29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Yasamak ve vazmak uzerıne Özcan Karabulut'un kitabı Baştan Sona Yalnızlık içinde yer alan sekiz öyküdcn ner birinin son cümlesi, öykü yazmanın kendi yaşamında tuttuğu ycri ele veriyor. SEVİNÇ ÖZER arşı cinsle aşk yapar gibi yazıyor Özcan Karabulut ve neredeyse yal nızca yazmanın dayanılmaz, büyüleyici serüvenini yaşamak içiıı kadınlarla biriiktclikleryaşıyor." 'Benim düzenli ordularım' dediği sözciiklerinc ycni bir geçit yaptırmaya hazırlanan yazar" ("Yalnızlıktan Yalnızlığa Fısıldanan Sözciikler", s. 49) için hcr öykü ycni bir kadın, yeni bir ilişki ve yazarlık deneyiminde yeni bir sayra haline geliyor. Her ilişkide sözcükler, sahibini kıskanan köpeklergibi, kadınla erkeğin arasına giriyor; öyküyü onlar biçimlendirmeye başlıyor, duygıılar ikinci plana itiliyor vc yazar yazma eyleminin karşı koyamadığı çekiciliğine kendini kaptırıp, bir kadının daha anılarını, sözcüklerin eline teslim edip bireysel tarihçesi haline getiriyor. Özcan Karabulut'un kitabı Baştan Sona Yalnızlık içinde yer alan sekiz öyküden her birinin son cümlesi, öykü yazmanın kendi yaşamında tuttuğu yeri ele veriyor. Bu cümlenin sözcüklcri yazarın bilinçaltında barınan çok büyük yaşamsal bir gercksinmenin, yazma dürtüsünün, dışarı vurulması olarak tanımlayabileceğimiz bir dil sürçmesi halinde yaztlmış; öykü yazmanın kendisi için ne denli önemli oldıığunu bclgcleyecek bir biçimde onun ağzından kâğıda adeta dökülmüşlcr: llk öyküsü "Yüziinde Hep ü lnce Gülüşün le" şu cürnle ile sona eriyor: "tçim yanıyor ve sanki yıllar öncesinden çizilmiş bir yolu izlerccsine dönüp dolaşıp vardığım yer, ansızın ölümünle gcride mraktığım y izi daha da koyulaştıran Paris kentiyle i irlikte, tek tek ner sözcüğüne tutunduğum bir yazı oluyor, çarcsiz. "(15) Özcan Karabulut'tan "Baştan Sona Yalnızlık" K tckrar vurguluyor. " Yalnızlıktan Yalnızhğa Fısıldanan Sözcükler" adlı öyküde Kadın kahraman Doktor Lale yazara, "Biliyorum, diyor elindeki öykü bilince ilişkimiz dc bitecek"(48) Ve yazar öykünün sonunda düşünüyor: "Peki, kim bu Doktor Lale, Dideral tabletlcriyle bu kez isini bitirmeye kararlı olan otuzlarındaki kadın, durulmuş yalnızlıkları neden dalgalandırdı, merdivenleri çıkmakta olan adamı ikinci intihar denemesine neden ortak etmek istiyor, peki yazar olarak bu adam kim, okur mektubuna yanıt vererek çatı katındaki düzeni neden boznıak istiyor, şimdi bu öykünün sonunayaklaşırken, 26 Ocak 1993 ta rihinde katıldığı cenaze töreninde binlerce insanın hep bir ağızdan söylediği" Yiğidim Aslanım" adlı türküdeyalnız Munıcu için değil, gözümün önünden geçcn öldürülmüş arkadaş yüzleri için de gözyaşı döktüğünü ve ccnazede yanında olmasım en çok istediği kisinin Doktor Lale olduğunu neden yazmak zorunda hissediyor kendini? "Benim düzenli ordularım" dediği sözcüklerine yeni bir geçit yaptırmaya hazırlanan yazar, Doktor Lale nin bir başına