Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
te olduğunu kahramanın da anladığı bir düştür. Muzaffer Buyrukçu'nun bu düş/ masalda kimi simgeler kullandığı ve göndermeler yaptığı varsayılabilir. Ancak bu simgeleri ve göndermeleri saptamak zordur. Bireyi toplumsal ilişkilerini aşk, düşmanlık, kıskançlık gibi kalın çizgilereindirerek anlatmak, bireyin yargılarını ve bireyi öne çıkarmak Muzafıer Buyrukçu'nun öyküsünü, düşdüzeninegetirmiştir. BiPdononiBÇ Muzaffer Buyrukçu, öyküsünü hep'değiştirmeyi deneyen bir yazardır. Uzaklarda Bir Tüfek adlı öyküsünde, tezkerecileri şöyle anlatmıştı: "Yıllardır uzak kaldıkları, bazı ayrıntuarını unuttukları ve yeniden başlayacakları yaşamın tedirgin edici hayalleriyle doluyken kafaları, kendilerine söylenenleri duymuyor, " H a ! " diyorlardı. Ansızın bir unutuşa, bir yeniden oluşa, bunlarla karşılaştırılamayacak kadar kötü sayılan durumlara girip çıkıyor, yüzlerindeki anlamlar, bir saniyede belki yirmi kez değişiyordu. Birisini izlerken, titreşim halindeki kararsızlıkların bir gözden öteki göze sıçrayışını, daha önceden yaşanmış olaylann anlamlarıyla kavgaya tutuşmasını, oradan yüze kara bir çizgi halinde akarak donmasını; suçluluklan taşıdıkları için bir kör yere itilen hayallerle, engellerin karsısında duyduklan korkulann, korkularüan sıyrılma çabasının içinde gizli yakanşlarını görebilirdi kişi." Sonraki öyküle rinde, "bir saniyede belki yirmi kez değişen" anlamların hayallerin pesine düştü Buyrukçu. Yüzün Yarısı Gece, bu hayaf ve anlamların öyküsüdür. Masalsılıkları ve karmaşıklıkları yazarın değiştirdiği anlatım kadar, kapitalizmin yabancılaştırdığı insandan kaynaklanmaktadır. Buyrukçu, 1962'de "Kişi varsa sorunlar ve anlamlar vardır" diyordu. Kişinin, sorunlartn ve anlamların sonucu olduğu, kosullarla biçimlendiği, gerçeklerden düşlere sığınarak kurtulmanın bir çağ hastalığı olduğu da, o söylemese de, Buyrukçu'nun 1994'teki öyküsünün bildirisidir. • Yüzün Yansı Gece/Muzaf/er Buyrukçu/ Bilgi Yaytnevi/250 s. Muzaffer Buyrukçu, dili ustalıkla kullanıyor.. Heyecan verici bir yazar... azarların tattıkları en gizemli mutluluk, bir kitabı bitirebildikleri anda yaşadıklarıdır mutlaka. Bu mutluluğun nedenleri ve sonuçları öylesine karmaşıktır ki, sanatla ilgilenmeyen insanların çağlar boyu denedıkleri alısılmış hiçbir muttulukla karşılaştırılamaz bile. Kitabı bekleyen belirsizlikler, onu noktalayabilme anını yaratan soyut ve somut koşullar aşıldıktan sonra da sürergider. Yazarın, yaşarken ve sonrasında, okuruyla buluşması, içinde yaşadığı toplumun yapılanması doğrultusunda gelişen tam bir serüvendir. Hele bizim ülkemizde ve günümüzde, yazarın toplumda yok gibi bir yeri vardır. Yazar yayıncı ilişkileri ise gene bizimki gibi, Fikir ve Sanat Eserleri Yasa Tasarısı nı bir türlü Meclis'te görüşülemeyen, kültürü önemsemeyen ülkelerde, her iki taraf icin de cözülmemiş sorunlarla dolu, bir lceşmekeştir. Neyse ki yazarlar, dolar zengini olmasalar ve zaten bunu hiç amaçlamasalar da yaradılıştan, umut ve sabır zenginidirler. Kitaplarının basılması, dağıtılması, satılmasını, telif ücretlerini zamanında ve hakkınca alabilmeyi, zorunlu bir edilgenlik içinde, umar ve beklerler. Ve doğaldır ki, bazen birkaç okur ilgisinin dışında, ödül de bekleyebilirler. Ödül almak farkedilmektir. Çalışmalarının, en azından bağlı bulunduğu sanat çevrelerince onanmasıdır. Bu onanma, en deneyimli ve yetkin yazarda bile, bir güven tazelenmesi yaratabilir. Ödülün yüklediği sorumluluk, öbür yapıtlarını aşacak bir çabanın içine sürükler onu. Hiçbir parasal desteğin sağlayamayacağı bir sazanımdır bu. Bir anlamda ödül, onur konusu da olduğu icin, ne liste başı olmakla ne de çok satmakla bir tutulabilir kıvancı. Geçtiğimiz ayların şu ünlü ekonomik paketindeki kısıntılar nedeniyle, Kültür Bakanlığı'nın gcnç şair ve yazarlar arasında düzenlediğı odüllü yarışma eğer iptal edilmeseydi, oir iç deniz gibi biraz da dünyada dolaşan bir dilimizin olmaması nedeniyle hep kurutulmak istenen yazınımıza, yeni katılan ırmakları saptayabileCUMHURİYET KİTAP SAYI 230 • MELİSAGURPINAR cektik. Neyse ki, ülkenin yaşadığı koşullar ne olursa olsun, sanata ve bilime, ödül verme çabalannı aksatmayan özel kurum ve kuruluşlar, bir anlamda devletsiz, yasasız, desteksiz ve korunmasız yaşamaya alışmış kültür insanlanna derin soluklar aldırıyor, yürcklendiriyorlar. 1994 Yunus Nadi Ödülü'nü, yayımlanmış öykü dalında Yüzün Yansı Gece adlı kitabıyla yayımlanmamış Avnalar adlı kitabıyla ödül alan Sulhi Dölek ile paylasarak alan Muzaffer Buyrukçu da, yukanda sıraladığımız o bildik çarkın içinde, onlarca basılmış, çok daha fazlası da basılmayı bekle rını ve yükseldiklerini kolayca ekleyebiliriz. Neredeyse yazarlığının 50. yılına ulaşan ve Yüzün Yarısı Gece adlı öykü kitabıyla 5. ödülünü alan M. Buyrukçu'ya, yazın araştırmacılarının, eleştirmenlerinin de Ugilerinin bundan böyle yöneleceğini umarım. Eleştirilmek, her türlü ödül ve toplum beğenisinden de zaman zaman daha önemli sayılabilecek, doğal bir gereksinimidir sanatçının. M. Buyrukçu'nun kendisi de, roman, öykü, deneme, günlük calışmalannın yanı sıra, kitap tanıtma yazıları yazarak, meslektaşlarına yazarlık, yasalarca hiçbir iş kolunun içinde yer almasa, meslek sayılamasa da, aynı yayıncılığın da bağlı olduğu bir sektörün bulunmayışı gibi bir dayanışma verme gereksinimini hep duymuştur. Yazarların birbirlerine yazı ile gösterdikleri ılgınin, nesnel dayanaklardan, gerekli ılcrinlik ve inceliklerden yoksun olsa bile, okura ulaşan küçük, sağlıklı ıpuçları olduğu yadsınmamalıdır. Bu bağlamda, Yüzün Yarısı Gete'nin içinde yer alan öykülere bir yaklaşım getirmek istersek, son üç öykunün, özclliklerinden ve yeniliklerınden ötürü, öncelikle vurgulanması gcrektifiini hemen görürüz. M. Buyrukçu da bu öyküleri "ycni" olarak nitelendiriyor ve aynı biçimde yazmayı sürdüreceğini söylüyor. Gerçekçi bir yazar olan M. Buyrukçu'nun, bu kadar düşçü bir yazar olabilmesi, okuru şasırtmamalıdır. Çünkü, o yıllardan beri, duşleri gerçeklerin içine gömerek, kahramanlarına uyurken ve uyanıkken nice düşler gördürerek, gerçeküstü malzemeden bol bol yararlanmaktaydı. Şimdi ise, inandırıcı bir çerçeve çizmeye kendini zorlamadan, imgesel olduğu baştan bilinen, soyut bir noktadan, olavdan yola çıkıyor. Ve sonra öykünün içinde, insan bilincinde birikmiş bütün güzellikler, çirkinlikler, tarihsel olaylar, masalsı anlatımlar, güncel çağrısımlarıyla, cağının ve ülkesinin göstergeleriyle birlikte, görünür hiçbir aizgeye bağlı kalmaksızın art arda sıralanıyor. Yazınsal anlatım o kadar hızlı ve sağladığı görsel devinim o kadar canlı ki, yen kitabıyla, ezilerek dönen, gene de üretkenliği eksilmeyen, bir yazın eri, yazı emekçisi kuşkusuz. M. Buyrukçu için, çok yazan, yazarken yaşayan, belki de yazmaktan arta kalan zamanlarında yasayan tersini yapan yazarlar da vardır elbet bir yazardır denilebilir. Şu var ki, çalışmaları ve kişiliği, onu bir medya malzemesi yapabilecek fazla bir aynntı banndırmadığından, magazinleşen kültür procramlarına ya da sayfalarına, kolayına konuk edilememektedir. Eğer yazarların, kitaptan kitaba güneşlerinin doğduğunu.kendı gizli köşelerinden sıyrılıp ortaya çıktıklarını varsayarsak, ödülden ödüle daha da parladıkla öyküleri okurken sanki önünüzde durmadan takla atarak yuvarlanan ve bu arada size sorguladığı insanlık hallerini hic çekinmeden anlatan, sivri diUi, dobra, zeki ve şair ruhlu bir soytarı beliriyor, ister istemez gülümsetiyor, irkiltiyor sizi. Gerçekçi anlatımda, "olan" kişilerin.gerçekten varoldukları bize dayatılan kişilerin vaşadıklan gerçeküstü serüvenler, burada, bu yeni öykülerin anlatımının içinde, "olmayan", olmayacak kişi oldukları belli olanların, ciddiyetle yaşadıkları gerçeklikler durumuna dönüşüyor. Ve kuşkusuz, daha çarpıcı, daha dürüst ve daha özgür bir söylem doğuyor. Yazar, ancak sınırlarını kendinin belirleyeceği daha genişçe bir özgürlüğü kullanacağını, yaşamın doğum, ölüm, üreme gibi doğal ve sıradan sayabileceği şablonlarını kırmakla kalmayıp, zamanın akışına da dilediğince çelme takabileceğini ilk tümcelerden başlayarak hemen sezinletiyor bize. Sanmm öykülerde, insan, zaman ve çevreden oluşan kutsal üçgenin mantıksal bağları bir kez kınldıktan sonra, özgürlüğün olası sınırlarını belirleyen en önemli elken, sonsuzluğa çıkılan yolculukta, yazarın yorulmasa bue, bir an kaygılanması, soluklanma gereğini duymasıdır. Bu öykülerin çok uzun olmaması da, bir an görebildiğimiz yıldız kaymalarında olduğu gibi, sonsuzlukta oluşmuş süreçlerin bize yansıtılması sırasında, kaçınılmaz olarak göreceliğin devreye girmesindendir belki de. Bir öykü kurgusuyla, bir göktaşını çevreleyen fizik yasaların benzeşebileceğini, M. Buyrukçu'nun öykülerini okuyunca duyumsadım ben. Zaten üç yeni öykünün son tümcelerinde de bu doğrultuda, küçük ışıklı acılımlar var. Hotozlu Şevkiye Hanımın Elmaslan'nda, "Ve yazgılarımızın topraklarında, ayak basmadığımız yer bırakmayacağımızı gösteren haritayı çizmeye, bol olaylı, görkemli ve korkunç serüvenimizin öyküsünü vazmaya koyuldumseyirdefterime. Artikboşluktaveyalnızız" der yazar. Karmaşanın İçinde Yanan Ates'te, sebilin üstünde uçan, uçuşan "gülme leri görür, Mor Karanfil ve Ceviz Oynayan Kızlar'da ise, kahramanlar ölülerle birlikte sonsuza yuvarlanırken, ufukta kuytu bir yerde ırzlarına geçilmesine de katlanırlar. Ve bu uydurma yazar, seyircilere, Tann'yt alluşlatarak öyküyü bitirir. Yüzün Yansı Gece'de geriye kalan üç öykünün en uzunu ise Yeniden adını taşıyor. Yüz kırk sekiz sayfa süren, belirgin anlatım özellilderiyle, tipik bir M. Buyrukçu öyküsü olarak hemen ayırdına varılan bu çalışma, tam bir eklemleme örneği. Bir ağaç gövdesi gibi, öykü boyunca ayakta duran, ama eklemlenen dalların ve yapraklann çokluğundan görünmez olan, bütünü ayakta tutmaktan ve belirlemekten başka bir işlevi de kalmayan, bir kahramanın, uzun bir yürüyüş süresince rastladığı insanlar ve onların başından geçen olaylar arasında sıkışıp kalmış yaşamı ve belki de kalabalıldar içindeki insanın y alnızlığı vurgulanırcasına, gölgeli ve siyah çizgilerle anlatılıyor. M. Buyrukçu, öyküden öykü çıkarmayı, olayları fılizlendirmeyi, insan ilişkilerini durmadan tomurcuklandırıp, sarmaşık gibi birbirine dolaştırmayı ve sonra onları, sanki yazınsal bir coşkuyla çözümlemeyi, soğukkanlılıkla başanyor. Hiç ürkütmüyor onu, bu durmadan üreyen ve genişleyen öykü konulan. Sanki bıraksalar yeryüzünü, insanların serüvenlerini yazdığı kâğıtlarla kaplayacak bir ivme var yüre M * SAYFA 5