28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

ıstediği kadar aşk mektupları yazdığını, aşkı kurşuna dizemeyeceklerini haykırsın, tüfekler ateş edecektir; edebiyata, gerçek dünyadaki haksızlıkları dile getiren dağınık kâğıtlar üzerinc serpiştirilmiş sözcüklere ateş açılacaktır. Uzun Sürmüş Bir Yaz'ı anımsayalım. "Bilincim sıcakta eriyip gidiyor. Köprüaİtı'nda öylece kalıyorum. Ka natlarından duvara çi vilenmiş kelebek gibi. Kerpiç duvarlara çarpılan suyun sesi geliyor. Çınar gölgesi gibi insanı serinleten ama yine de yakıcı, ölümdcn be lirsiz izler taşıyan bir ses" Eğer yazarın söylediği gibi suyun belleği yoksa bile geçmişin yaraları heniiz kapanmamıştır: "Ali'nin çıplak gövdesinden ne kaldı şimdi? Hangi toprak onu kendine benzetti?" Güzel Nilgün işkence odasında gövdesine inen sopaları unutamayacaktır, yazarın faşist diktatörlük arasında yitip giden dostlarını unutamayacağı gibi. Ama bıı insanların gerçek seslerini, haykırışlarını anlatmanın mümkün olmadığını da bilcrek. Denizin üzerinde kan lekeleri gördüğünü söylüyor yazar. Martılar suya konar konmaz kırmızıya kesiveriyorlar birden. Yeniden havalandıklarında kanatlarından damlayan kan ketıtin sokaklarına yayılıyor. Peki deniz, Galaıa Küprüsü'nün akışını engelleyemediği suyun anısını taşıyacak ını? Çünkü Gürsel in betimlediği Haliç, Bizans'ın aynası, Pierre Loti'nin ipek kadar yumuşak olduğunu söylediği bıı coğralya "bir balçık yığını'na dönüşmüştur artık. Kirlenmişıir, bulanık, çamıırlu, ölü bir suılur, kentin en kenar mahallelerine, mezarlıklarına dek sokıılsa da çocukluk özleminin yiıik cenneti Anadolu'ya Türkiye'dekicellâtlnrın korkunç imgesini sı/.dırmaktadır sanki. "İlk Kadın'daki delikanlıyı çamurlu dar sokaklar, sidik ve kızarmış yağ kokan mekânlar boyunca, geniz yakan mezelcı, (,öplüklcr ve şi^nıan orospular arasından geçerek ilk cinsel deneyimini yaijayacağı geneleve dek izleriz. Orada, bir batakhanenin dar odasında, yaşlı fabişeyle gerçek dışı, geçici ilk ilişkiyi tadacaktır: "Seni sevmeyi yavaş yavaş öğrendim. (...) Seni yavas yavaş tanıdim. Yabancı bir kadın gövdesini el yordamıyla kcşjledcr gibi. (...) Lygos'tu adın, Ryzantion'du. Adın Darı SaaC U M H U R İ Y E T KİTAP SAYI 152 det, Darül Hilâfe, Darı Devlet'i Aliye'i üsmaniye idi. (...) Sen hep vardın Istanbul." Araya giren mesafeyle I laliç'in çamurlu kıyılarına sis basmıştır. Ve bir dünemin iğrenç gerçcğinden yurtdışına giderek uzaklaşan Gürsel ilk lıeyecanlarının, ilk yuvasının sıcaklığını, şehvet uyandırıcı kozasının anısını da beraberinde götürmüştiir. İlk kadm aynı zamanda ilk kent, iik aşk, anncnin o ışıklı ve dinlendiricivarlığıdır.Bazıhareketler,kokular, annenin yumuşaklığı kadının giderek daha sert.daha karmaşık, daha belirsi/. davranıslarını içeren gerçcği giriftleştirir. Daha dün kadın yuvarlak kıvrımları olan bir varlıktı, hatta vatandı. Ama her şcy değişti bugün. Ne kötü, İstanbııl Gürsel i(,in artık döndıığü değil, Paris gibi gittiği bir kent: "Hep bir yerlere gidiyorum, hiçbir yere dönmeden." Tüm özelliklerini ko ruyan çocukluk düşünü bozmamanın ve hiçbir gerçcğin yerini tutamayacağı o benzersiz tadı sürdürmenin en giizel çaresi de bu olsa gerek. Rastladıgı kadınlar "Sevgilim Istanbul" diyebilirler ona, ama artık ulaşılması mümkün olmayan bu geçmise dokunamazlar. Yazar istekle kucaklıyor bu kadınları, ama onlar yazarın elinden kaçıp kurtuluyorlar; daha doğrusu gönüllü sürgünü seçen yazara, ulaşamıyorlar bir türlü, çiinkü özlemiyle yanıp tutuştuğu İstanbul'da yeniyetmeliğini yaşadığı a uzak kentte kalmıştır bir yanı. Nedim Gürsel Sevgilim İstanbul'da yer alan "Köprü" adlı öyküsünde başıboşluk duygusunu, sonu gelmeyen bir arayışı ne güzel anlatıyor, İstanbul'un dünyanın başka yerlerine nasıl görünmez iplerle bağlandığını vurgulayarak. New York'dan gelip, bir başka hava alanından İstanbula uçmadan önce taksiyle katettiği Paris'te şu tümceyi fısıldadığını duyuyoruz: "Bir sudur akar gider." Akan giden bu su, yazarın Anadolu'yu terk ettiğinden beri dünyayı arşınlamasına yarayan zamandır. Onu bir kentten ötekine sürükleyen sürgün yaşamıdır, Paris'te taksi deyken lacivert, derin bir su, rüzgârda bulutlar dağılırken maviye çalan rengiyle düşlediği B«ğazi<,i'dir. Ama bu su az sonra yeııni, ahşap bir evdeoğlunun dönüşünü bekleyen anne imgesine bırakır. İnsana soluk aldırmayan New Yorkun korkunç sıcağından Türkçe konuşmayan bir kalabalık kalmıştır Gürsel'in belleğinde, beş kıtadan gelen insanların oturduğu bu görkemli kentte yazarın anadiline yer yoktur. Neyse ki küçülmüştür dünya, sabaha karşı New York'tan gelip taksiyle Pa ris'in boş sokaklarından geçerek Boğaz'ın kıyısına varmış, oradan da Üsküdar'a doğru yol alnıaktadır. Türkçe sözcükler geri gelirler, ama yıllarça ayrılıktan sonra öylesine güçtür ki İstanbııl'u görmek, anılarla eski günlerde yaşanmış direnç günlerini bir çırpıda alıp götüren İstanbul'u, evet bu kenti yeniden görebilmek öylesine güçtür ki! New Yorkun boğucu sıcağından yola çıkıp sabaha karşı Seine nehri rıhtımlarının serinliğinden geçerek Üsküdar yönündeyol alırken, motorun iskeleye yanaşmasıyla daldı^Luykudan ııyanır. Türkçe sözcüklerdir onu uyandıran. Gizemli bir köprü ansızın New York'u Boğaz'ın doğu yakasına bağlamıştır. Paris Gürsel tarzının ürettiği imgesel kentler içinde zorunlu bir uğrağa dönüşmüş, bukentleribirbirlerinebağlayan bir işjev yüklenmiştir. Sanki ilk kitabında kıyamet gününü çağrıştıran ve yazarın kenti bir karabasan gibi kaplar ken gördüğü çöl biraz gerilemiitir. Anımsayacaksınız: "Çöl giderek kente yaydıyor. Sokaklar, evlerin bahçeleri, boş havuzlar kumla dolıı.Lâğım yollarını bile tıkadı kum. Şimdiçatılara birikiyor. Ağaçlar kurudu. Parkta, bulvar kahvelerinde kimseleryok. (...) Sinemalarkapalı,lunapark ıssız. Athkarıncayıbırakıpgitti çocuklar. Çöl ilerliyor." Bu durumu bir beyaz kâğıda nasıl yansıtacağını bilemcdiğini söylüyordu yazar. Oysa asıl önemli olan da buydu. Gazetelerin yazdıklarını, "çelik yelekli komandoların işlerini on beş dakikada bitirdikleri" genç militanları, gözaltına alınmaları, idaınlan okuyup yorumlayarak ne kadar kolaysa çölün ilerleyişini yazmak da o kadar güçtü. "Çöl ilerliyor, yakın da salgın da başlar. Kolerayı yaşadik, bu kez veba gelecek. Günlerdir sular akmıyor, elektrikler kesik. Kum sokak kapılarını, kentin çıkış yollarını tıkadı. Aslında her şey eskisi gibi, biliyorum. Geceyarısı kente giren tanklara, artık 1 Türkçe'de Nedim Gürsel NVdımClüı .ol UZI'NSÜKMOŞ BtRYAZ srvlR i)i:rıı:Kl k\\ı\ >ı)ı v l l!\sll!k klYISlM)\ SKYGll.lM İSIANBI' NEDİM GÜRb'EL NÂZlMHlKMETvs GELENEKSEL TORKYAZINI büyük otomobillerin içinde dolaşan kara gözlüklü, iinifornıalı Moğollara kimse aldırmıyor. Ateş düştüğü yeri yakar. N e var ki yangın bacay ı sarmadı henüz. Çöl de öyle. Kum evlerin bacasına dek kenti örtemedi. Ama rüzgâr kızgın çölü ö n ü n e katmış getiriyor. Bunu kim yazacak? Çölün de bir vakitler deniz olduğunu, ırmakların artık kaynaklarına doğru aktığını kim yazacak?" Bugün dünya belki biraz daha iyiye gidiyor. Gazeteler haberlerle dolu, hepsinden sözedebilirim burada. Ama çöl... çöl geriledi mi? Bu soranun yanıtını Nedim Gürsel Ne\v York'la Üsküdar arasında bir köprü düsjer ken kulağımıza lısıldıyor: eğer köprü yalnızcahayalürünüdeğilse.yazarımızın çölün ilerleyişini betimlemeklekal mayıp çölü gerilettiğini de söyleyebilı riz.H S A y F A 7
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear