Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Tham, Anıtkabir ve Anıtkabir müzesi gibi... Yabancı okur için, namaz, türbe zıyareti, adaklar, ial bakmalar da cpey fantastik. Türkçe'de kullanılan kimi argo, benzetme ve deyimlerin, kelimesi kelımesine çevrildiğinde yabancı okura ne kadar çarpıcı geleceği kestirilebilir: "el el üstünde eli Kutusunun üstünde otıırmak", "şeytanın aldatması" (delikanlıları), ' içgüveysinden hallice olmak", "bit pazarı", "kar puz yata yata büyür" (romanda "Uyuyun, genç kavun karpuzlar yalnız uvkııyla tatlanırlar"), 'kurtlarını dökmek" vb. Hayat Bir Kervansaray, gelenek, batıl inanç gibi yabancı okura ilginç gelecek ayrıntdara, İslamiyetle ilgüi ayrıntı ları da katmış. Bu katıs bir çocuğun gözünden ve çok yaşlı bir kadının yarı soylence anlatımından aktanldığı için "kendiliğinden masal tadı" kazanıyor. Kimi halk inanısları ya da yasayış bıçimleriyse bir başka ulus için kendiliğinden masal. Bir gün kadınların, bir gün erkeklerin yıkandığı "ortak" hamamlarda kadınların taşları çok sıcak suyla yıkamazlarsa, "Meryem anamız gibi gebe kalabilecekleri" inancı gibi Almanya'ya gitmek isteyen işçilerin, sağlıklı olduklarından emin olmadıkla rı için, birtakım dolandırıcüardan tahlil için idrar almaları, bir işin olup olmayacağını anlamak için "istihareye yatmak" (rüyadagörmeyi isteme) vb. Türkçe'dekı ayıp sözcüklere benzediği için, İngilizce'deki kimi sözcükleri zorlanan kız öğrenciler hatırlıyorum. Ama romanda çevirmen, kahramanına kimi zaman kimi sözcükleri çok rahat kullandırıyor )Özdamar, soylence ve masalları da kullanmış romanında, Teceren, Köroğlu, Leyla ile Mecnun gibi. Leyla ile Mecnun söylencesi, dana çarpıcı olması için Ferhat ile Şirin'e monte edilmiş. Bu masalların da yabancı okur için çekici olduğuna kuşku yok. Sanırım, özdamar'ın aldığıödülde, masalsılık kadar, Türkçe'den çevrilen benzetmelerin payı var. Bu benzetmelerle ilgili olarak bir Alman tanıtımcı "baştan çıkarıcı bir tensellik", "imgeler deriden geçip okurun içine giriyor" betimlemelerini yapıyor. Çocuklar, düşler, bunalımlar, nöbetler yoluyla anlatımın çarpıtılması Türkçe çeviride de ustaca. Özdamar'la Almanca yeni bir anlatıcı kazandı. Türk okuru da, Türkçe düşünülüp Almanca yazılmış ve Almanlar için yazdmış bir kitabın çevirisini. Ozdamar'ın daha önce yazdıkları da (iki oyun ve bir öykü kitabı) Almanca olduğu için, yazarlığında geldiği aşamayıancak Almanlar ölçebilir. Bize kalan, dış göçün, Avrupa edebiyatına kazandırdıklarına sevinmek.B söylemeyen çocuk da bizim bir gerçeğimiz. Romandaki bir çocuk "ben hastayım" cümlesinin İngilizcesi'ni "sick kelimesi yüzünden söylemiyor. Alman okur, bunca küfür edilen bir ülkede bu çekingenliği anlamıyor olmah. "(Ben de iki yıl, 1. sahısla ilgili çekimlerde "I am" kalıbını yazmakta Hayat Bir Kervansaray /Eminc SemraözdamarIÇev Ayça Sabuncuoğlu/VarlıkYaytnlan/264s. " H A Y A T B İ R K E R V A N S A R A Y " D A N B İ R B O L Ü M ağmur aniden geldiği gibi, bıçakla kesilmişçesine gitti ve gökkuşağı geldi. Oğlanlar bağırdılar: "Gökkuşağının altından geçelim." Çamurda kayarak dip bayırdan yukarıya, dereden uzaklaşıp yola çıktık ve başka bir köprüye • geldik. Bu koprüden sonra bir köprü daha vesonra bir tane daha gördüm. Yalruzca babamı akşam vakti eve getiren Ulıı Köprü yoktu. Bursa'da neredeyse her çocuğun babası için bir köprü vardı. Annemden, ninemden ne kadar uzakta olduğumu köprulerin sayısından görebiliyorum. Oğlanların ve gökkuşağının peşinden koştum. Ulu Köprümüz giderek benden uzaklaşıyordu, annemi son gördüğümde onu yenı kızıyla bir yatakta uyurken bıraktığım, cansız sokağımızm kokusuz kokusu da LJlu Köprü'yle birlikte uzaklaşıyordu. Orada olmadığım için uyumaya devam edeceklerini ve tekrar geri döndüğümde uyanacaklarını düşündiim. Deli Saniye gökkuşağının altından geçebilen birkızın, oğlan olacağını söylemişti. Gökkuşağı, bizi bekliyormuş gibi orada, gökyüzünde duruyordu. "Şimdi altından geçeceğiz," dedik. Gökkuşağı kaçtt. Biz kovaladık, o kaçtı, biz kovaladık, o kaçtı. Böylece bit pazarına geldik. Bu pazarda yerde eski ceketler pantolonlar, paltolar, ayakkabılar duruyordu. Üzerlerindebitler dolaşıyordu, adamlarbucekederi, pantolonları, paltoları kendileri de eski elbiseler giymiş başka adamlara satiyorlardı, bu adamların üstünde de başka bitler, kendi bahçelerindeymiş gibi emin bir şekilde geziniyorlardı. Hava tıpkı Anadolu'daki gibi insan, at dışkısı, at teri ve bit kanı kokuyordu. Adamlar bize, sokağını kaybetmiş orada dönüp dolaşan küçük kopeklermişiz gibi bakıyorlardı, öyleydik de, çünkü bu adamların üzerinde bir başka gökyüzü gibi duran fakirliğin kokusu bizi sersemletmişti. Az daha bu fakir kokunun içinde kalıyorduk ki, gökkuşağı bizi çekip çıkardı, yuvarlak bir meydana geldik. Birkaç uzunca taştan baraka, bir film için çabucak kurulmuş gibi orada duruyordu, birkaç adam gelip önlerinden geçecekti. Sonra bu evler tekrar kaldurıla Y caktı. Bir oğlan, "Bunlar ipek dokuma yerleri," dedi. Evlerin bodrumlarında dokuma tezgâhlannın önünde duran benim yaşlarımdaki insanlar, kızlar, oğlanlar gördüm. Onlar ayakta dururken, bodrumdan bize baktılar, biz hızla gökkuşağının peşinden koşarken onlara baktık. Birkaç dokuma tezgâhı sesi upuzun, dar bir sokağa kadar peşimizden geldi, sokağın başında dokuma tezgâhı sesleri geri döndü, biz de dar sokağa girdik. Orada duran adamları gördüm, tren bekleyen binlerce asker gibi bir şey bekliyorlardı. At arabalarının atları da orada bekliyorlar, ayakta uyukluyorlardı. Çok eski ahşap evler de vardı orada, o kadar eskiydiler ki, sanki hemen odun niyetine parçalara ayrılabilirlerdi. Bir ahşap evin önünde bir mangal yanıyor, bütün sokak sirke ve sabuna yatırılmış gibi kokuyordu. Adamların giysileri bitpazarından alınmış giysilerdi, bu adamlar öksüz görünüyorlardı, yalni2ca gözleri, bir zamanlar anneleri varmış gibi bakıyordu. Bu adamlar beklerken, dereden gelen oğlanlar ve ben de, adamların bcklediği şeyi bekledik. Ahşap evden elinde bir gazeteyle küçük, kambur bir kadın çıktı ve mangaldaki ateşi canlandırdı. Oğlanlar güldüler ve beni çekip sokaktan çıkardılar. Kambur orospuyu gördüm, küçük ateşin yanında oturuyordu, sevgisini orada öksüz gibi bekleyen adamlara değil, at arabalarının meydanda uyuklayan atlarına verir gibiydi. Ulu Köprü'ye doğru gittik, gökkuşağı biraz silikti, orada duruyordu, şimdi altından geçebilirdim, şimdi oğlan olacaktım, biraz daha ilerledim, durdum. Oğlanlar da durdu. Uzun uzun gökyüzüne baktık. Gökkuşağı kayboldu, biz çok yorulmuş köpekler de, kuyruğumuzu bacaklarımızın arasına kıstırıp evin yolunu tuttuk. Cansız sokağımıza geldiğimde yukarıda yıldızları gördüm. Taş evimizin ışıklı penceresinde Gülertina'yı gördüm. "Kızkardeşinin adı Siyah Gül ve baban senin kemiklerini kıracak," dedi. Yukarıya çıktım, baham kemiklerimi kırmadı. Bana, "Maaşallah, bu saatte nereden teşrif L SAYFA 14 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 8 7