Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
H. Birsen Başaran'dan kansere karşı verilmiş bir savaşımın günlüğü Canevimde Mor Isırgan rın bir bireyi yapar. Simone de Beauvoir'ın, başuıda oturup, ölümünü an an yaşadığı annesine ılişkın anılannıokurken tüylerim diken diken olmuştu. H. Birsen Başaran'ın can evinde yaşadığı ise kendi ölümüdür. O erdemli Don Quijote, "Gücünügüçsüzlüğümden alıyorum" diyor. Ölüm karşısında güçşüzlüğünüzden başka gücünüz yoktur. Ölüm düşüncesinin yarattığı duygu çökelrisini umut denen kimyaya dönüştürebilirsiniz ancak. Onun için, insanı oaşkaldıran bir varhk olarak niteleyen Camus, "Olecek ben olduktan sonra, ha şimdi, ha sonra..." diyerek bir evrensel cıircnç yaratmaya çalışıyor. Başaran'ın, ölüm olgusunu yazınsal alanlarda araması, duyumsamanın bu evren sel arayışına bağlanabilir Başaran boş bir avuntu dünyası kurup, acıyı bal eylcmiyor; Tolstoy'un deyimiyle, dirileri ölülerden ayıran çizgiyi düşü nüyor hep. Bu, bir yazgı arayışı değil, bu ince çizgiyi kavrama çabasıdır: "Bu gece Deniz'i gördiim rüyamda. Çok neşeliydi, seke seke yürüyordu adeta yanımda. 'Kadın'konusundabirdizikonuşmaha zırlayacakmış radyoda. Galiba îsveç'teydik. Bir kalabalıkta yitiriverdim kızunı. Bir daha hiç göremeyecekmişim gibi bir korku çöktü içime. Bağırmak istedim, sesim çıkmıyordu. Umarsızdım; nerede, nerede bulabilirdim onu ? / Çırpınarak uyandım. Ter içinde kalmıstım. Rüyarun etkisindeydim rıâlâ... Altı yu geçmişti Deniz'siz, ama hep onunlaydım. 2 Arahk doğum günüydü. Evde yalnızdım. Çekmecesinde sevdiği kasetler. Hangisine dokunsam, parmaklarımın ucu yanıyor. H. Birsen Başaran'ın yaşachklarını, gözlemlerini, duyumsadıklarını içeren bu günlülderi bir Batılı yazar ya da belli çevrelerden niri yazmış olsaydı, yer yerinden oynardı. ADNAN BİNYAZAR C anevimde Mor Isırgan, kanser den göçüp giden 11. Birsen Başaran'ın günlükleri... Mehmet Başaran, Köy Enstitülerinden yetişmiş bir kalem; daha öğrencilik yıilarında sorgulanmış, çavuş çıkaıılmış, defteri dürülüp sürgünlere gönderilmiş bir ozan, romancı, denemeci... Canma kıymasaydı, adı şairler araşında geçecekti lcızı Deniz Başaran'ın. Öbür kızı Filiz Başaran ise ressam. H. Birsen Başaran, bu yaratıcılık ortamında bir ana. Eşi gibi Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlı. linstitüyü bitirirkcn "Köm Armut Köyündc Cjiyirn" konıı sunda bir tez hazırlamış. Kadın olmanın yüklediği sorumluluklarla yazarlığı oralarda kalmış. Bence kalmamış; romanlar, şiirler, denemeler, düşüniirler ölümüne yoldaş olmuş. Siirekli okudugu, düşün diiğü, yazdığı belli. Bu "yazmamış yazar"ın nice duyarlıklardan beslendiği, onun ölümünü mü bckİLıncliydi?.. Mrileri öliüerden ayıran çizgl H. Birsen Başaran'ın yaşadıklarını, ;özlemlerini, duyumsadıklarını içeren PU günlükleri bir Batılı yazar ya da belli çevrelerden biri yazmış olsaydı, yer yerinden oynardı. Bu günlükler üzerine, Dünya Kitap'ta, eşi Mehmet Başaran'ın yazdığı kısaW tanıtmaya rastladım yalnızca. üysa, acıyı sanatsal duyarlığa dönüştüren Başaran, günlüklerini, Malraux nun deyimiyle, "bir insanda bütün insanlığın durumları"nı algılayan bir duyarlıkla yazmıstır. ünun için, Başaran, Vunus Emre'den Hayyam'a, Montaigne'den Dostoyevskı'ye, Shakesneare'den Orhan Veli'ye, Nâzım Hikmet'ten Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya, Tezer Özlü'den Ahmet Oktay'a, Şükrü Erbaş'tan Oktay Akbal'a yazın ve düşün dünyasının yarattıgı bilinçle, acısını, bütün acı çekenlerin erdemi kılıyor. Kendi varlığımızdan ötede ise, öliim bir soyutulamadır; hatta heves edilcn duygusalbirarayıştır. Başaran, "Madem ki olümün önüne geçilemez, ne zaman gelirse gelsin... Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diyc dertlenmek ne biiyük budalalık!' diyen Montaigne'e karşı çı karken, ölüm karşısında mantığın, soyutlamanın geçersizliğini de ortaya koyuyor "Doğru söylüyorsun, güzel söyliiyorsun Montaigne Baba da, nasıl gidilecek oraya?.. Bir kum sancılarını biliyorsıın sen. Benim başımda dolanan ne"1 Tepedcn tırnağa incelenmeye alınıyorum." Bu soyutlamanın etkisiyle, Deli Dum rul'un yaptı£ı gibi, başjangıçta kendini ölüm olarak göstcrmeyen ölüme meydan bile okunur. Ama sözde tıbbın biiyük bulusu (?) kemoterapi sıvısı insanın can evinue bir "ısırgan" gıbi dolaşıyorsa, ölüm, soyutluğunu da, yarattığı o » uzaklık anlamını da yitirir. Telcvizyonda savaşlargörelim, toplu öldürmeleri izleyelim, tıafik kazasında parçalanmış cesetlerle karşılaşalım; lıiçbir uzak ölüm, bize yakındaki ölüm kadar anlamlı görünmcz. Yaratıcı yanlaıı agıı basan ro manlarda, şiirlerde, yazar, ölümü duyumsatır; insanı, insanlığın çcktigi acıla Acı çekentorin erdenri t Dinledim, dinledim. Oezgilerlebiryaklaşıp bir uzaklaşıyordu Deniz." Deniz, "bir bunalım anında her şeyi protesto edercesine yaşamına son veren" kızıdır. Acı denen bu "zehir üzün tü", saçını bir gecede apak etmiştir. Ona yaktığı hiçbir ağıdın yüreğini soğutamayacağınıbilir. Ciğerine vuran "yara"dan söz ederken, kendini dura dura çürüyen buğdaylara benzetir, "Görünüşleri buğdaydır, ama ele alındıklarında, boş bir kapçık" der. Kızının ölümü, yüreğinde bir "köz", artık mezar taşı yazıtıdır: "Senstz her bahar / Hüziin açacak atiaçlar" Yunus'un deyimiyle, kıhçtan keskince olan bu ince çizgide bulunuşunun nedeni bellidir: ' Acın beni tez çökertti Deniz, yakında yanındayım. Keşke kavuşabilsek..." Nuruflah Ataç, ozanlar söyledikten sonra gülün güzelliğinin fark edildiğini belirtir bir yazısında. Bu söz, Erasnıus'un,"J layvan, hayvan olarak doğar; insan, insan olarak doğmaz, oluşturulur" yargısıyla da çakışıyor. Sanatla, düşünceden başka, insanı ne oluşturabilir? Düşiinen, duyguları gelişmiş, algılarna gücüne ermiş bir insanın tanımıdır bu. Başaran'ın günlüiünün bir hasta günlüğünün ötelerinde değerlendirilmesi gerektiğinin nedeni budur. Başaran, ölümü yalnızca yaşamıyor, soyutlama dünyasındaki varlığıyla duyumsuyor. Hayyam'ın şu dörtlüğünü onun icin "yürek yakan" bir soru sayıyor: "Hep bir çember, dolanıp duruyoruz'/ Ne önümüz belli, ne sonumuz/ Kim varsa bilen çıkun uiylesin/ Nerden geldik? Nereye gıdıyoruz?" Son'u yaşamanın anlam uzantısı Shakespeare'de: "Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız/ Bitebilir bütün acıları yüreğin,/ Çektiği bütün kahırları insarroğlunun..." Bu avutucu mu, düşündürücü mü, insanı dalsız budaksız Kilıcı mı... sözlerin hemen ardından Dağlarca geliyor: "Dünya yok olabilir beflci, ben nastl yok olurum!" Işte, lo be or not to be' ra takılıyor ve yaşam bütün genişliği ile ölümden önceki saniyelerin içine daımaya başlıyor. Birden güneş kadar büyük ve yakıcı bir umut... \ eniden yaşama kavuşursam... Onümde beş bin değil, beş nıilyon dakika olursa... Yaşamak, saniyeler ce ve dakikalarca yaşamak... Bütün dava burada..." Dostoyevski'de de aynı şey: To be or not lo be' Direncinin kaynağında bunlar var. Günlük yazarak kendi kendisiylebaş başa kalıyor, zamana karşı çıkıyor. Öna kendisi kadar yakın, icini dışını bilen bir defter oluyor ou günlükler. Kendi düşlerini kendisinin yaratması gerekti^ini bu bilinçle kavrıyor. Avutucu düşüncelere de aynı mantıkla karşı çıkıyor: Yo ga kitabından okuduğu" Aklım ve bedenim benim gereçlerimdir, onları çok bü yük birgelişime ulaştırmak için çalışıyorum" yargıst, onun mantı^ında söyle bir yorum kazanıyor: "SaSİıklıyken evet, ama kanserseniz, onları nastalığı yenmek için çalıştırmak istersiniz. Yani anarşist hücrelerin bölünmesini durdurmaya çaUşmak için. Kimi büyük yogacılar yüreklerini bile ycniden durdurup yeniden çalıştırabilcek düzeye ulaşmış, ama bir has talığı durdurabilen varmı?" Bubağlamda bılinçsizce ölmek yerine, yaşamı kavrayarak ölmeyi yegiiyor. Yoga kitabında şöyle bir yargı da vaı:" r îayat sefillik için değil, mutluluk için yaratılmıştır. Bize korku veren şeyler, gerçekler değil hayaletlerdir." Başaran, şöyle değerlendiri yor bu yargıyı: "Cîüzel, güzel de... Mutlu bir yaşamın gerçekleşmesinc engel olan güçlcrden ne haber? Ikinci yargı da ucuzDİr yargı biraz. Bize korku veren ya da canımıza okuyan, cgemen güçlerdır. Böyle bir gerçeğe hayalet denir mi?" hanrlık Resim yaptı^ında yaşamı uzattığı kanısına varıyor. Evlcnmeye hazırlanan kız lar gibi, kendini ölüme hazırlamaya başlıyor. Kitapları "imbikten geçen bir yaşam" sayan Orhan Burian ı anıyor. En çok andiğı ise, kimi zaman ardında, kimi zaman önündc segirtip duran çocukluğu... Her şeyi unutuyoruz da, çocuklugumuz hep yanımızda yöremizde... "Babanı doğru dürüst tanıyamadan ortalarda kaldın. Babaannen kol kanat gerdi sana. Yirmi bir yaşında dul kalmış tı anan. Yaşlı Bünyanlı Hamdi Ağa'ya kocaya vardı sonunda. Ama aklı hep sen deydı. / Bir gün gezginci babacan iiziım satıcısı köye geldı. Seni boş küfesine koyup Bünyan a, ananın yanına kaçırdı. Orada ilkokulu okurken, bir güzel öğretmen Pazarören Köy Enstitüsü'ne girmeni sağladı. Kurtuluşun oldu Enstitii. (...) Köy Enstitüleri benim yaşamım. Pazarören Köy Enstitüsü hem anam hem babam. Cumhuriyet, yalnız Köy Enstitüleriyle halkı, köylüyü bağrına basabilmi§, hem de dünyaya örnek olabilecek bir eğitim anlayışıyla. Köy Enstitüleri olmasa, ben yoktum. Babası toprak kavgasında öldürülmüş, anası virmi bir yaşında dul kalmış bir köylü kızı nasıl yaşar dı ki..." "Ben Atatürk'ün çocuöuyum. Onun kurduğu ülkenin topraklarını çiğniyor, onun kanadının altında yasıyorum. Dağ ları kovuğıından, mağaradan onun eliy le kurtuldum" diyen Hmit Kaftancıog lu'nun ağzıyla anlatıyor H. Birsen Başa ran. Kendini düşünceyle, yazınla, cmek lc var etmiş bir Anadolu anası, ölüm kaı şısındadirengen bir yürek! Kendi diişünü kendi yaratan, saatlerin geçişini yü reöinde, damarlarında duyan sessi/ bir yolcu... Dünyadaki son soluğu, Neruda'nın, pencerenin önüne eclip, en son, denizi görmek istemesi gibi1 "Pencereden görünen, uzak Erciyes dorukları mı?" • Canevimde Mor Isırgan/ II. Birsen Başaran/ Paptrüs Yayınlart/ 123 s CUMHURİYET KİTAP SAYI 480 Yaşammsırn Yüksek Köy Enstitüsü'nde ög'retmeni olan Sabahattin Eyuboğlu da Dostoyevski'yi ölüleri dirilerden ayıran çizgide anlatıyor: "Dostoyevski, tam bcş dakika sonra kurşuna dizilme sırasının kendisine geleceğini hesaplıyor. Beş dakika... Ciereksiz niçbir şey düşünmeye vakit yok. Her saniyenin açık, olumlu bir işe ayrılması gerek. Derhal karar veriyor. 'tlk iki dakika dostlarımı düşüneceğim' diyor. Bu hesabı yaparken, ansızın yaşamın sırrını yalcalıyor. Bir dakikanın bir yıl kadar değerli ve zengin olabileceğini anlıyor. Gözleri, karşısındaki bir kubbenin üstünde parlayan ışıkla Blrsen Başaran, e$l Mehmet Basaran la binikte.$ubat 1996 (üstte.solda). Birsen Basaran bir kır oezlslnde, solda. 1946lardan bir fotouraf SAYFA 18