yaşadığı çatı katına sızıp, onu size anlatmayı neden istiyor, neden, ncdcn? Yanıt yok, çünkü Martin Walser öykünün kendi içinde kapanması gerektiğini söyler. Yanıt var, çünkü ilk gençliğinin sinemalarında Yılmaz Güney de kendini böyle anlatırdı, bizim Doktor Lale gibi, zalim kurşunların üzerine yürüyerek. "(49) Özcan Karabulut kelimelerin üzerine yürüyor, sanatçının materyalinin üzerine yürümesi gerektiğini bilerek. Onları düzene sokuyor, bu düzenle yaşadığımız dönemin kargaşasına nüfuz edebilecek, onu denetleyebilccek bir strateji kazanıyor, yazıyor, yazıyor... Baştan Sona Yalnızlık kitabının besin ci öyküsü "Otel üdalarında" yazarın bütün öykülerinde tam merkeze yerleştirilen kadınların aslında yazarın yazma eylemini başlatan birer esin perisi gibi öykülerde yer aldıklarını anlıyoruz. Ama Karabulut ıın esin perileri uzaktan bir görünen, bir kaybolan, saydamsı ulaşılmaz yüzler değil. Onlar yatağa atılan, sevişilen, bazen doyulııp istenmcycn "(adamın iyisi netlense hep kadınlardan çıkıyordu.)" (58) dedirtecek cinstcn somut kadınlar. Solcu erkeklerin çabuk asık olunan, çabuk elde edileıı, çabuk bıkılan, çabuk kovulan ve sonra goriye bakınca kurtulmuş olmanın rahatlığı, özlemenin hüznü, icleolojinin heyecanl ile anılan çoğu nerotik, dayanaksız, köksüz kadınları... "Otel Odalarınıla" öyküsü, bu kadınların yazarın katasındaki asıl ulaşılmaz olana yani ideolojisinin gerçekleşmesi düşüne kavıışmasında nasıl birer araç oldııklarının ipuçlarını vererek bitiyor: "tşte bu yüzdcn, otel odalarıtıda nereden ve nasıl geldiklerini bilmediğim kadınlarla biıiikte olurkcn onlarla çoğalarak sana koştuğumu anlayamamıştım. lşte bu yüzden, dudaklarıma, dilimin ucuna gelen, otel oda larında sözcükleriyle başlayan bir öykünün bu kadar yakınında olduğumu anlayamamıştım o zaman."(63) Yine de yazar yalnızca militan bir solcu değil. O hüznü, özlemi, aşkı, diğerbütün insani duyguları sonuna dek yaşayan bir ruh. Dolu tlolu yaşaınava, sanata, yaşadığı kent Anknra'ya coşkulu bir sevgi 468 bir kadın olduğunadan onun öyküsü paBAJ>TAN SONA ragrafsız, resmi, cümlALNIZI.IK lelerin ve materyalin T oraya buraya saçılmadığı bir düzenle yaztlmış. Öykü yazarın kadınla konuşmaya karar vermesiyle bitiyor görünse de ne olduğunu bilmiyoruz: Büyük bir olasılıkla yanından geçmekte olan garsonun tepsisinden bir kadeh şarap alıncak, kadına yürünecek, nezaket ve zerafetle sanattan, edebiyattan bahsedilecek ve gülümseyerek imajın ve prestijin izin verdiği uzunlukta konuşulup ayrılınacak. Yazar kızıl saçlı kadının öyküsünü şöyle bitirccck: "...toplumsal nayatı mızdaki boşlukların bir şekilde doldurulduğunu iyi biliyorum ve dikkat edin, Cortazar'ın yazdığı gibi onlar, "kokteylciler" oradalar, yazılı tarihlerinin bu paragrafla başladığını bile bilmiyorlar."(100) OKJII KnraUıhıt duyan bir genç adam. Garsonların "Ça yınız Mr. Cjorbaçov"(27) diye servis yaptığı, "Yerli Fidel Icrin, işsizlerin, kafeleri doldurduğu, deli Ernesto'nun herkes tarafından tanındığı, Mülkiyeliler Birliği duvarlarının yuppiler, hippiler, çeşit çeşit inançtan insantar tarafından doluurulmuş olduğunu görüp mutlu olan, kozmopolitan bir kültürden payına düşen neşeyi yaşayan, politik gerilimlere tepkisel bir yanıt vermeye hazır bir başkent iıısanı. Yüksel caddesinde eski sevgilisine rastlayıp yeni bir ilişki başlatmava, Barfly filmindeki Mickey Rourke'a benzeyen şairlerden biriyle sarhoş olmaya hayır demeyecek bir kentli. Bir entelektüel Jargon, bir 'coterie' kültürü ürctimi Karabulut. Onun başkentte yapacağı çok şey, katılacağı çok etkinlik, gözlemlcycceği ve kâğıda dokeceği çok olay var: Yazma eylcmi işte bunun için önemli, kadınlar işte bunun için vazgeçilmez Özcan Karabulut için. "Adına Özlem Dediğim" öyküsü bu ruh halini en iyi yansıtan öykülerdcn biri ve son cümlesi, "Benim partili kadının serüveniyle ilgili araştırmalar yaparak yazdığım uzun tümceye nokta koymaya nazırlandığım bir sırada, başladığım yere geri dönüp yazdıklarım üzerine dü şünmemi, yeniden kurup yazmamı sağlayacakolanın dayineoaynı sözcükler olacağı gibi" onun yazar olarak bu çevrede devininilerinin ve bunların kâğıda aktarılacağının bir deklerasyonu. Kitabın son ikı oykusu "Baştan Sona Yalnızlık" ve "Kokteyl" iki rarklı kadının iki farklı öyküye nasıl farklı biçimlcr kazandıracağını gösteriyor bize. "Baştan Sona Yalnızlık" öyküsündeki kadın barların, bir gecelik ilişkilerin kadını ve yaza ra "Evet, hiç kuşku yok, her şey yazılsın diye yaşanıyor akşamın ilk saatlerinden bu yana"(80) dedirtiyor. Yazar kadını onbeş kişiyi öldüren psikopat katil Nilsen'e benzetiyor ve kendi vücudunun da kadın taralından yağmalandığına aldırmadan öykü materyaıini bir araya Ketirmeye gi rişiyor. Öykünün sonund;) alt alta yazılanlar öykünün yazılmaya hazır olduğunun habercisidir. "Kokteyl" öyküsünün üst düzey bürokratların çevresinde görülen kızıl saçlı kadını ise uzak, dokunulmaz ve elegelmez Otel Odatarmda f İkinci öyküsü "Dönemeç" ise, intihara benzeyen bir trafık kazası sonııcu ölen arkadaşının cenaze törcninde, yazarın, birçok şcyi yazmış olmasına karşın töreler gereği ölen kişinin ardından her seyi yazamıyor olmasına esef ettiğini belirterek bitiyor: "Bizdegidenin ardından kötükonuşulmaz, kötü yazılmaz, bazılarımız bunları kafalarından geçiriyorlar Nadir, ne kadar tuhaf bir yazgı diye düşünüyor lar da, şimdi de ülümün aydınlatıyor yolumıızu diye mırıldanıyorlar, belki de be nim gibi"(24) diye henı hayıflanıyor, hem de yazamasa bile hep hatırlayaeağmı ilan ediyor. "Karşılaşma" öyküsü eski scvgiliyle yeniden karşıfaşıp ycni bir ilişkinin başlangıç noktasında öykünün yazılmaya başlamasıyla bitiyor: "Yüksd'dc bir öğle zamanı, bir yarı düş öncesinde, eski sev «ili inıgcsinden yola çıkarak geniş zamanlı bir aşk öyküsü adlı yeni bir öykü yaz maya karar verdiğim an."(35) Bu öyküde yazar yazma aşkını kadın aşklarından nasıl önde tuttuğunu da açık açık söylemckten geri durmuyor:" Ama zaten her öykü birer aşktan başka nedir ki?" diye soruyor Karabulut. (34) Yazdığı "ilk öykünün ilk kadın kişisi"(32) olan eski sevgilisine sitemle, arkadaşının bir başka kadına söylediğini yinelemek isteğiyle dolup taşıyor: "...yıllar ve yollar boyunt.a sen vardın, ilk öyküden bu vana scn hep vardın"(34) diyerek her aşfun kendini yazdıran bir öyküden başka bir şey olmadığını tekrar CUMHURİYET KİTAP S A YI Dbnemeç we Karylaşnm HlarMıkaıfcnn Özcan Karabulut zeki bir yazar. Bütün öykülerinin yazma sürecini konu etmesi özellikle son cümlelerinin yazma eylemine gönderme yapması rastlantı değil elbet. 70'li yılların yazarları edcbiyat sanatını ideolojininemrine vcrmişler, solculuklarıyla yaşamı tırpanlamaktan yorgun düşmüşlerdi. HO'li yıllar askeri müdanalenin sonuçlarını değerlendirmekten edebiyat sanatının yinc ikinci plana atıldığı yıllar oldu. Yabancılaşma edebiyatı yerini karabasan edebiyatına bıraktı bir süre. 9O'lı yılların sonuna doğru "yaşam" sanatın öne çıkan konusu olacaksa vc sol eğilimli bir yazar, 70'li ve 80'li yıllann yazarlarını öfkeden kıpkırmızı kızartacak bir biçimde, cinselliğin uçurtmasında neşeyle uçacaksa, ona (günümüzün ünlü atasözüyle) "kafana göre takıl" demekten başka bir seçeneğimiz kalmıyor. Çünkü yazma sürecini yaşamın belirlcmesi ve yazarın bıreylcşmesi edebiyat açısından en sağlıklı tutum kuşkusuz. O nedenlc Özcan Karabulut'a ve edebiyatımızdaki yeni sağlıklı eğilimlere bir kcz daha merhaba dcme li edcbiyatımızın cinsellik yoluyla da olsa (çünkü cinselliğin bile ideolojinin hizme tine sunulduğunu görmek doğrusu çok acıydı) biraz daha "burjuvalaşmasını" kutlamalıyız: "Koltuklanmızda otururken birer nokta, bcn biranıa o çayına uzanırken birer virgül, masadaki hamburgerlerimize yürürken başını sonunu kestiremediğimiz birer çizgi, Doktor Lale otururken, yemek yerken, odada dolaşırken nokta, iiçgen, daire, ben kütüphaneye o muttağa iierlerken birbirine paralel iki çizgi, ben susarken büyük bir sorıı işareti... "(41) Bu burjııvalaşma, toplumsal travmalar karşısında bile yazarın birey tavrını korııması, slogandan uzak durması ve en önemlisi de yazarın sanatçı tavrını koruyup yazma eylemini politik eylemler b<ıyutlarına indirgememesi olacaksa edebiyatımız kusurlarından hızla kurtuluyor demektir: "24 Ocak'ta Uğur Mumcu öldürülccek ve iilke ayağa kalkacak. Tüm bunlar Dok tor Lale'nin "gel" demesiyle başlayan "git" demesiyle sona eren kcsintili bir iliş ki zamanına, daha da ötesi, bir öykünün yazılma ve okunma zamanına sığıyor. Oy künün bu bölümünde gidiyorum ve en az Doktor Lale kadar yalnız olduğumu bili yorum." Bundan sonrası okuyucunun değerlendirmesine kalmış bir şeydir çünkü. • Baştan Sona Yalnızlık / Özcan Karabıı lııt / Can Yayınları / 111 ,s SAYFA 9 Yazmanireci
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear