28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

/ N T I N M »AULINA 1880/Pierre Jean Jouve Ç»vı •«• K * r k v t Fransız edebiyatının 'karanlık' yazarlarından Pierre Jean Jouve'un Paulina 1880 adU romanı, insan ruhunun derinliklerine doğru bir yolculuktur. Soylu aile ortamında yetiştirilen güzeller güzeli Paulina'nın, içindeki tinselliği ve şehveti erken yaşta keşfedişiyle çıktığı serüven dolu yolculuk, babasının dostu olan kontia yaşadığı 'yasak aşk'la başlar. Çılgın bir tutkunun, tanrısal bir iradenin pençesindeki bu ruh, tinsellikle şehveti iç içe sokar ve Paulina, her ikisini de Tanrı buyruğu gibi, Tann'yla bir ilişki gibi yaşar. Yasağın ve esrarın açtığı kapılardan manastıra, hapishaneye kadar uzanan delice tutkuda Paulina'yı bekleyen şey, her türden suç ve günahtır. "ilk günah", babaya ya da Tanrı'ya ihanettir: Kadınlık arzularını keşfeden genç kız, soylu ailenin yumuşak ama baskıcı kuşatıcılığına rağmen, belki de, kendini babaya ya da Tanrı'ya değil, bir başka erkeğe teslim ettiği için "suçlu'dur. Ama şehvet, duyguların bu en yalını ve çıplağı, doğal insanın keşfidir. Şehvetten de Tanrı'dan da vazgeçmez Paulina. Beden kutsaldır; sevişmek, öncesi ve sonrasıyla bir tür simgesel ayindir ve tutkulu ruhlarda suça yer yoktur. Çünkü dini duygularla esrarlı günah, iç içedir. Sevilen şey; Tanrı, şehvet ve ölümdür. Kiminle sevişmektedir Paulina? Sevgilisi kontia mı, yoksa Tanrı'nın Oğlu'yla mı? Peki ya ölüm nedir? Tann'nın, kendisine ait olanı başkasının kollarından çekip alması değil midir? Paulina'nın ruhunda huzura yer yoktur. Aşkından ve şehvetinden duyduğu acıyla sığındığı manastırdaki yaşamı da herkesten farklıdır: Kendini maddi acılara atar, bedenini yaralar. Tanrı'nın Oğlu'nun acılarını taklit ederek O'nunla bir olmak ister... ve kovulur... Pierre Jean Jouve'un görsel, sinematografik imgelerle dolu ve düzyazıyla şiir arasındaki sınırları belirsizleştiren bu romanı, yaşamın ve ruhun sınırlarını zorlayanlar içindir... loaın Ç*vir*nı Aalı Fay VVeldon'ın "çağdaş İngiliz edebiyatının büyük beyaz umudu" diyerek selamladığı iskoç yazar lain Banks'in ilk romanı Eşekansı Fabrikası, 1980'li yıllarda İngiltere'de yayımlanan tüm romanlar arasında en çok tartışılan kitaplardan biri oldu. Gazete ve dergilerde abartılı yergi ve övgülerle sürdürülen tartışmaların harareti dindikten ve Banks yazdığı diğer romanlarla yeteneğini kanıtladıktan sonra kitaba gerçek değeri verilebildi: Metin, çocuk ve şiddet temasını işleyişindeki başarısı açısından Sineklerin Tanrısı ve Teneke Trampet gibi başyapıtlarla kıyaslanıyor artık. Gotik roman geleneğine uygun olarak, olaylar Iskoçya kıyılarında, tecrit edilmiş bir adacıkta ve temelde üç kişi etrafında gelişiyor. 6O'lı yıllarda hippi anarşist bir gruba katılmış olan eksantrik baba, tuhaf deneyler yapmaya meraklı, oğluna saçma sapan şeyler öğretmekten zevk alan bir biyokimyacı. "Aile"nin son derece duyarlı, kırılgan ve zeki büyük oğlu Eric, tıp fakültesinde öğrenciyken karşılaştığı korkunç bir olay yüzünden akli dengesini yitirmiş ve geri döndüğü ada civarındaki bütün köpekleri yakmaya başladığı için kapatıldığı tımarhaneden kaçan, tehlikeli biri. Romanın anlatıcısı Frank ise, babası doğum kaydını bilerek yaptırmadığı için resmen var olmayan ve bu yüzden de çok yalnız bir hayat süren bir çocuk. Tüm yalnız çocuklar gibi Frank de fantezilerle dokuduğu mitik bir dünya yaratmıştır kendine. Ama şiddet, zulüm ve ölüm üzerine kurulu bir dünyadır onunki. Olağanüstü zekice planlar kurarak kendi yaşlarındaki iki kuzenini ve öz kardeşini öldürmüştür. Eşekansı Fabrikası gibi karmaşık düzenekler kurarak korkunç eziyetlerle öldürdüğü hayvanların, ölme biçimleriyle kendisine yakın geleceği haber verdiklerine inanır. Romanın sonunda yaptığı bir keşif, bu mitik dünyanın tamamen yıkılmasına ve kendisi hakkındaki korkunç gerçeği öğrenmesine yol açacaktır. Banks inanılmaz hayal gücü ve anlatı ustalığıyla gerçeküstücü resimlerden çıkmışa benzeyen müthiş sahneler yaratıyor bu romanda. Dehşet ve ölümle dolu, ama ironik ve gerçekten iyi yazılmış bir kitap bu. Ahlâki bir mesajı falan yok, ama okuru fena halde tedirgin ediyor. Masumiyeti tıkıştırdığımız son sığınak olan çocukluğun içerebileceği şiddetle yüzleştiriyor çünkü bizi. , EŞEKARISI FABRİKASI/lain Banks FREUD'DAN LACAN'A PSİKANALİZ/S M Tura Freud'dan Lacan'a Psikanaliz, hayli yoğun teorik tartışmalar içermesine rağmen, psikanalizle ve insan bilimleriyle ilgilenen okurlardan epeyce ilgi gördü. ilk basımından bu yana geçen altı yıla rağmen, Lacan'ı kavramak için Türkçedeki tek kılavuz kitap niteliğinde hâlâ. Tura, bu basım için bütün metni tekrar gözden geçirip ilk bölümü tamamen yeniden yazdı ve kitaba Lacan'ın kendisinin, Althusser'in ve Jameson'ın birer makalesi eklendi. Tura, ilk bölümde bir bilim olarak psikarulizin epistemolojik statüsünü, kendi deyimiyle "pozitif yönü'nü tartışmaya açıyor ve ilginç bir sonuca ulaşıyor: Psikanaliz bildiğimiz türden bir bilim değildir. Sonraki bölümlerdeyse psikanalizin kuruluş yılları içinde ve bizzat Freud'da geçirdiği dönüşümleri ayrıntılı olarak anlattıktan sonra, psikanalizin temel kavramı olan "bilinçdışrnın felsefi olarak nasıl mümkün olabildiğini temellendirmeye girışıyor. Bilinçdışının olabilirliğini reddederek bilinci vurgulayan Kartezyen fenomenoloji geleneğinin önde gelen temsilcisi Sartre ile Lacan arasındaki örtük polemiği deşiyor. Tura'ya göre fenomenolojinin temel hatası öznenin oluşumunda Dil'in rolünü gözardı etmesidir. insan ancak Simgesel Düzen'e, yani Dil'e girerek biyolojik bir varlık olmaktan çıkar ve kültürel bir özne olur. insan yavrusu annesiyle arasındaki kadiri mutlak imgesel özdeşleşmeden, ancak Babanın Adı ile simgelenen Oidipus karmaşasından geçerek (Lacan'a göre Oidipussuz bir Kültür mümkün değildir) insan olur. insan kendi çıplak gerçekliğini metaforlar zinciriyle ikame etmeye başiadıktan sonra kendi gerçeğiyle düşüncesi arasında giderek açılan bir uçurum oluşur. Her metafor, insanı kendinden biraz daha uzaklaştırır. Yani dilin simgesel düzenine girildiği anda bilinçdışı da kurulmuş olur ve "bilinçdışı dil gibi yapılaşmıştır." Kitaba eklenen yazılarda ise A. Lemaire, Simgesele girişte Oidipus'un rolünü, Lacan ayna evresinde ben'in nasıl oluştuğunu, Althusser insan bilimleri içinde psikanalizin konumunu ve Lacan'ın bu konumun perçinlenmesindeki büyük katkısını, Jameson ise psikanalizin Marksizmle ve edebiyat eleştirisiyle ilişkisini tartışıyor. "İnsan, nasıl insan olur?" sorusunu soranlara... lnc*l*m* Ç«vlr«n: Oftrel Koea Otomobilin ortaya çıkışından günümüze kadar geçen süre içinde, on yedi milyondan fazla insan kazalarda can vermiş, milyonlarcası da bu kazalar sonucu sakat kalmıştır. Otomobil kazalarıyla ilgili haberler, yazılı ve "görüntülü" basının kanıksanmış bir üslupla verdiği günlük haberierden biri haline gelmiştir. Bu kazaların sorumlusu olarak, hâlâ hatalı otomobil kullanımı ("Trafik Canavarı") gösterilir, ki bu belli bir ölçüde doğrudur. Otomobil kazalarının sorumluluğunun tümpyle bireylere yüklenmesi Peter Freund ile George Martin'e göre, konuyu tek boyutuyla ele almak demektir. Hız göstergeleriyle ortalama bir yarış arabasını andıran günümüz otomobillerinin sıkışık bir trafikte bir beygir hızıyla seyretmek durumunda kalmaları, "otomobil merkezli bir ulaşım sistemi"nin tek "gülünç" çelişkisi değildir. Trafik tıkanıklıklarını gidermek için inşa edilen ek yolların, tıkanıklıkların daha da geniş bir alana yayılmasına neden olması, sürücülerinin trafiğe takılma korkusu nedeniyle birçok arabanın günün büyük bir bölümünde otoparklarda konaklaması gibi örnekler, otomobilin bir ulaşım aracı olarak kendisinden beklenenleri gereği gibi yerine getiremediğini hatta hiç yerine getiremeyeceğini gösteren bir iki örnektir sadece. Otomobile bağımlı bir ulaşım sisteminin kendi içinde yaşadığı bu çelişkilerin, kısırdöngülerin ve neden olduğu trajik kazaların yani sıra, ekolojik dengeyi bozması, gürültü kirliliğine neden olması, erkek egemen söylemi çoğaltması ve insan sağlığma yaptığı olumsuz etkiler, göz ardı edilemeyecek denli büyük boyutludur. insanı, caddelerde beş duyunun beşini de kullanmaya zorlayarak açık havada hayal kurma zevkinden mahrum bırakması; sokak hayatını, komşuluk ilişkilerini, keyfiliği, kısacası insani bir kent hayatını yok etmesi "otomobil merkezli ulaşımın" en önemli açmazlarıdır. Otomobilin Ekolojisinde, alternatif ulaşım tarzlarının (trenler, otoraylar, bisiklet vb.) nasıl inşa edileceği, yeni bir kent yapılaşmasının nasıl olması gerektiği, halihazırdaki örneklerden yararlanıp geleceğe yönelik projeler üretilerek irdeleniyor. Hayatımızın hemen her alanına tecavüz eden otomobilin, birçok insanın sorgusuz sualsiz kabul ettiği sistemsel doğasını acımasızca sorgulayan, merkezinde otomobilin yer aldığı bir ulaşım sisteminin dayattığı ideolojiyi çelişkileriyle gözler önüne seren bu kitapta daha insani ulaşım tarzlarına imkân tanıyacak modeller de öneriliyor. "Maruz kalınan" bir kamusallık yerine "seçerek, razı olan" bir kamusallıktan yana olanlar için vazgeçilmez bir kaynak... OTOMOBİLİN EKOLOJISİ/R FreundG. Martin AY^INTl Pıyer Loti Cad 17/2 34400 Cemberlıtas/lstanbul Tel. (0 212) 518 76 19 Fax. (0 212) 516 45 77 A Y R I N T I Y A Y I N LARI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear