24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

dinlemiyor, çünkü yerleşen kültürün barışa ihtiyacı var. Epik kavga eden göçebe kültürün edebiyatı, barış istiyor, ekip biçmek, mahsul almak istiyor. Kendi kurumlarını kuranıamış, insan ilişkilerini düzenleyememiş, toplumu ayakta tutacak yerleşik değerlere varamamişken, derviş geliyor. Öncelikle bahçesini yapıyor, hazırhyor, hayvanını güdüyor, evini yapıyor, ondan sonra oraya küçük bir mescit yapıyor, günde beş vakk olmasa da bir vakit nanıaz kıldırıyor. Çünkü beş vakit bir araya gelemiyorlar. O bir vakltte topluyor onları. Bu derviş onlara bir de bir ara edebiyatı getiriyor. Yarısı yazılı, yarısı sözlü bu edebiyat, halkın dilindeıı esinleniyor, biçimlcritıi kullanıyor hatta müziği kullanıyor. Bazı yerlerde halk şairinin ozanın sazını kullanıyor. sünni ve mutlak din ideolojisini de tasavvuf ideolojisi diye basitleştiriyor. Sevgi ideolojisi halinde onların anlayacağı dil ile yeni yerleşen insanlara veriyor. Yerleşen köylü seviyor bunları. Çünkü dilini anlıyor, ayrıca barış, kardeşlik, dostluğu dile getiriyor, onların bu mesajlara ihtiyaçları var, öyle kılıcını çekip küffarı kesmeli diye bir mesajı istemiyorlar artık. Derviş böylece göçebelikten şehre yerleşik kültüre geçerken doğan krizi durduruyor. Edebiyatı ile, kişisel davranışlarıyla, onlara verdiği güvenle durduruyor bu krizi. 15. yüzyılda artık merkezi Osmanlı idaresi tekkoleri de kontrolüne alıp kendi yüksek sınıf eebiyatını kurunca derviş iş yapamaz oluyor, o vakit müthiş bir ayrdık başlıyor Osmanlı aydınıyla halkın arasında. Osmanlı edebiyatıyla halkın edebiyatı arasında hiçbir bağ kalmıyor. Bu ğedebiyat onlara diliyle yabancı, biçimiyle getirdiği ideolojisiyle yabancı din ideolojisiyle yabancı. Halk da ne yapıyor, aşık edebiyatını ortaya çıkartıyor. Kendi sanatkarlarını ortaya çıkartıyor. Bunlar yeni bir edebiyatın halkı ayakta tutan, onların sözcülüğünü yapan onların sanat isteklerini karşilayan bir edebiyatın temsilcileri. Sazını omuzuna alıyor, aşık, köyden köye, obadan obaya, göçbeden göçebeye yeni bir edebiyatın sözcülüğünü yapıyor. Dervişler yerleşik insanlar mı ? Dervişler yerleşik insanlar. Tekkelerde oturan insanlar ve yazılı edebiyatın temsilcileri devleıle kültür uzlaşmasını temin ediyorlar. Göçebeye tekkeye gidiyor, orada daha insancı, kendinin anlayacağı, kendi diliyle konuşan, bir kultüre inisiye olmaya başlıyor. Tekkedeki duzen göçebe düzenini hatırlatan otoriter bir düzen. Tekkenin başındaki şeyh mutlak otorite, tıpkı göçebe toplumunun başı olduğu gibi. Onun mutlak otoritcsi de böylece toplumdaki dağılmaları önluyor. Ondan C U M H U R I Y E T K İ T A P SAYI 1 8 1 yorlarortalığı. Bizim aydınımızTanzimat'tan beri kopuk, medreseden yetişen de, yeni okullardan yetişen de kopuk. Kokü yok, oturuyorlar kendi aralatında roman yazıyor, şiiir yazıyor, sen iyisin ben iyiyim, halk tabii kültürsüz. Dinden başka tutunacak bir kültür bulamıyor halk. Biz burada dedikodu yaparken, Akşehir'de Diyanel Vakfı aşure dağıtıyoı. Sokak başlarında kazan kazan aşure dağıtiyor gelen köylülere. Onları çekmenin yolunıı buluyor. Ama bizim halkın anlayişı, bağnaz Müslümanlık anlayışı değildir. Eğer mukavemet ediyorlarsa bu kültür akımına sağduyularındandır. Sa bırlılar aptal değiller ama çok sabırlılar. Aptaldemekyanlış. Onlara umut vermenin bir yolu, mutlaka tarafsız, adil ve güçlü bir devlet. Çünkü köyde kurduğu geleneksel duzen yürümüyor. Onun dışına düştiı kentte adam. Burada güveneceği tek şey adil, kuvvetli ve tarafsız bir devlet. Çünkü ne zaman daralsa ona koşuyor. Ne zaman darda kalsa ondan medet bekliyor. Bunun var olup olmadığmı münakaşa etmeyeceğim. Böyle bir devlet Türkiye'de yok. Sıkıntının en büyük nedenlerinden biri bu, ikincisi de bunaltıcı dönemlerde insanlar geçinecek kadar, ayakta duracak kadar gelir, temel istiyorlar. Bu da olmayınca bizim insanımız müthiş bir bunaltı içinde şimdi. Devlet tarafsız ve adil olarak gücünü gösteremiyor. Kanununvarlığı ile yokluğubelli değil. Ekonomi bakırnından da öyle. Bugünden yarına güveni yok. Köydeki geleneksel düzen de yok ki artık, neye tutunarak ayakta kalsın. Bu yüzden küskün, huzursuz, ümitsiz. Canım desen de Allah canını alsın diyor. Folklorun ve halk edebiyatının bu bunaltı içinde yeri neolacak. Birincisi, dili onlar korumuşlar. Yani güzel Türkçeyi bulmak mümkün. Masalda bulmak mümkün, halk hikâyesinde bulmak mümkün, atasözlerinde bulmak mümkün, işlek bir Türkçe halkın anlayacağı öyle fazla sofistike değil, duşündüğünü doğru dürüst söyleyen bir dili folklorda da halk edebiyatında sonra köy toplumu kurulunca artık köyü idare eden Osmanlı Jandarması falan değil, köy toplumu kendi kurallarını koyup, kendi liişkilerini kuruyor. Jandarma hiçbir köyde yoktur, polis hiçbir köyde yoktur. Benim çocukluğumda, gençliğimde de yoktu. Köy kendi kuralları içinde kendini yaşatıyor. Nasıl yaşatıyor, köydeki kanun ve şeriat ne de devletin kanunudur. Onlar kendilerine göre geleneksel hukukun içinde, aile ilişküeri içinde, komşuluk ilişkileri içinde, köy ilişkileri içinde kendilerini ayakta tutmanın yollarını buluyorlar ve yaşıyorlar. Ta ki 1950'lerden sonra köy şehirlere akmaya başlayana kadar. Sanayi toplumu olmanın sarsıntısı köyün bu kendi kendine yeten düzenini altüst etmeye yetiyor. Bu altüst olmuş düzen sürdüğüne göre, aydının işlevini konuşalım isterseniz. Aydından burada beklenen bir şey var. Aydının yeni bir edebiyatla bu adamlara ümit vermesi lazım. Bu adamlara hitap etmesi lazım. Bu adamlarla konuşması lazım. Bizim aydınımız tümden boyutlanmış, oturu yorlar meyhane köşelerinde haberleri yok ne olup bıttiğinden. Gecekondııda neleri sevdiklerinden. Köyden gelen adamların ne beklediğinden haberleri yok. Sen oku, ben oku, okunmuyor o yüzden yazdıkları. 1000 mi satıyor2000misatıyor. Bakınben Akşehir'deydim. Aşıklar geldiler oraya. Kars'tan iki tane aşık. Bir açıkhava tiyatrosunda bir gün bunlar konser verdi. Açıkhava üyatrosunda 5000'e yakın insan vardı. Yıktılar bu tiyatroyu alkıştın. Bu adamlar onlara hitap etmeyi biliyorlar. Gelenlerin hepsi köyden gelmiş, başka bir kent kültürü, yeni kültür çağdaş kültür diye bir şey yok ortada. Çoğunlukta yok. Küçük bir aydın zümresi bu. Çağdaş diye kendi kendine karşılıklı dedikodular içinde. Bu aşıklar çıktılar, her dörtlüğü söylemeden önce aralarında yorumlar yaptılar. Yıkıldı orası yıkıldı. Bu şiirin öyle bir sanat değeri yok. Yok ama bu adam, kendi anlayacağı dilde, kendi duygularını, kendi sorunlannı söyledi. Yanımda aydın bir arkadaşım vardı. Halk okumaz, dinlemez diyorsunuz kendi sorunlannı dile getiren, sıkıntılarını söyleyen bir şey duyunca yıkılı İlhan Başgöz, kendi ifadesine göre, laik cumhuriyetle yaşıt. İlkokulu ve liseyi Sivas'ta bitiren Başgöz, 1940 yı lında Dil ve Tarih Coğrafya Fakülte si'negirerve 1944 yılında Pertev Naili boratav'ın asistanı olur. 1949'da "Türk Folkloru ve Halk Edebiyatı" dalında doktorasını verir. Fakültenin Folklor kürsüsü kapatılınca, Başgöz Tokat Lisesi edebiyat öğretmenliğine atanır. 2 yıl edebiyat öğretmenliği ya par. Bağnaz kültür politikası yüzünden zamanın Milli Eğitim Bakanı, edebiyat öğretmenliğine layık değildir diye işine son verdirir. 1960 yılında Ford Vakfı bursu ile Amerika'ya davet edilir. Dört yıl Kaliforniya Üniversitesi'nde çalıştıktan sonra Indiana Üniversitesi'nde görev alır. Şimdi bu üniversitenin UralAltay Dilleri ve Folklor Enstitüsü'nde profcsör ve üniversite Türkçe programının di rektörüdür. İlhan Başgöz'ün yayımlanan kitapları şunlar. Doğu Anadolu'dan Folklor Derlemeleri (1947). Türk Halk Edebiyatı (1952), İzahlı Türk Edebiyatı Antolojisi (1956), Manilerimizden (1957), Köroğlu (1959), Karacoğlan (1977), Aşık Ali İzzct özkan (1979), Folklor Yazılan (1987), Yunus Emre (1990), Vay Başıma Gelenler(1993) SAYFA 13
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear