05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Y U N U S INADİ Ö D Ü L L E R Î 1 9 8 9 1 9 9 0 Randevu Y A Y 1 M L A N M A M I Ş Ö Y K Ü "Bak erdemlerinden her biri nastl tutkulu en yüksek yer için; kendi habercisi olsun diye bütün ruhunu ister senin; öfkede, nefrette ve sevgide senin bütün gücünü ister." Nietzschc* YUROAER ERKOCA zerinden yaklaşık iki yıl geçti. Güneşli bir gündü. Şimdi artık çekinmeden itiraf edebiliyorum, oraya giderken korkuvordum. Havanın cıvıl cıvıl parlaklığı içimdeki tedirginliğin loşluğunu daha koyu algılamamı sağlıyor ve yıllar sonra onu görebilecek olmamın heyecanı, sevincı bu koyuluk tarafından emiliyor, korku ağır basıyordu. Tam bir buçuk senedir hiçbir haber alamamıştım. Kimi zaman aklıma takılan kötü düşüncelere rağmen, bu habersizliği acımasız bir tavır alış ve yokumsayış olarak değerlendiriyordum. (Nedense o zamanlar kötü haberin çabuk vayılacağına daha çok inanıyordum) Hayata, arkama bakmadan ve hırçınca saldırmamın önünde engel olan geçmişin, benim karar vermeme gerek bırakmadan kalkmasının sinsi rarfatlığı içindeydim. Başlangıçta bu rahatlamanın gücüyle elde ettiğim başarılar, aramamayı sürdürmesiyle anlamsızlaşıp bütün önemini yitiriyordu. Yıllarca beraber paylaştığımız değerler, yapmak istediklerimin ö n ü n e o n u n etine kemiğine bürünerek dikilivor, gün boyunca ördüklerimi geceleri söken mavi gözlü bir Penelope oluyordu. H e r tanıdığına onu sormaya başlamıştım, ama benim gibi kimse nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmiyordu. Beni arayacağına ilişkin umudum giderek yok oluyordu. U Desen: Tan Oral Sonra o mektup geldi; kargacık burgacık bir el yazınumaralarına bakarken onu yeniden görebileceğimin hesıyla yazılmış beş satır: "Çiğdem uzun zamandır sizinyecanı yerini geçmiştekine benzer bir kızgınlığa bırakle görüşemedi, bu arada bir dolu sıkıntıya katlanmak mıştı, bu kızgınlık da o anda ayrılıeımızı doğrulamışzorunda kaldı. Aslında bu mektubu kendisi yazmak istı. Sanki başka bir randevu yeri yoktu. tiyordu. Ama vakit bulamadığı ve benden rica ettiği için İki kişiydiler. Mezarın yakınındaki Mustafa'ydı. Taben yazıyorum. Ayın 25'inde, salı günü saat ikide, nımadığım diğeri biraz ileride sigara içiyordu. Çiğdem mezarlışında, üçüncü ada, beşinci parselde sizinle buortada yoktu. Mustafa'nın varlığı beni rahatsız etmişti. luşmak istiyor. Sizin de tanıdığınız birkaç dostunu daBu nedenle tanımadığım diğerinin yanına yöneldim. ha çağırdı. Gelmenizi çok fazla istiyor. Lütfen gelin. Sü"Murat siz misiniz?" dedi, "Ben Süleyman." Mektubu leyman." Aradaki iki gün bitmek bilmedi. Günlük işkendisinin yazdığını, böyle bir şeyi hiç istemediği halleri merak, kuşku, korku, heyecan fonunda yapmaktan de, Çiğdem'in anısına duyduğu saygıdan ötürü ve ona neredeyse bitkin düşmüştüm. Yıllar sonra, yavaş yavaş söz verdiği için böyle yaptığını, çok üzgün olduğunu... unutmaya başladığım, bir zamanlar ruhsal tarzım hali(Anı kelimesine takılmıştım.) Çiğdem altı ay önce ölne gelmiş tedirginliği yeniden yaşatmıştı bana. Bu ruh müş... O kırık dökük mezar ona aitmiş... Son bir yıl halinden hep kaçmıştım. (Aslında kaçtığımın bu ruh Süleyman ve karısı ile kalmış... Uzaktan akrabaları oluJıali otduğunu açık seçik hiç itiraf edememiştim kendiyorlarmış... Çok geç teşhis konulmuş... Tek yakını Alme). Mezarlıkta randevu verdiğine göre başının ciddi manya'daki abisi geldiğinde ölmek üzereymiş... Her şeyi biçimde dertte olduğunu düşündüm. Sonra tanımadıdenemişler... Hastalığını öğrendiklerinde Âlmanya'ya ğım bir insan aracılığıyla ve anlamsız bir mektupla kurgötürmek istemişler, ama araya soktukları onca torpile duğu ilişkiden rahatsız oldum. Gerçekten mektubu Çiğrağmen pasaport alamamışlar. Bizlere daha önce haber dem mi yazdırmıştı? Gitmemeyi düşündüm önce, ama vermek istemişler, ama Çiğdem engellemiş, "onlara öl'onlar' böyle bir mektuba gerek duymaz doğrudan kadükten altı ay sonra mezarımın başında randevu pımı çalarlardı. Bunun Çiğdem'in bir muzipliği olduvereceğim" demiş. O bunları anlatırken içimde kabağuna karar verdim. Bu düşünce dehşetli kızdırmıştı be • ran duygulardan başka çıkamayacağım yoğun bir acni. 'Bay başarılı reklamcıyı' tedirgin etmek istiyordu. nın beni beklediğini düşünerek ürktüm. Bu ürküntü, Geçmişin özellikleriyle çıkıyordu karşıma. Geçmişte, en elimin altındaki son dala, Çiğdem'in bir muziplik yagüvenli randevuların ölen teyze ve halalarımızı ziyaret pıyor olabileceği umuduna yöneltmişti beni. Mezarın etmek olduğunu Ona öğreten bendim. 'Bay reklamcıya' başındaki Mustafa ile göz göze geldiğimizde o son dageçmişini hatırlatmak istiyordu. lın çatırtısını hücrelerimin acı girmemiş köselerinde hissettim. Mektubu aldıktan sonra iki gün boyunca düiki gün boyunca ilışkımizi düşünüp durdum. Son zaşündüklerim, korkum, kuşkum, tedirginliğim, giderek manlardaki Kavgalarımız geliyordu aklıma. Son kavgabüyüyor ve tüm bedcnimi sarıp beni boemaya çalışıyorlarımızın birinde "Başkaları için yaptığın açıklamalar, du. Bir buçuk senedir düşündüklerimden dolayı kensonunda hep en iyi seni açıkladı" demişti. Çok önceledimi aşağılanmış hissediyordum. Çiğdem de ölümünri ona: "Bu ülkede bizim savunmaya çalıştığımız enteden altı ay sonra mezarının başında randevu vererek bulektüel değerlerin duygusal bir bedeli var: Sürekli kornu yapmaya çalış^mıştı. Bütün entelektüel kalkanlarımı ku ve tedirginlikle yaşamak. İnsanlarsa tercihlerini enparamparça etmişti. Bir türlü kopamadığım geçmişim, telektüel ilkelerine göre değil, duygusal dünyalarının yöbir mektupla kapımı çalıp bir mezar taşıyla karşıma dinelişlerine göre yaparlar. Duygu dünyamızın bütün nakilerek kendini yeniden anlamlandırmamı istiyordu reketi ise korku ve tedirginlikten kaçma üzerine kurubenden. ludur. Korkmadığımızı ne kadar çok haykırıyorsak ortada o kadar çok korku var demektir" demiştim. O zaMezarının başında hiç konuşmadan sigara üstüne simanlar bu tür açıklamalarımı filozofluğumun tuttuğuna gara yaktık. Ayrılırken Mustafa "Niye böyle yaptı?" diyorumlayarak beni onurlandırmayı tercih ederken sonye sordu. "Anlamaya çalış" dedim sadece, yine de anlaraları "Herkesin basitçe yaptığı açıklamalara entelektüel mayacağını düşünaüğüm için onun yerinde olmak isbir görüntü veriyorsun o kadar" diyerek karşılamaya tedim. O günden sonra geceler boyunca, başlangıca döbaşlamıştı. Son kavgamızda (o günden sonra onu bir danüp, karta basılmamış fılm negatiflerinden ibaret olan ha hiç göremedim) "Varsaydığın yazarlık yeteneğin o ilişKİmizi, Çiğdem'in ölümünün solgun ışığında kartkada çabuk yukarılara tırmanmak istiyor ki bütün rulara basıp çoğaltmaya başladım.. Önceleri arkadaştık sahunu satın aldı senin. Bir an bile duraksamadan reklam dece; ayaklarımızın altındaki toprağın sallanmaya başşirketinin teklifini kabul ettin. O metinleri yazarken ladığı, ürkeklik ve şaşkınlığın gri fırça darbeleriyle umusosyalistliğini nerene sokuyorsun? Akşamları tüketim dumuzun rengini değiştirdiği o günlere kadar da arkatoplumuna felsefi eleştiriler düzüp, gündüzleri de o top daş kaldık. (Sonraları o zamanlar birbirimizi cinsel olalumu pazarlıyorsun. O kabul ettiğin tek ahlaksızhk, çıfrak neden algılamadığımızın hesabını sorup durduk birte standart var ya, boğazına kadar o ahlaksızlığa battın" birimize) O zamanlar dünyayı kurtarıyorauk ve işimizi diye haykırmıştı. "Bana ahlaktan söz etme" demiştim çok ciddiye alıyorduk. "Ciadiyet" demiştim bir kerekışkırtıcı bir edayla: "Ahlak rahatsızlıklar için alınan sinde otıa: "Cinselliği öldürür, cinsel sevginin kan karbir hap gibidir; kirm'n çok rahatsızlığı varsa o haplarıdeşi humourdur", "Yihe kimden arak?" demişti. ııı sürekli yanında taşır. Aşırı dozlarda kullanıldığı zaMustafa'nın acı dolu yü?. ifadesi hiç gözümün önünman ise duygu ve düşünce kabızlığı yapar. Ve sen çok den gitmiyordu. Çiğdem'in yıllar süren ve o iki selvi fazla kullanıyorsun" diye eklemiştim. O gün kapıyı çararasında noktalanan sürgünü Mustafa'nın yakalandığı pıp gitmişti. Sağladığım olanaklara ihtiyacı olduğu için gece 'nişanhm' diye başlayan ifadesiyle başlamıştı. Kadöner diye beklemiştim. lacak bir yeri kalmayınca güneye tatile gitmeye karar vermiştik. Zorunluluklardan ötürü süslenmeye başlaMezarlık bekçisine adayı ve parseli sorarken bilinçmıştı; dudaklarını boyuyor, oje sürüyordu. Tatile gitsizce meraklı bir ifade takınmıştım. önüme çıkan her meden birkaç gün önce plaja gitmiştik. Siyah bir bıkicanlıya, sonradan yapacağım açıklamalara örnek teşkil ni giymişti, hafif yanmış teni gözlerimi okşamıştı. Doedecek tavırlarla yaklaşmaya başlamıştım: "Bir mektup kunmak istemiştim, boçuşmak için sataşmıştım. Boğuşaldım ve ne olduğunu anlamak için geldim. Zaten bümak hoşumuza giden bir oyundu bizim içîn. O zamantün halimden belliydi; inanmazsanız bekçiye sorun." lar kadın erkek ayrımını aştığımızın bir göstergesi olaÖyle bir durumda gösterdiğim uyanıklıktan ötürü utarak algılardık boğuşmayı. Bu geleneği sonraları kadın nıyorum. (Böyle anlarda beni yakaladığı zaman "Sen ve erkek olarak kıyasıya kavga etmeye başladığımız zazekfyı köylü kurnazlığıyla kanştırıyorsun" derdi.) Ada S A Y F A 9 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear