28 Eylül 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

SON ARAŞTIRMALAR Şempanze virüsünden Hepatit C aşısı üretildi Şempanzeden alınarak genetik değişimden geçirilen nezle virüsü, insanın bağışıklık sistemini Hepatit C etkenine karşı savunması için uyarıyor. Yeni aşı maddesinin sağlıklı insanlarda denenmesi olumlu sonuçlar verdi (“Science Translational Medicine). Kanla bulaşan Hepatit C virüsü birçok durumda uzun süreli enfeksiyonlara neden olmakta. Dünya genelinde yaklaşık olarak 160 milyon kişi bu virüsü taşıyor. Vakaların yüzde yirmisinde siroz gelişiyor ve karaciğerin doku yapısı değişiyor. Ayrıca karaciğer kanseri riski de doğuyor diye açıklıyor Cenevre Çocuk ve Genç Alerji Kliniği Merkezi’nden Daniel Lavanchy “Clinical Microbiology and Infection” dergisinde. Dünya Sağlık Organizasyonu WHO’nun verilerine göre yılda 350.000 kişi kadar Hepatit C’ye bağlı karaciğer bozuklukları yüzünden yaşamını yitirmekte. Virüs her şeyden önce uyuşturucu araç gereci, korumasız seks veya steril olmayan dövme ve bedene takı uygulamaları sırasında bulaşmakta. Yine WHO’nun verilerine göre dünya nüfusunun yüzde ikisi ila üçü en az bir kez Hepatit C virüsüyle temas etmiş. Mısır’da bu oran yüzde 20, Afrika ve Batı Pasifik’te bu sayılar Kuzey Amerika ve Avrupa’ya kıyasla çok daha yüksek. Her ne kadar FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) kısa bir süre önce Hepatit C’de yüzde yetmişlik bir tedavi sunan Victrelis (etki maddesi Boceprevir) ilacını onaylamış olsa da önlem için aşının önemi büyük. Yeni elde edilen sonuçlardan biri Roma’daki biyoteknik firması Okairos’tan Alfredo Nicosia diğeriyse Oxford Üniversitesi’nden Paul Klenerman’a ait. Birinci grup, şempanzede görülen Adeno (nezle) virüsünü gen taşıyıcısı olarak kullanmış. Adenovirüslere çok yakın olan virüsleri bularak bunların büyük bir kısmını şempanze salgılarından yalıtmış. Bu virüsler insana ait virüslere çok benziyor. Klenerman ve ekibi ise, bazı Hepatit C virüs proteinlerini sağlıklı insanlara aşılayıp, bağışıklık sistemini harekete geçirebilmek için CHAd3 virüs varyantından yararlanmış. İlk klinik araştırma evresinde aşı maddesinin güvenilir ve iyi tolere edilebildiği ortaya çıkmış. Önemli yan etkiler de görülmemiş. Sonuç olarak aşı maddesi, aşılanan kişilerde interferon gamma sinyal proteinini üretmiş ki bu da bedenin hastalık etkeniyle savaştığı anlamına gelmekte. Ayrıca bağışıklık sisteminin aşılanan virüs proteinlerine karşı uyarıldığını gösteren kanıtlar da söz konusu. Ancak yanıtsız kalan soru şu: Yeni aşı maddesi aşılanan insanlarda virüsün bulaşmasını önleyecek mi? PhytoKeys dergisindeki habere göre bitkinin soyu tükenmek üzere. Yabani zencefilin kendi yaşam alanı dışında yetiştirme çabaları da başarısızlıkla sonuçlanmış. Calicut Üniversitesi biyologu Mamiyli Sabu bitkiyi Silent Valley Ulusal Parkı’nda bulmuş. Nilgiri dağlarında 1200 m yükseklikte bulunduğu için Amomum nilgiricum olarak isimlendirilen yeni zencefil bitkisinin hemen hemen her yeri tüylerle kaplı. Silent Valley Ulusal parkı, çok sayıda tehdit altında olan türleri barındırıyor. Hindistan’da Amomum soyundan yirmiyi aşkın zencefil türü bulunmakta. Bazı türleri baharat ve şifalı bitki olarak kullanılıyor. Cell dergisinde. Yeni keşfedilen kök hücreleri, ağtabakayı onun altındaki damar tabakayı birbirinden ayıran retina pigment epitelinde yer alıyorlar. İnsan embriyosunda çok erken evrelerde oluşmaya başlayan bu hücrelerin bölünmesi henüz anne karnındayken duruyor. Yeni ölmüş insanlardan alınan retina pigment epitel (RPE) hücreleri farklı koşullarda kültüre alınmış. Kültür ortamlarından biri daha önce dinlenme evresinde bulunan hücreler için bir uyarıcı bir madde olduğu anlaşılmış. Doksan dokuz yaşındaki bir bedenden alınan hücreler bile bu madde içinde etkin olarak büyüyen hücre kültürlerine dönüştüler, diyor Enrique Salero. Diğer deneylerde ise hücre kültürleri öncü duyu hücreler ve kemikkıkırdak ve bağdokusu hücreleri üreten yetişkin kök hücrelerine dönüşmüş. Bu multipotent kök hücrelerinin keşfi, ağtabakası bozukluklarını tedavi edecek olanakların yolunu açıyor. Yaşlılığa bağlı makula dejenerasyonu, ağtabakasındaki duyu hücrelerinin ölümüne ve geri dönüşümü olmayan görme kaybına yol açmakta. Gözdeki kök hücrelerini yeniden etkinleştirecek güvenli bir yol bulunduğunda ağtabakası bozukluklarını tedavi edebiliriz, diyor araştırmacılar. Retina pigment epitel hücrelerinin yeniden etkinleştirilmesiyle öte yandan, ağtabakasına sızan ve gözün saydam tabakasına kadar ilerleyen yabancı hücrelerin varlığı da açıklanabilecek. Bu birikimlerin retina pigment epitel hücrelerinin yakınında konumlanmaları nedeniyle bunların önemli bir rol oynayabileceğini tahmin ediyorduk. Şimdi RPE hücrelerinin gerçekten de bu tür hücre tiplerinin üretimi için uyarılabileceklerini ve bu nedenle de hastalığın gelişiminde katkıları bulunduğunu kanıtladık, diyor bilimciler. İnsan gözündeki yeni tip kök hücreler Michigan Üniversitesi bilimcileri ağtabakasında, daha önceleri bilinmeyen bir kök hücre tipi buldu. Bu pigmentleştirici bağdokusu hücreleri, normalde dinlenme durumundadır. Fakat belirli koşullarda kültüre alındıklarında bölünüyor ve çeşitli türlerde sinir ve bağdokusu hücresi üretebiliyorlar. “Sonuçlarımız ağtabakasındaki bağdokusu hücrelerinin multipotent ve kolay elde edilebilir kök hücre rezervini temsil ettiklerini gösteriyor” diyor bilimciler Cell Stem İlk kez bir olayı görünmez kıldılar Bir vakayı görünmez kılma şimdiye kadar yalnızca bir kurguydu. Fakat Cornell Üniversitesi bilim insanları bir tür zamansal “sihirli külahı” üreterek bu hayali gerçeğe dönüştürdü. Nature dergisindeki yazıya göre araştırmacılar ışığın hızını değiştirmeyi başarmışlar. Deneylerde ışık bir cam elyaf kablo içinde iki demete ayrılmış. Bu ışık demetlerinden biri hızlandırılırken diğeri yavaşlatılmış. Bu şekilde oluşan boşluk içindeki bir olay görünmez kılınmış. Herhangi bir hadise meydana geldiğinde insanlar ışığı algılıyor. İşte araştırmacılar bu ışığı bir anlığına kesti. Alexander Gaeta, zamanda, içinde bir şeylerin gerçekleştiği bir delik yaratmak mümkün derken, Moti Fridman da deneyi bir film izlencesine benzetiyor. Şöyle, bir sahne varolmasına rağmen onu görmek mümkün olmayabiliyor. Fridman deneyi uzun bir masadaki bir kablo karmaşası olarak tanımlıyor. Daha önceleri diğer bilim insanları tarafından geliştirilen “sihirli külahlar” objeleri, mekândaki ışık ışınlarını farklı yönlere yönelterek görünmez kılıyordu. Oysa Cornell Üniversitesi bilim insanları ışığın yönünü değiştirmek yerine hızıyla oynuyorlar. Bununla birlikte şimdiye kadar bir olayı sadece saniyenin kırk milyarda biri kadar bir süre için görünmez kılabildiler. Gaeta’nın açıklamasına göre boşluk en fazla saniyenin milyonda biri ya da binde biri kadar bir süre için kalıcı kılınabilir. Yeni bulgu sayesinde bilgiler fark edilmeden çok yüksek veri hızlarıyla aktarılabilecek. Fakat bu yöntem mesela bir işlemciye virüs bulaştırmak için de kullanılabilir diyor uzmanlar. Hatta bu boşluğun daha uzun bir süre kalıcı olması halinde, bir hırsız teorik olarak örneğin bir müzedeki tabloları görünmeden çalabilir de. Araştırma D vitamini eksikliği ve MS arasındaki bağlantı D vitamini eksikliğine yol açan ender bir gen varyantının doğrudan doğruya Multiple Skleroz hastalığıyla ilişkili olduğu sanılmakta. Oxford Üniversitesi’nden bir ekip, mutasyona uğramış bu geni, çocuklarında MS hastalığı bulunan otuz beş ebeveynde saptamış. Bu vakaların birçoğunda hastalık çocuklara anne babadan geçmiş. George Ebers ve arkadaşları bu yüzden D vitamini eksikliği ve MS arasındaki ilişkinin sanılandan daha büyük olduğunu söylüyor. MS hastalığının nedeni hala kesin bilinmese de, genetik ve çevresel faktörler kadar bu faktörler arasındaki etkileşimin de önemli bir rolü olduğu tahmin edilmekte. Araştırmacılar, British Columbia ve McGill Üniversitesi bilim insanlarıyla birlikte belli başlı hastalarda görülen hastalıkları açıklayan genetik değişimleri incelemişler. Ekip üyeleri aralarında dört veya daha fazlasının MS hastası olan aileler içinden kırk üç kişinin kalıtımındaki kodlanan kısımları sekanslamış. DNA’da daha önce bulunmuş değişimlerin halihazırdaki veri bankalarıyla karşılaştırılması sonucunda, CYP27B1 geninde önemli bir farklılık tespit edilmiş. Bu genin iki kopyasını taşıyan insanlar D vitamini eksikliğine bağlı ortaya çıkan kalıtsal bir raşitizm türüne yakalanıyor. Bu genin tek kopyası ise önemli bir enzimi etkiliyor ve tek kopya taşıyan insanlarda D vitamini değerinin düşmesine neden oluyor. Sonra, üç bini aşkın sağlıklı ebeveyn ve MS hastası olan kişilerde söz konusu gen varyantı aranmış ve otuz beş anne babada bu gen varyantının bir kopyası saptanmış. MS hastası tüm çocuklar da bu geni taşıyor. Bu kalıtsal özelliğin anne babadan geçişinin MS ile ilişkili olmaması, bilim insanlarına göre sadece 32 milyarda bir olasılık. D vitamini takviyesiyle MS hastalığının önlenebileceğini gösterebilecek kapsamlı araştırmalar gündeme gelecek. Bu tür çalışmalar özellikle de İskoçya veya İngiltere gibi ülkeler için önem taşıyabilir. Yılın büyük bölümünde çok az güneş alan İskoçya’da dünya genelinde en fazla MS vakası görülmekte. CBT 1296/ 4 20 Ocak 2012 Yeni bir zencefil türü Bilim insanları Hindistan’ın güneybatısında yeni bir yabani zencefil türü buldu.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear