28 Haziran 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban [email protected] Doğan Kuban’ın Tezleri Üzerine Bozkurt Güvenç, www.bozkurtguvenc.info Geç Göçerin Yerleşik Uygarlığa Geçmesinin Be“G deli”ni okuduğum da eski dostum Doğan Kuban’ı hemen kutlamak ve teşekkür etmek geçmişti içimden. Ulaşabilseydim, göçer Türklerin 1500 yıllık kültür tarihini bir dergi sayfasında özetleme başarısını övmekten başka ne diyebilirdim ki! Şimdiyse “Kuban’ın tezlerini tartışalım,” çağrınıza katılmak, yazmak gerekiyor. Kuşkusuz hiç duyulmamış değil, ama Doğan cesaretle yazıyor ve güzel yorumluyor. Güncel sorunları anlamak için kaynaklara ineceksek, doğru yer ve zamandan başlıyor. Batı Asya yerleşmelerinden ve İslamiyetin kabulünden yola çıkan Göktürkçüler göçerlikten pek hoşlanmazlar. Oysa, tarım devriminin öncüsü olan göçerliğin utanılacak bir yanı yoktur. Kültür tarihi boyunca göçerlerin savaşta yerleşiklere üstün olduğu görülür. Savaşı kazanıp fetheder, sonra yerleşik kültürde özümsenirler. Hunların ve Cengiz Han’ın kaderi farklı olmamıştı. Altaylar’dan yola çıkan göçerler, Çin’de, Hazar’da, İran’da, Hindistan’da, Avrupa’da, Mısır’da fethettiler ve fethedildiler– Macarlar (/Hungarlar) ve Volga Bulgarları gibi. Sabahattin Eyüboğlu, “Şimdi biz hem fatih hem fethedilmişiz” demişti ya, Türk göçerler Küçük Asya’da erimedi, tükenmedi; Bizans’ın karşısına, İran’da tanıştığı İslam’ın koruyucusu, tek ve güçlü Sultanı olarak çıktı; Anadolu halkı (İslamla değil) yüzyıllar süren savaşlar ve Türk diliyle Türkleşti. Şöyle takılmıştı Özbek, “Çekik gidip çakır döndünüz. N’olmuş sizlere?” Avcıtoplayıcıhayvancı toplumların yerleşik düzene geçmesiyle kültür, bilim ve sanat hemen gelişmiyor. Üretimin artmasını, kasabaların ve akarsu üzerindeki ticari kentlerin yeterince gelişmesini bekliyor. Çin’de Sarı Nehir, Çin Hindi’nde Mekong, Hindistan’da Indus, Mezopotamya’da DicleFırat, Mısır’da Nil, Orta Avrupa’da Tuna vb. gibi. Oysa, Toroslar ile bölünmüş Küçük Asya’da büyük kentleri yaşatacak akarsular yoktu. Selçuklu başkenti Konya nüfusu 2530 bini ancak bulmuştu. Tarım Devriminin odağındaki yarımada, Neolitik kırsallığını korumuş, küçük kasaba yalnızlığını aşamamış; yazılı ve kentsel medeniyete geçememiş; yabancı imparatorluklar tarafından yönetilmişti. Denizlere ve Dünya’ya açık (littoral) İstanbul tektir, belki eşi de yoktur.. Sanat ve Edebiyatı Anadolu’dan değil, Bizans’tan ve İran’dan aldığımız görüşleri geçerlidir. Köprülü ve öğrencileri, Bizans’ın Osmanlı yönetimi üzerindeki etkili olmadığını savunur. Kuban gibi, merkezi yönetim, daimi ordu, DinDevletSiyaset ilişkileri, kent kültürü ve ticaret hayatı üzerindeki Roma ve Bizans etkilerinin güçlü, hatta belirleyici olduğunu düşünüyorum. Ne var ki bu etkiler İstanbul surları veya sınırları içinde tutulmuş, yayılamamış; taşra (Yemen gibi) gidenin kolay geri gelmediği sürgün yeri olarak kalmıştır. Özetle, Kuban’ın görüşleri, tartışılacak tezler değil, kültür ve sanat tarihinin ve insanbilimin büyük ölçüde doğru kabul edilen, saygın verileri (önermeleri) dir. Tarihi Sorun, Devlet Ebed Osmanlı’nın neden yıkıldığı değil; nasıl olup da o kadar uzun yaşadığıdır. Gellner (1981), Nizamül Mülk’ün (Siyasetname’deki) tavsiyesine uyan Osmanlı’nın göçerleri merkezden uzakta tutup, yönetimi Enderun’a bırakması üzerinde duruyor. Yeniçeri Ocağının ateşi sönünce çöküş kaçınılmaz oluyor. İmam Gazali’nin “Akılİman’a ters düşemez,” fetvasının medrese ve saltanat üzerindeki tartışılmaz etkileriyle, Küçük Kaynarca’(1774)dan sonra Emperyalist Batı’nın izlediği “Doğu Sorunu” (Osmanlı Mirasını Bölüşme ) politikasını da unutmamak gerekir. Yalnız göçerlik bedeli değil! Doğan soruyor, kimse Bursa ve İstanbul’un neden Bağdat veya İsfahan’nın yerine geçemediğini araştırmadı? Müteferrika’nın dediği gibi: Hikmete dayalı Batı / Şeriata dayalı Osmanlı! CBT 1296/8 20 Ocak 2012 “...kâr maksimizasyonu, açgözlü kapitalist bir ekonominin köşetaşı olduğu sürece, firmalar yeryüzünün kıt kaynaklarını değer yaratmanın başlıca kaynağı olarak görmeye devam edeceklerdir...” Baha Kuban Alman asılllı iktisatçı Erich W. Zimmermann’ın 1933 yılında kaleme aldığı “Dünyanın Kaynakları ve Sanayi; Zirai ve Sınai Hammaddelerin Mevcudiyetinin İşlevsel bir Değerlendirmesi” başlıklı eserinde geçen yukarıdaki cümle, bu yılın haziran ayında düzenlenecek Dünya Zirvesi (Rio + 20) ile ilgili içimizde bazı kaygıların doğmasına yol açmıyor değil! Zira Dünya Zirvesi yaklaşırken ‘Yeni Yeşil Ekonomi’, ‘Büyük Yeşil Teknolojik Dönüşüm’ ve ‘Sürdürülebilir Büyüme’ sloganları birbirleri ile yarışıyor. Bu terminolojinin kendisi değil bizi kaygılandıran. Gezegenimizin bir çevre felaketinden kurtulması için bu yolda çırpınıyor görünen iş dünyası aklımızı karıştırıyor biraz. “Bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü?“ duygusuna kapılıyoruz! Gerçekten de epeydir, özellikle 2009 finansal krizi ile başlayan sistemik tökezlemeden ‘yeni yeşil düzen‘ (yüzyılın ilk büyük krizi Büyük Buhran sonrasında ABD’de Başkan Franklin Delano Roosevelt’in Yeni DüzenNew Deal programını çağrıştırarak) ile çıkılabileceği yolunda Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve OECD gibi kuruluşlarca da benimsenen bir yaklaşım söz konusu. Global kapitalizmin ekolojik ve ekonomik çifte krizinden sıyrılmak için sarıldığı bu slogan farklı kesimler için farklı anlamlar taşıyabilir. Bilindiği gibi, iklim değişikliğinin başlıca nedeni dünyada enerji üretimi için kullanılan fosil yakıt kaynakları. Petrolsonrası döneme yönelik gelişmeleri ve yapılan hazırlıkların içinde güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir kaynakların değerlendirilmesinin yanı sıra biyoesaslı yakıtlar ve ekonomi kilit önem taşıyor. Petrol türevli plastiklerin, kimyasalların, yakıtların ve malzemelerin yerini biyolojik hammaddelerden (gıda ve tahıl elyafları, otlar, bitkisel yağlar, orman atıkları, yosun v.s. ) türetilen malzemelerin alacağı öngörülüyor. Bu dönüşümün yüksek teknoloji biyomühendislik platformları kullanılarak gerçekleştirilmekte olduğu sır değil. Dünyadaki en güçlü ulusötesi şirketlerin, büyük devletler ve diğerlerinin, yeni genomik teknikleri, nanoteknoloji ve sentetik biyolojik teknolojileri, biyokütle hammaddelerden yeni ve katma değeri yüksek ürünler elde etmek için büyük ve güçlü koalisyonlar oluşturdukları görülüyor. Dünyanın mevcut biyokaynaklarının yalnızca dörtte birinin ticarileştirilebildiği belirtiliyor. Geri kalanın önemli bir kısmının dünyanın ‘güneyinde’ (hem coğrafi, hem ekonomik olarak) yattığı da biliniyor elbette. Bekçileri de ‘güney’in küçük çiftçileri, orman köylüleri ve en azgelişmiş yörelerin başlarına geleceklerden habersiz halkları. Yeni biyoekonominin bugüne kadar misli görülmemiş bir doğal kaynak yağması, ticarileşme ve biyoçeşitlilik kaybının yanı sıra muazzam bir sermaye yoğunlaşması tehlikesi yaratma olasılığı korkutucu! Yeşil ekonomi arayışının açgözlülük ekonomisinin pekişmesi ile sonuçlanması (İngilizcesi kulağa daha iyi geliyor, ‘green economy’ ve ‘greed economy’) kaygı veriyor. Büyük enerji (Shell, Exxon, Total, BP, Chevron vb.), büyük firma (Roche, Merck vb.), büyük gıda ve ziraat (Cargill, Monsanto, DuPont, Unilever, Bunge, Procter&Gamble vb.), büyük kimya (DuPont, BASF, Dow vb.) ve örneğin ABD ordusunu bir araya getiren dinamiklere yakından bakmak tüm dünya vatandaşlarının boynunun borcu herhalde! Enerji, biyoteknoloji, gıda ve tohum ile kimya sektörlerindeki hareketlilik yıllardır sürüyor, ancak örneğin yalnızca 2009’da 65,000 ‘e yakın şirket birleşmeleri ve satın almaları gerçekleşmiş ve 3.6 trilyon ABD Dolar’ı’ el değiştirmiş. Ulus ötesi şirket yoğunlaşmasını iyi gösteren yakın tarihli bir araştırma, İsviçre’deki Zürih Federal Teknoloji Enstitüsü (ETH) tarafından yapıldı. Geçen temmuzda yayımlanan “Şirketlerin Küresel Kontrol Şebekesi” (The Network of Global Corporate Control) yoğunlaşmanın ve kontrolün dehşet güncel düzeyini ifşa etmesi bakımından benzersiz. Devamı gelecek yazıda.. ‘Yeşil Ekonomi’yi Kim Kontrol Edecek? D Ü N Y A G Ö S T E RG E L E R İ 2012’deki liderlik seçimleri Bu yıl dünyayı yöneten liderler değişecek. Dolayısıyla ideolojik çatışmalar kaçınılmaz olabilir... Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi 5 temsilcisi arasında, İngiltere Başbakanı David Cameron, bu yılın sonuna kadar yerinde oturması kesin olan tek lider. Barack Obama ve Nicolas Sarkozy kaybetme olasılığı yüksek bir başkanlık yarışına hazırlanıyorlar. Dmitry Medvedev şimdiden başkanlığı yeniden Vladimir Putin’e terk etmiş durumda, ancak Moskova’da ve ülkenin diğer kentlerindeki son protestolar, sonuçlar şimdiden belli olmuş olsa bile, bu seçimin çok heyecanlı geçeceğine işaret ediyor. Bu arada Çin’de Hu Jintao ve Wen Jiabao, 2013 başlarında başkanlığı ve başbakanlığı Xi Jinping ve Li Keqiang’a bırakmaya hazırlanıyorlar. Güçlü ulusların yanı sıra Tayvan ve Venezüella’daki yönetim değişikliğinin yansımaları çok şiddetli olabilir. Bütün bu değişiklikler beraberinde ideolojik çatışmaları da getirebilir. http://www.eco nomist.com/node/21537908
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear