Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
rafından ele geçirilmesine izin vermek zorundadır. Ackroyd'un, Keatsien "bukalemun" şair nosyonunu genişlettiği de ileri sürülebilinir. Ackroyd, 1985'teyayımlananveoyılın Guardian Roman Ödülü'nü kazanan Hawksmoor'da metafizik bir tutkuyla örülmüş, geçmiş ve gelecekle sarmalanmış mimari bir yapı kurmuştu. Bu yapı, iki ayrı kat (anlatı) üzerinde temelleniyordu. Birincisi, Ackroyd'un romana adını veren Hawsmoor'dan esinlenerek yarattığı Nicholas Dyer adlı mimarın çevresinde gelişir. Dyer, yoğun emek ve titizlikle, koridor ve dehlizlerinde tayfların, gölge ve hayaletlerin egemen olduğu labirent biçimli ve ürküntü verici kıliseler inşa etmektedir. Daha da ürkütücü olan, Dyer'in inşa ettiği her labirentkilisenin açılışında bir insan kurban etmesidir. Hawksmoor'un yapısındaki ikinci kat (anlatı) modern bir dedektif öyküsüdür. Bu öyküde, Ackroyd'un Nicholas Hawksmoor'un adını verdiği dedektif, yazarın ünlü mimardan esinlenerek yarattığı Nicholas Dyer'in inşa ettiği kiliselerde işlenen cinayetleri araştırmaktadır. Roman boyunca sık sık bcliren imgeler bu iki öyküyü birbirinebağlar. Chatterton'da ise, bu kez üç değişik anlatıiçiçe geçmiştir. Bunlardan ilki, ortaçağ Ingilizcesiyle şiirler yazan, bunların düşgücünde yarattığı Thomas Rowley adlı bir keşişşaire ait olduklarını ileri süren, pek çok kimseyi buna inandırmayı başaran ve nihayet on yedi yaşında arsenik içerek intihar eden teenage şair Thomas Chatterton'ın öyküsüdür. (Ackroyd'un karşısenaryosunda Chatterton ihtiharetmiyor; yakalandığı zührevi hastalığın tedavisi için kullandığı ilaçtan yanlışlık sonucu fazla miktarda içerek ölüyor). Chatterton ölümünün ardından, bir yandan önromantizm ikonu olarak yüceltilirken, beri yandan filisten eleştirmenlerce sahtekarhkla suçlanarak kılıçtan geçirilmişti. Chatterton'daki ikinci anlatı, Henry Wallis'in ünlü "Chatterton'ın Ölümü" tablosu ekseninde kurulmuştur. Tarihsel olarak bu tablonun, Chatterton'ın hayatı ve ölümü kadar ilginç bir öyküsü vardır. Wallis resim üzerinde çahşırken şair George Meredith model olarak poz vermişti. Bu arada, Meredith'in karısıyla Wallis arasında yasak bir gönül ilişkisi başlamış, sonunda karısı Meredith'i terk ederek Wallis ile birlikte kaçmıştı. Chatterton'daki üçüncü anlatı günümüz Londrasında geçmektedir. Anlatının ana karakteri Chatterton hayranı genç şair Charles Wychwood, iciolünün on yedi yaşında öldüğüne inanmamaktadır. Ona göre Chatterton, tavanarasındaki izbe odasında bir intihar oyunu sahnelemiştir. Bir diğer anlatımla, intihar süsü vererek gözlerden kaybolmuş, ondokuSAYFA 6 zuncu yüzyıl boyunca gerçek kimliğini saklayarak yaşamış ve şiir yazmayı sürdürmüştür. Wychwood, bir süre önce rastlantı sonucu bulduğu müsveddelerin Chatterton'a ait olduklarından kuşku duymamaktadır. Ilk kez 1983 yılında yayımlanan Oscar Wilde'ın Son Vasiyeti, Peter Ackroyd'un ikinci romanı. Hawksmoor'dan iki, Chatterton'dan dört yıl önce yazmış. Adı geçen bu iki romanla kıyaslandığında oldukça yalın bir yapısı var. O kadar ki, Ackroyd'un aynı zamanda T.S. Eliot, Pound ve Dickens biyografilerinin yazarı olduğu dikkate alınırsa, bu kez de başlangıçta bir Oscar Wilde biyografisi kaleme almaya niyetlendiği, ancak sonradan fikrini değiştirerek Wilde'ın "son vasiyet"ini, daha doğrusu hiç tutmadığı güncelerini onun adına yazmaya karar kılmış olabileceği izlenimini uyandırıyor. Çünkü gerçekten Oscar Wilde'ın Son Vasiyeti, gerçek bir kurmacanın sınırlarının çok belirsizleştiği, kurmacanın gerçek hayatla kaynaştığı bir roman. Örneğin romanda, annesi Wilde'a evlüik dışı bir çocuk olduğunu ifşa ediyor. Gerçekte de öyle mi, yoksa bu Ackroyd'un karşısenaryolarından bir diğeri mi? Yanıtı gerçekten merak eden okurun, Richard Ellman'ın yazdığı başta olmak üzerebellibaşlı Wilde biyografilerini taraması gerekecek. Oscar Wilde'in Son Vasiyeti, bu lanetli ve dekadan yazarın îngiltere'den uzakta gönüllü sürgün olarak yaşadığı ömrünün son dönemini kapsayan ve Peter Ackroyd'un onun maskesini giyerek (ya da onun medyumu olarak) kaleme aldığı günce. Oscar Wilde'ın hayatına ve sanatına temel olarak aldığı bir ilke vardı: Şair/yazar ancak ona bir maske verdiğinizde size aerçeği söyleyecektir. Wilde, nep değişik maskelerle dolaştı. Maskeler, bu estet savaşçının vazgeçilmez silahlarıydı. Onu, hem acımasız ve kaba bir dünyaya karşı bir zırh gibi koruyor, hem de ideal dünyanın eylemlerini taklit etmesini sağ• lıyorlardı. Yine maskeler sayesinde, ruhundaki karşıtlıklar arasında uyum yaratıyordu. "Son vasiyet"ini yazabilmek için ölüm maskesini Ackroyd'a ödünç vermiş. Wilde'a göre bir sanat yapıtı, ahlaka uygunluk ya da aykırılık gibi ölçütlerle değerlendirilemezdi. Yapıt yalnızca, iyi ya da kötü yaratılmış olabilirdi.Wildebelli ki, aynı ölçütü hayata da uygulamıştı: Onun için, ahlaka uygun ya da ahlaka aykırı hayat tarzlan yoktu; sadece iyi yada kötü yaşanan hayatlar vardı. Estetikyaşantıyı başlıbaşına bir amaç edinen, daima duyumsal tadlar peşinde koşan vebuuğurdaen katı, en ycrleşik kuralları dahi çiğnemekten çekinmeyen Öscar Wilde, bijtün hayatıboyunca bir aktör gibi davrandı vc hayatı bir oyun olarak yaşadı. W.B. Yeats, "Dansçıyı danstan nasıl ayırt edebiliriz?" diye soruyordu. W.B. Yeats'inkine iki "nasıl ayırt edebiliriz?" sorusu daha ekleyebiliriz. Daha açık bir anlatımla, hayatını oyunla özdeşleştirmiş olan Wilde için "aktörü oyundan", Wilde'ın "son vasiyet"ini yazan Ackroyd için de "medyumu ruhunu teslim ettiği yazardan" nasıl ayırt edebileceğimizi sora biliriz. Kuşkusuz, ne aktörü oyundan, ne de medyumu ruhunu teslim alan yazardan ayırt edebiliriz. Çünkü aktör oyunla öylesine özdeşleşmişti ki, tıpkı Dorian Gray gibi, birden fazla hayatı bir arada ve eşit yoğunlukta yaşayabiliyor, çok farklı dünyalara aynı anda ait olabüiyordu. O hem yüksek sosyetenin şık salonlarının konuğu, hem de gecenin en kuytu saatlerinde yeraltı Londrasının erkek umumhanelerinin ziyaretçisiydi. Wilde'ın yaşadığı iki ayrı hayat, nihayet bir noktada körkunç bir gümbürtü ve skandal kopararak çarpıştılar. Lord Alfred Douglas ile yaşadığı "adını söylemeye cüret edemeyen aşk", ikiyüzîü ve çifte standartlı aristokrasinin Wilde'ı, adına ahlak denilen tanrıya kurban etmesi için eşsiz bir fırsattı. Douglas, bir markinin oğluydu. Babası oğlunu "baştan çıkaran" Wilde hakkında her yerde ağzına geleni söylüyor, ona en ağır hakaretlerle saldırıyordu. Wilde'ın marki aleyhine açtığı dava bir anda tersine döndü; Wilde kendisini sanık sandalyesinde oturur halde buluverdi. Dost sandığı pek çok kimsenin (birkaçı dışında) aslında sinsi birer düşman olduğunu da ancak o zaman anlayabildi Oyunları sahnelerden kaldırıldı. Bir zamanlar kendisini alkışlayan soylu çevrelerdc artık adı ağızlara alınmıyordu. Onunla görünmeyi ayrıcalık sayanlar şimdi "Oscar Wilde adında biri"ni hiç tanımadıklarını söylüyorlardı. Oscar Wilde, çarptırıldığı iki yıllık hapis cezasını çcktikten sonra, bundan böyle üzerine okunmuş bir lanet gibi taşıyacağı geçmişi de beraberinde olduğu halde, bir daha hiç geri dönmemek üzere Ingütere'yi terk etti. Geçmişi dışında her şeyi geride bıraktı. Ailesini ve hatta adınıbile. Bundan böyle adı Sebastian Melmout idi. Yazgısını, Romalı askerlerin göğsüne oklar saplayarak öldürdükleri ermiş Sebastian'ınkine benzettiği için onun adını almıştı. Melmout ise, ruhunu şeytana satan bir roman kahramanıydı. Bu ad seçimleri onun, hayatı, en trajik anlarında dahi bir oyun olarak kavradığını kanıtlamıyormu? Wilde, gönüllü sürgünlük yıllarının büyük bir bölümünü Paris'te döküntü bir otel odasında geçirdi. 1900 yılında, kırk dört yaşında, aynı otel odasında günlerce can çekiştikten sonra öldü. Oscar Wilde'ın Son Vasiyeti, tanrısı olmayan bir ermişin ruhsal anatomisi. Trajik ve teolojik bir düşüşün öyküsü. Aynı zamanda, günümüz Ingiliz edebiyatınınen ilginç romancılarındanbiri olan Peter Ackroyd ile tanışmak için eşsiz bir fırsat. • Oscar Wilde'ın Son Vasiyeti/ Peter Ackroyd/ Çevıren Tomris Llyar/ SimaviYaymları/1994/ 243 s C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 24 2