Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SÜHA SERTABİBOLU Bana Samııel Beckett'ı tek bır cümJey le tanıt deseler, yirminci yüzyılın hem en çok hilinen hem de en anlaşılmayan yazarlarının en başlarında gelen tek isimdir derim. Irlandalı, fakat Protestan bir aileden doğan bu biiyük yazar haklunda, onun hep sokak serserilerınin yaşamlanyla ve sorunlarıyla ilgilenen, marjinal bir yazar oldıığu yolundaki genel kanı doğrıı değildir. Beckett evsiz barksız, işsiz güçsüz yoksullan konu alan yapıtlannı, bu insanları toplumsal bir sorun olarak öne çıkarmak, onları savıınmak için değil, insan var oluşunun özünü sergıleyebilmek için vermiştir. Insanları para, iş, sosyal statügibi dışsal ve kafa kanştıncı öğelerden sovarak yalnızca "var oluş" ya da "var olmuş bulunma" halini soyııtlar. Bu dış öğeler çıkınca geriye tek bir gerçek kalır: Düşünce. Beckett'in özellikle betimlemek istediği şey, dünyaya "atılan", yani kcndisine hiç sorulmadan, istemi dtşında bir yaşa nn yaşamak zorunda kalan ve kendısini, oynamaya hiç niyetli olmadığı bir oyıınun içinde bulan insanoğlunun çelişkisidir. Beckett'in kahramanlannın ltarşılaştığı saçma sapan olaylar ve karşılaştıkları kişilerin hiçbir anlaına gelmeyen davranışfan, insanın içine düştüğü r>u durumun anlamsızlığını vurgulamak içindir. İnsanın var oluşu dışında her şey anlamsız, tutarsız, boşuna bir çabalamadır. Beckett, bu bakış açısıyla bakarak yaşamı sorgularken, doğrudan plmasa da edebiyatı da sorgular aslında. Oyle ya, bir düşünelım hele, edebiyatta en çok işlenen konu aşk, sosyal mücadeleler, savaşlar ralandır. Bır romanın ya da bir filmin kahramanı bir sevgiliye kavuşmak ya da toplamsal bir mücadele başarıya ıılaşmak istiyor diyelinı. Peki kalıraman aradığı sevgiliye ya da sosyal statüye kavuştuktan sonra ne olacak? Yaşamının ondan sonrası hep mutlıı mu geçecek artık? Elbette değil; ya da en azından, belli değil. Beckett'a gore, insan yaşamını motive eden, aşk gibi, toplumsal statüye, rütbeye, paraya, başarıya ulaşma gibi hırslar var oluşun dişsal ayrıntılarıdır ve var oluşun temel sorunlarını maskeleyen, bunların dıışünülmesini engelleyen, basit ve yüzeysel konulardır. Roman ya da film kanramanı sevdiğine savuşsa da temel sorular yanıtlanmadan kalır: Ben neyim? Kimim? Bu dünyada ne arıyorum? Ne için yaşıyorum? Neden başka bir zamanda, başka bir yerde değil de bu zamanda, bu yerde ve neden başka bir bedende değil de bu bedende yaşıyorum? Bu beden, aynaya bakarak görmeye çalıştığım, röntgen filmine bakıp iskeletini görünce irkildiğim, aç kalınca, cinselleşince, can derdine düşünce vahşileşip, beni utandıracak şeyler yapan, üstelik gittikçe yaşlanıp çirkinleşen bu beden de ben miyim? Eğer öyleyse iki tane 'ben' var. Bedenimi doğrudan ya da aynayla, fotoğrafla ya da filmle gözlemledığimde ya aa kendimden söz ettiğimde bir gözleyen (özne) ve bir de gözlenen (nesne) var. O halde, bunlardan ancak birini ifade edebilen 'ben' sözcüğü ne anlama gelir? (Yunus Emre'nin "Bir ben vardır bende benden içeri" deyişi geliyor insanın aklına.) "Hiç İçin Metinler" Beckett'in en tipik yapıtlarından biri, onun yaşama sanatsal bakışının tam bir özetidir. Bu kitabın, Uzun Öyküler adlı birinci bölümündeki öykülerin hemen hepsi, babasının öliimüyle, cebine az bir para konarak evinden kovulan, sokakta kalan şizofrenlerin öyküsüdür. BAşta da belirttiğimiz gibi, buradaki durum, insanın kendı seçmediğı bir dünyaya ve yaşam cangılına atılmasını, terk edllmesini simgelemektedir; sizofrenlik olgusuysa, babası hayatta kaldığı sürece, ileri yaşa geünceye dek bakılan, korunan bir insanın, babasının ölümünden sonra çaresizliğinin, dünyaya atılmişlık durumuna en çok benzeycn ve onu en iyi simgeleyen durum olmasındandır Bu SAYFA 8 Beckett ustanın toptan mizahı "Hiç için Metinler" Samuel Beckett'in en tipik yapıtlarından biri, onun yaşama sanatsal bakışının tam bir özeti. şayan birinin mi, yoksa bir ölünün mü konuştuğu belli değildir; adam, ölümden sonı asına mı yoksa doğum öncesine mi ait olduğu belli olmayan bir boşluktan ve karanlıktan seslenir bazen bize. Bu öyküde zaman zaman tekrarl.ınan ve bence bu öykünün ozeti denebilecek bir cümle vardır: "Geçtiğim yerde hiçbir iz kalmıyor." Yine bütün öykülerin ortak bir öğesi olan, öykü kahramanına verilmiş ve onun başından hiç çıkarmamakta direndiği şapka, sosyal kimliğin simgesidir. Yazar böylece insanların sosyal kiınliğe sımsıkı sarılmalannı, insan var oluşuyla hiçbir doğrudan ılintisi olmayan, değiştirilebilecek, hatta çıkarılıp atılabilecek bir şapkaya sımsıkı sarılmalanyla lcarikatürize etmiştir. Kitabın ikınci bölümunü oluşturan "Hiç Üzerine Metinler"deki on ııç metin, ilk bölümün bır kumaş gibi tersıne çevrilmiş halidir sanki. llk bölümde olayların ardındakı duşunceler bu kez bir olay örgiısüne gerek duymaksızın açığa çıkar, olayların dokusundaki asıl iplık görünür. Yazarın buradaki görüşü, yaşanan olayların da var oluş yönünden bir anlam taşımadığı, varoluşun yalnızca düşünceye Dağlı olduğudur. Böylece Beckett, bir helezonun Düşünüyorum, o halde vanm" diyen Descartes in izdüşümüne denk gelen bir yerinden başlar; ama devam eder: Ben on yıl önce de dıişünüyordum, çocukken de. Ama gençliğimde tuttuğum günlükleri okuyunca o kişivle bugünkü ben arasında büyük bir fark oldu^unu, yani aynı kişi olmadığımızı görüyorum. Gerçck 'ben' hangimiz? İnsan varoluşunun doğum öncesi ve ölüm sonrası hiçlikten farkı ner1.. Beckett bu soruların yanıtını bilinçakışıyla bulmaya çalışır. insanın varolduğuna dairbilinci ve varoluşunun temeli, o andaki, ama tüm geçmişten akıp gelen bilinçaluşındadır. Bilİnçakışının her iki ucu da sonsuzluğa, yani hiçliğe acüır. Beckett varoluşun özünü, işte DU iki niçlığin arasındaki ve o andaki bilinçakışında arar. Hiç îçin Metinler, öyküler bölümüodeki anlamsız kaos ye kargaşanın tersine, düş kayganlığında giden, tekrarlanan söylemlerin ve hallerın ritmiyle bezeli, melodik bir şiirdir. (Edebiyat elestirmeni Appleyard, Beckett'in düzyazılarının, insan ruhunun derinliklerini yansıtan enyüksek sanat eserleri olarak Scnubert ve Beethoven'in yapıtlarıyla yarıştığını yazıyor.) Beckett'in gözüyle bakınca her türlü yüce dava, her türlü hamaset, hele savaşlar tam bir trajikomik maskaralık haline gelir. Beckett, insanı varolmaktan vazgeçirmeye yönelik zırvaları en çıplak hale getirip en çok rezil eden yazardır belki I liç İçin Metinler, bir zamanlar televizyonda seyrettiğim bir filmi hatırlattı bana: Yanlışhkla saray soytarısının yerine geçen ve kendini birden kalabahğın karşısında bulan, zekâ özürlü, ama gururlu h\x zavallı, yaptığı şaşkınca hareketlerle Hiç için Metinler ya da.. seyircileri güldürür; fakat sonunda durum u farkeder ve tv*f H bu kez o diğerleriyle alay etnıeye, onlarla eğlenmeye başlar. Bu zoraki soytarının sonu biraz acıklıdır tahmin edileceği gibi,.. Şimdi düşünüyorum da, bizim o soytarıdan ne farkımız var? Daha doğrusu, o soytan biz değil miyiz? Kendimizı birden içinde bulduğumuz, 'yaşam mücadelesi' denen saçma sapan karmaşada düşe kalka, debelene debelene, çok önemli bir şeyler yapıyormuşcasına çabalayıp da yaşamı kendı elleriyle berbat eden, yüzüne gözüne bulaştıran bizlerin hali o soytandan daha gülünç değil mi? O soytarı yasamın anlamını, daha doğrusu hiçbir anlama gelmediğini biliyor hiç olmazsa. Ya biz? m Samuel Beckett şizofren birden bire, karnını doyurmaya, barınacak bir yer bulmaya, tüm bunlar için paıa bulmaya, üstelik kaışısına çıkan dığer insanların koyduğu saçma sapan kurallara boyıın eğmeye, karşı cinsle ilişki ye girmeye, birtakım in.sanların anlamsız isreklerine katlanmaya, anlamsız işler yapmaya ve nedensiz sorulara yanıt vermeye zorlanır. Kahramanlar hep aptalca bir gulünçlüğün ortasinda bulur kendini. llk Aşk adlı birinci öyküde, sokağa atılan ve parkta yatan bir şizofrenin, parkta karşılaştığı bir kadınla garip ilişkisi, daha doğrusu ilişkisizliği öykülenir. Burada adamın var oluşu uışındaki her şey Kafkavari bir anlamsızlığın sisinc gomüludur sanki; her şey anlamsız, her şey belirsizdir. Kadının da genç mi yaşlı mı, güzel mi çırkin mi olduğu bellı değildir. Beckett, edebiyatta yaygın kadın imgesiyle alay edercesine, 'kadın' ve 'erkek kimliklerinin ve bunlar arasındaki ilişkinin var oluşun tcmel sorunları karşısında önemsizliğini göstermek istemiştir. Ikinci öykü "Atılmış"ta yine babasının evinden atılan bir şizofren, cebindeki birazcık paravla bir fayton kiralayıp bütün gün faytonla gezer. Fakat bu fayton ufacıktır ve adam onun içine ancak büzüşe rek sığmaktadır. Faytonun pencerelerınden, dısarıdaki manzaralara ve geçen insanlara Dakar; insanlar da pencereden içeriye, ona bakarlar. Buradaki fayton, kafatasını, pencereler degözleri simgelemekte ve yazar, dünyaya benliğin icinden bakışı böyle betimlemektedir. Akşam olup da faytoncu arabasını ahıra çekince at arabadan ayrılır ve dönüp faytonun içindeki adama bakar. Adamıa at uzun uzun balaşırlar. Sık sık karşımıza çıkan bu at imgesi, devinimi ve gücü sağlayan hayyaninsanın, yani bedenin bir simgesidir ve benlikle bedenin ayrı türden varlıklar kadar yabancılığını, aynlığını sergilemektedir. Üçüncü öykü "Yatışrıncı", buz kesmiş bir yatakta yapayalnız yatan bir anlatıcının sonsuz sayıklamalarıdır. Düşle bilincin, ölümle yaşamın birbirıne karıştığı bu garip monologda her şey belirsizdir, ya Bazı eleştirmenler Beckett'in insanlan çaresizliğe terkeden, umut kırıcı, karamsar ve mutsuzluk veren bir yazar olduğunu savunurlar. Ama bence Beckett rıüzünlü değil; yaşamın, ölümıin ötesine geçmiş, bunların nepsine tepeden bakan, varolmanın ve anı yaşamanın dışında hiçbir şeyi ciddiye almayan, pervasız, cesur ve kesinlikle mutsuz olmayan bir yazar; mutsuzluğun da ötesinde çünkü. Bence onun yapıtları kara mizaha değil, 'kapkara mizan' denebilecek ayrı bir türe girebilir. Ya da, mizah, ciddi bir konunun boş, anlamsız ve saçma yönlerini göstermekse, bildiğimiz mizaha "perakende mizah" dersek, yaşamın ciddi sandığımız tümünün saçmalığını gösteren Beckett rnizahmaysa "toptan mizah" denebilir. Bazılarının Beckett'taki mizahı göremeyip onu kasvetli ve karamsar bıılmasını, Beckett'taki sakalarını onların göremeyeceği kadar oüyük olmasına bağlıyor Appleyard, James Knovvlson ise Beckett'ı modern komedinin babası" diye niteliyor. Beckett bakkında bir dığer çelişki de onun kişiliği hakkındadır. Bazı tanıyanlar onu münzevi, karamsar, melankolik biri diye tanımlar. Gerçekten de, Hiç İçin Metinler'deki tum öykü kahramanlarının örneğin, ufak bir kayık, daracık bir fayton, sıkışık ve karanlık izbeler gibi dar yerlere sığındıkları ve burada mutlu olduklannı görüyoruz. Bu, ana rahminegeri dönüş olarak nitelendirebileceğimiz bir negresyon (geri çekilme) eğilimidir. Nitekim Beckett'tn da yazı yazmak için sık sık, Paris'teki evini bırakıp Mame nehri kıyısında küçücük bir eve gittiği biliniypr. Bütün bunlara bir de yazarın Nobel Odülünü kabul edip, fakat insanların karşısında konuşma yapmaktan çekindiği için Isveç'e gitmeyi reddettiğini eklersek, ortaya sosyal iobi, izolasyon (yalnızlık eğilimi), negresiv ve depresiv mizaçla karakterize, şizoid bir kişilik çıkıyor. Ama yazarın bazı yakınlan da kendisinin, dostlarının yanında neşeli, dost canlısı, yaptığı esprilerle arkadaşlannın gözlerinden yaşlar getiren, sıcak bir insan olduğunu söylüyor. Gel de çık işin içinden. Bazı eleştirmenler Beckett ı Kafka'ya benzetirlerse de benzerlik sadece, dış dünyanın betimlemesindeki belirsizlik duygusundan ibarettir. Kafka gerçek olmayan bir dış dünyayı betimlerken, Beckett dış dünyanın gerçekdışılığını değil, önemsizliğini ve varoluşun asıl sorunlarının yanında yüzeyselliğini vurgular. Bunun yani sıra Beckett biçim yönünden kusursuzluğa yakın bir ustadır. Dramatik ve biçimsel DÜtünlük yönüden mükemmelliği yakalamıs olan Beckett bu konuda da Kafka'dan elbette çok üstündür. Ama yüzyılımızın bu çok ünlü fakat bir o kadar da bilinmeven yazarını okuyacak olanlar onda belki daha farklı şeyler de bulacaklardır; kimbilir? Hiç tçin Metinler ve Uzun Oyküler / SonmıclBcckctl / Çcviren. Uğnr Un / Ayrtntt Yayınlart / s C U M H U R I Y E T KİTAP SAYI 514