21 Haziran 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

ise üç farklı yoksulluk biçimi ortaya konmuş: 1) gelire göre 2) mal varlığına göre 3) sübjektif algılamaya göre. Sonuca göre sağlık üzerinde en fazla etkili olan kişinin yoksulluk algısı. Kendilerini fakir hisseden yaşlı insanlar (%38) daha sık hastalanıyorlar ve sağlıkları (%48) daha fazla kötüleşiyor. Bu kişilerin daha önce ölme riski de analizlere göre daha yüksek. Hissedilen fakirlik dışında malı mülkü az olanların da sağlığı kötüleşiyor. Hiç malı mülkü olmayan ya da çok az malı olanlar, daha sık hastalandıkları gibi daha yavaş iyileşiyorlar. Şaşırtıcı bir şekilde gelirin, insan sağlığı üzerindeki etkisinin önemsiz olduğu ortaya çıkmış. Araştırma yoksulluğun farklı yüzlerini ortaya koymasından dolayı ilginç. Artrit tedavisinde hedef, eklemdeki zarar görmüş kıkırdak dokusunu yenilemektir. Bu amaçta biyolojik olarak indirgenebilen yapay kıkırdak iskeleti, hastanın kök hücreleriyle kaplanır. Özel büyüme faktörlerinin eklenmesiyle bunlardan kıkırdak hücreleri oluşur. Bu hücrelerdense, hastaya nakledildikten sonra eklem kıkırdağına dönüşecek olan üçboyutlu bir doku gelişmektedir. Artrit tedavisi için yeni kök hücreler Nilgün Özbaşaran Dede [email protected] CBT 14077 / 7 Mart 2014 Amerikalılar, yerkabuğundaki en eski minerali ayrıntılı bir şekilde inceledi. Avustralya’da bulunan ve 4,4 milyar yıl yaşındaki örnek dünyamızın, oluşmasından kısa bir süre soğuyarak yaşanabilir hale geldiğini açıklayan tezi destekliyor. Bu bize diğer yaşanabilir gezegenlerin ne şekilde gelişebileceğini de açıklayabilir diyor John Valley (Wisconsin Üniversitesi, Nature). 4,5 milyar yıldan önce güneş sistemiyle birlikte Dünyamız ve Ay da gelişmiştir. Uzayda savrulan toz tanecikleri kor halindeki bir kaya topağına dönüştükten sonra sürekli diğer gökcisimleriyle çarpışmaya devam etti. Bu süreç esnasında Dünya’nın üzerinde birkaç bin derecelik sıcaklık hüküm sürüyordu. Fakat bununla birlikte kozmik ölçülere göre göreceli olarak çabuk soğuyarak bir kabuk oluşturmaya başladı. Bu sürecin en eski şahitleri, Batı Avustralya’daki Jack Hills sıradağlarında bulunur. Kaya formasyonlarında bol miktarda zirkon mineralı birikmiştir. Bildik izotop incelemelerine dayanan araştırmalar, buluntulardan birinin yaklaşık 4,4 milyar yıl yaşında olduğunu göstermişti. Fakat kullanılan yöntemin doğruluğu tartışmalı olduğu için, John Valley ve ekibi şimdi göreceli olarak yeni bir kombinasyondan yararlandılar: İkincil İyon Kütle Spektrometresi (SIMS) ve Tomografik Atom Tomografisi (TAP). Araştırmacılar bu teknolojilerle bugüne değin yapılan ölçümlerin gayet iyi sonuç verdiklerini göstermiş oldular. Son yöntemlerle gerçekleştirilen ölçümlere göre zirkon kristali tam olarak 4.374 milyar yıl yaşında. Dünyamızın oluşumu ve kabuğun gelişimi arasındaki süre sadece 160 milyon yıl. Bundan sonra ilk ilkel canlıların ortaya çıkması içinse 500 milyon yılın daha geçmesi gerekiyordu. En eski yerkabuğu parçası Amerikalılar bu yöntemi şimdi genetik yöntemlerle önemli ölçüde iyileştirdi. İskelet maddesine ilave edilen ve kök hücreler için gerekli büyüme faktörünü aktaran virüsler sayesinde hücreler, büyüme faktörlerini kendi kendilerine üreterek kıkırdak hücrelerine dönüşüyorlar. Bu şekilde elde edilen doku, doğal kıkırdak dokusuyla önemli ölçüde örtüşen biyolojik ve kimyasal özelliklere sahip. Uluslararası bir astronomi ekibi, üç milyar yıl kadar önce iki öncü galaksinin tek bir galaksi olarak kaynaştığını hesapladı. Buna göre Andromeda II bu tür bir birleşme süreci yaşayan en küçük galaksi diyor araştırmacılar (Nature). Birkaç galaksi bir araya geldiğinde büyük bir galaksi olarak birleşebilir. Bu şekilde çok büyük ve zengin kütleli galaksiler oluşmakta. Ama en küçük öncülerden büyük galaksilere doğru yaşanan süreç, bugüne kadar gözlemlenememişti. Küre biçimindeki cüce galaksi Andromeda II şimdi bu sürece yeni bakış açıları sunuyor. Bu cüce galaksi Andromeda galaksisine eşlik eder. 2,5 milyon ışık yılı mesafede yer alan Andromeda, gökyüzünde çıplak gözle görülebilen en uzak gök cismidir. Yale Üniversitesi’nde Marla Geha ve ekibi, şimdi Andromeda II’nin içindeki ve etrafındaki yedi yüzden fazla yıldızın hızını ölçünce, iki ilginç özellikle karşılaşmış. Cüce galaksi, aynı tipteki diğer galaksilere kıyasla çok daha hızlı dönüyor. Ayrıca çok alışılmışın dışında bir dönüş biçimine sahip. Andromeda II ekseni etrafında dönen tekerlek gibi istikrarlı bir şekilde değil, simetri ekseninin dikine bir tür yuvarlanma hareketiyle dönüyor. En küçük galaksi çarpışması Moğol imparatorluğunun doğuşu ve çöküşü gibi büyük tarihsel olaylar insanların genlerinde kalıcı izler bırakmışlar diyor College London Üniversitesi bilim insanları. Günümüz insanlarla gerçekleştirilen genetik araştırma, atalarımızın son 4000 yıl içinde “karıştıklarını” gösteriyor. Ve bu karışma imparatorlukların ortaya çıkışıyla ilişkili. Garret Hellenthal ve ekibi, DNA üzerinde geçmişteki göçlerin ve istilaların izlerini saptadı. Bu çalışma sırasında bilim insanları Arap köle ticareti gibi olaylar dışında bilinmeyen vakaların da izlerine rastladılar. Mesela Büyük İskender’in ordusunun soyundan olabilecek insanlara rastlamışlar. İnsan gruplarını bir araya getiren ve yeni kuşaklar üretmelerini sağlayan tarihi olaylarla ilgili kayıtlar varsa, genetikçiler modern DNA sayesinde bu olayların ne zaman gerçekleştiğini ve bu vakalar sonucunda hangi popülasyonların meydana geldiğini bulabiliyor. Uzmanlar şimdi melezleşme zamanından ve gruplaşmaya katılanlardan bağımsız olarak sonuç veren genetik bir yöntem geliştirdi. Çeşitli bölgelerde yaşayan, 95 farklı gruba ait 1.490 kişinin DNA dizilimini birleştirdi. İkinci bir aşamada ise gruplar arasındaki ortak DNA oranı saptandı. İki popülasyondaki ortak DNA oranı ne kadar yüksekse, birbirlerine o derece yakınlar. Ortak DNA parçalarının uzunluğu da atalarımızın ne zaman melezleşmeye başladıkları konusunda bilgi veriyor. Genetik çalışmalar, Cengiz Han ve Moğol ordusunun çeşitli halkların ırzlarına geçmesi nedeniyle, tüm Asya’da genetik izler bıraktığına dayanan tezlerini de kanıtlıyor. Moğol DNA’sının bir kısmı Kuzeydoğu Asya’dan Türkiye’ye kadar uzanan alanda yaşayan altı popülasyonda saptanmış. Bu genler Moğolların Asya’nın büyük bir kısmına egemen olduktan sonra Avrupa’ya kadar yaklaşık 1250 ve 1300 yılları arasında geldi. 650 ve 1900 yılları arasında devam eden Arap köle ticaretinin izleri de Kuzey Afrika, Akdeniz bölgesi ve İran körfezinde yaşayan on yedi grupta görüldü. Bu insanların hepsi, Sahra’nın güneyindeki Afrika ülkelerinden alınarak köleleştirilenlerin genlerini taşıyor. Akdeniz bölgesindeki insanların da Batı Afrikalılarla daha fazla ortak genlere sahip oldukları ortaya çıkmış. İran körfezindekiler ise Doğu’daki insanlara daha yakınlar. Bu araştırma sonucu tarihçilerin köle ticaretinin izlediği rotayla ilgili tahminleriyle örtüşüyor. Bilim insanları modern Çin’deki Tu halkında, kökeni yaklaşık olarak 1200 yıl Moğolların genetik izleri Türkiye’de de saptandı öncesine ve günümüzdeki Yunanlılara benzeyen bir Avrupa halkına ait olabilecek bir işaret saptamışlar. Hellenthal bu izin, ipekyolu üzerinde seyahat eden Batılı tüccarlara uzanabileceğini düşünüyor. En eski genetik iz, Kuzey Pakistan’ın dağlarında yaşayan Kalaşlara ait. Anlaşıldığı üzere bu halk İ.Ö.200 yıllarında, Kuzeybatı Avrupalılara ve Batı Asyalılara çok benzeyen ancak bugüne kadar belirlenmeyen bir grupla karışmış. Bu da, Büyük İskender’in (ordusunun) soyundan olduklarına inanan Kalaşları biraz haklı olabileceklerini gösterebiliyor. Hücre içlerindeki minik motorlar ilk kez test edildi Penn State Üniversitesi bilim insanları ilk kez insan hücrelerinin içine minik motorlar yerleştirdikten sonra bunları mıknatıslarla çalıştırdı. Gelişme, ilaçları bedenin belli başlı bölgelerine taşıyacak moleküler makinelere giden yolu biraz daha kısalttı. Bu uygulama, ilaçların etkisini iyileştirdiği ve aynı zamanda da yan etkileri azalttığı için ilginç. Roket biçimindeki metal partikülleri ultrason uyartılarıyla çalıştırılıyor. Araştırmayı yöneten bilim insanı Tom Mallouk’a göre nanomotorlar hareket ederek, hücreler içindeki yapılara çarpıyorlar. Canlı hücreler bu esnada daha önce hiç kimsenin görmediği mekanik reaksiyonlar veriyor. Araştırma sonuçları, sentetik nanomotorların yeni bir tür hücre biyolojisi araştırmasında kullanılabileceğini gösteriyor. Nanomotorlar bugüne dek sadece in vitro (beden dışı) olarak test edilmişti. Nanomotorlar düşük ultrasonun etkisiyle hücreler üzerinde çok az etki yapmışlar. Verilen enerji arttırıldığında nanomotorlar hareket etmeye başlayarak organellere yani hücrelerin içlerinde özel işlevleri yerine getiren yapılara çarpmışlar. Nanomotorların hücrenin içeriğini tamamen homojenleştirmek veya hücre zarlarını delen bir tür şahmerdan olarak kullanılabileceği sanılıyor. Mallouk, nanomotorların kanser ve diğer hastalıkların tedavilerinde de işe yarayabileceğini düşünüyor. Bu durumda hücreler içten mekanik olarak değişimden geçirilecek. Öte yandan cerrahi girişimlerde ve ilaçların güvenli bir şekilde dokulara aktarılmasında kullanılabileceği tahmin edilmekte.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear