tablo ile okur arasındaki temastır. Bir metni okumak, anlamlandırmak onu kuranın bulunduğu kültürel ve düşünsel gelenekten bağımsızlaştırılarak şimdiki zaman yatağına akıtmakla mümkün oluyor: "Halil Bey, Courbet, çağdaşları bu kavramları tanımıyorlardı. Ellerinin altında Freud'un, Bataille'ın, Lacan'ın ya da başkalarının metinleri yoktu..." (s.113) Elma'nın ana temasının L'Origin du Monde olduğunu söyledim, yazmak da diyebilirdim, okumak da, çünkü önemli olan yazarın, bu nok Keşif yoJcırtuğu tadan, Courbet'nin tablosuyla kurduğu temastır. Bu nedenle Roman kişileri ve plotu tamı tamına çizilmemiştir. Bunu izleyerek romanın klasik romanlarının tersine bir sonu da yoktur. Roman bittiğinde yine kendimizi ilk sayfada buluruz (Bir başlangıcı olduğundan söz edilebilir miydi ki?) "Son", okuma sürecinde bir okurun içinde oluşan beklentileri karşılayan birşey ise, her son "anlam"ın tespit edilisidır diyebiliriz. Elma anlamdan yoksundur demeye çalışmıyorum, tam tersi, çok yüklü katmanlı bir anlam deposuyla karşı karşıyayız burada. Gelgelelim Elma'da bir "anlam"ın tespit edüişinden söz etnıek mümkiin göriinmüyor bana Kendi iç dünyasını anlamak niyetinde olan Roman yazarı (aynı zamanda anlatıcısı, çünkü Benjamin in "Leskov" yazısından bu yana epey yol kat edilmiştir), iç dünyasının baştan beri bir hikâye olup erişemediği bir noktada bulunduğunu bildiği için onu anlatmak zorunluğunu duymakta, hatta uykuya dalmak zorundadır, çünkü rüyaları anlatmak için onları dile getirmek, anlatmak gerekır. Onun rüyası, bir bakıma, hepimizin rüyasıdır. Yazar, Proust gibi yitmiş zamanın izindedir: Orada meydana gelen kopuşu aramak, bubnaktır niyeti: Ne oldu da biz buraya geldik, diye soruyor: "Bütün gizem Dünyanın Başladığı Yer'dedir." (s.106) Bu soru içini kemirirken (çünkü "Soru, yanıtın taiihsizliği"), yine de şaşı olan gözlerinin birini de Gelecek'e dikmiş durumdadır, Proust'tan farklı olarak: "Nereye gidiyoruz, gideceğiz, gidebiliriz?" (s.106) diye soruyor. Yazar bu soruları sorarken metnin ortasında yerleşiyorsa, okurun da artık kenarda durması mümkün göriinmüyor, çünkü bu sorular bütün metne yayılıyor, ıvi bir okur da bir yerden sonra sanki kendi metnini yazmaya başlıyor. Her yapır, metin ile okurıı arasındaki "interaction"den ortaya çıkıyor. Ama, burada, tek bir okur söz konusu değil: Enis Batur Elma'da öğrencilerinden söz ediyor, kitabın bırçok nüshasından, çünkü kimse tek başına okumuyor. Yaratının temeli, biryazı iızerine kıırulan söyleşi'de yatıyor: yapıt ile belli bir dönemin okurları arasında. Enis Batur'un Rilke'den alıntıladığı söz'iin ay nadaki görüntüsüdür bu ("Ünlü bir insan, hakkındaki yanlış anlamaların top lamıdır"). Yazınsal bir yapıtın anlamsal boyutu tek bir okur tarafından değil, ko lektif bilinç tarafından keşfedilebilir ancak. Dolayısıyla bu okuma metni arasın da Elma'nın diğer okurlarına bir çağrı niteliğindedir. • C U M H U R İ Y E T K İ T A P S AYI 6 16
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear