26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör kayıtta bulunmayan bir koku bileşimini, bir bileşimin başka bir koku bileşimiyle tamamlanmasına kıyasla daha kolay kabul ediyor. Bu şekilde koku bileşimlerinin benzer kombinasyonları, belli başlı kokuyla ilişkili tek bir bilgi motifinde toplanmakta. Oklahama Üniversitesi’nden Dylan Barnes ve arkadaşlarının konuyla ilgili araştırma yazısı Nature Neuroscience dergisinde yayımlandı. KÜRESEL İKLİM SAVAŞÇILARI: SOLUCANLAR Orman toprağında yaşayan solucanlar karbondioksitin açığa çıkmasını önleyerek iklim değişimini engelliyorlar. Çünkü solucanlar normalde çürüyüp sera gazı oluşturacak organik çöpleri indirgiyorlar. Sonuç Purdue Üniversitesi bilim insanlarına ait. Toprak solucanları kök gibi bitki parçaları veya yere düşmüş yapraklarla beslenirler. Böylece bunlar sindirildikten sonra toprağa karışmakta. Solucanların yardımıyla bu yüzden bol miktarda karbon toprakta kalıyor. İşte bu nedenle toprak solucanları sera gazına karşı böylesine etkililer diyor bilim insanları. Timothy Filley ile çalışan araştırmacılar, farklı oranlarda solucan içeren orman topraklarında karbon bileşimlerini incelemişler. Journal of Geophysical Research dergisinde bol miktarda solucan içeren topraklarda çok fazla lignin bulunduğunu söylüyor araştırmacılar. Odun ve yapraklardan oluşan bu madde bir tür karbon deposu görevini görmekte. Bol miktarda solucan içeren toprağın üzerine yaprak yığını koyan Filley ve arkadaşları, solucanların bunları kısa bir sürede yiyip bitirdiklerini söylüyorlar. rakarak intihara sürüklemekte. Araştırmacılar yeni molekülle farelerin akciğerlerindeki metastazları tedavi edebilmişler. Bilim insanları bu çalışma için biyolojide elde edilen son bulgulardan yararlanmışlar. İlaç olarak kalıtım molekülü DNA’nın yakın akrabası olan RNA’dan yararlanılmış. Birkaç yıldan bu yana RNA moleküllerinin, belli başlı genleri devre dışı bırakan bir anahtar olarak kullanılabildiği bilinmekte. “RNA interference” (RNAi) olarak adlandırılan etkinin bulunuşu Amerikalı Craig Mello ve Andrew Fire’a 2006 yılında Nobel ödülü kazandırmıştı. Tümör hücrelerini intihara sürükleyecek bu yöntemden yararlandık diyor araştırmacılar. Her beden hücresinin belli başlı bir intihar programı vardır ve bu program örneğin bir hücrenin belli bir ölçüyü aşacak şekilde değişmesi halinde etkinleşmekte. Böylece hücre kötü bir gelişmeye sebep olmadan önce ölüyor. Fakat tümörlerde bu intihar programını baskılayan bir gen etkin. İşte Bonn Üniversitesi’nde çalışan bilim insanları bu geni RNAi ile devre dışı bıraktılar. Ayrıca RNA’yı maskelediklerini de söyleyen araştırmacılar, bu şekilde bağışıklık sisteminin, molekülü bir virüsün kalıtımı olarak algıladığını görmüşler. Birçok virüs gerçekten de RNA’da bilgi deposu olarak yararlanıyor. Yeni molekül sayesinde bağışıklık sistemi, virüs kalıtımı olarak gördüğü RNA parçalarına saldırmakta. Bedenin savunma sistemi bu şekilde tümör hücreleriyle daha şiddetli bir şekilde savaşacak şekilde uyarılmış. Bedendeki hücrelerde de RNA’nın bulunduğu bilinmekte. Ancak uzun bir süre için, bağışıklık sisteminin zararlı ve zararsız RNA’yı ne şekilde birbirinden ayırt Ekonomik kriz patlak verdi ve sol kesimden hemen sesler yükseldi: «Bak Marx haklıydı! Kapitalizm çöküyor. Dünya gene Marx’a dönecek.» Gene Kurtarıcı Aramaya Çıktık! Bu bana dedemin garsonu bizim rahmetli Süleyman Aydoğan’ı, ailemizdeki adıyla Tuli’yi hatırlatıyor. Tuli çocukluğunda memleketi Eğin’de hafız olarak yetişmiş, ancak on altı yaşında bizim ailenin hizmetine girerek ömrünün sonuna kadar yanımızda kalmıştı. Aydın bir din adamıydı. Ömür boyu CHP’ye oy vermiş, çalıştığı yerlerde duvarda mutlaka Atatürk ve İsmet Paşa’nın resimlerini bulundurmuştu (zaten başka türlü taparcasına sevdiği dedemle anlaşmaları mümkün olamazdı). Kuran’da okuduğu surelerin hepsinin anlamını bilirdi. Ancak işte aydınlığının sınırı da oradaydı. Dünyadaki tüm kötü şeyleri Müslümanlığın iyi tatbik edilmemesine, Kuran’ın ve hadislerin anlaşılamamış olmasına bağlardı. Kendisine dünyada uygar tek bir Müslüman ülke olmadığını, Avrupa’nın da refah ve mutluluğu Hıristiyanlığa tekmeyi attığı on altıncı yüzyıldan sonra yakalayabildiğini söylerdim ona. Bu ülkelerdeki milyarlarca insan bu dinleri anlayamadıysa, suçu belki de insanlardan başka yerde aramak gerekliliğini hatırlatırdım. Nafile! Onun gözünde kurtuluş hâlâ İslam’daydı. Bugünlerde bakıyorum da solcular da aynı havada. Bu sütunda daha önce de birkaç kere dile getirdiğim gibi, Marx’ın kuramı, on dokuzuncu yüzyılın pozitivist bilimine çakılmış, üstelik kendi dönemindeki jeoloji ve biyolojide olan muazzam atılımları anlayamamış, onlara şüphe, hatta red hisleriyle bakmış, temel mantık kurallarını özümsememiş bir insanın eseridir. Marx’ın kuramı, ayrıca bireyin davranışını da göz ardı eden, insanı yalnızca sosyal bir makinanın şuursuz bir parçası olarak gören bir kuramdır. Marx hiçbir insanın kendisinin tüm hür yaşam imkânlarını elinden alan bir sistem içinde son raddeye kadar yaşamayacağı, tersine yaşam güçleştiği an bunu düzeltmenin çarelerini aramaya başlayacağı gerçeğini göz ardı etmiş, işçinin son ana kadar ezileceğini ve artık neredeyse nefes alamaz hale gelince ayaklanacağını savunmuştur. O zaman ne olacaktır? İşçi diktası dünyaya cenneti getirecektir. Bu sav da gerçekçi olamaz ve uygulandığı hiçbir yerde başarılı olamamıştır. Tüm komünist ülkeler, çıkışı onun öğretilerini terk etmekte bulmuşlardır ki bu doğaldır. On dokuzuncu yüzyılda bile zamanının doğabilimlerinin arkasında kalmış, Hegel’in Prusya kraliyet diktasını meşrulaştırmak için geliştirdiği felsefeye, von Ranke’nin din temelli tarihine dayanan bir ekonomik kuramın yirmi birinci yüzyılda geçerliliğini koruyabilmesi olanaksızdır. Marx, toplumun katı kurallara, doğa yasalarına benzer yasalara uygun olarak geliştiğini varsaymış, bu yasaların bulunması için ömrünü harcamıştır. Ancak o bu işle uğraşırken, doğayı katı yasaların değil, kaotik bir tesadüfler silsilesinin yönettiği anlaşılmaya başlamış, önce Sir Charles Lyell, dünyanın jeolojik gelişmesinin yönlü bir evrimden ziyade, tesadüflerin yönettiği bir kargaşa şeklinde olduğunu göstermiştir. Buna Cambridge’in meşhur papazjeologu Adam Sedgwick’in verdiği cevap malumdur: Eğer Lyell haklıysa, Kutsal Kitap bir yalandan, ahiret de tatlı bir masaldan ibaret kalacaktır. Bu nedenle Sedgwik büyük bir hışımla dostu Lyell’in tezine saldırmıştır. Yıllar sonra, Engels’in de Doğa’nın Diyalektiği’nde aynı hışımla Lyell’e saldırdığını biliyoruz. Engels, doğada düzen olmadığını savunmayı anlayamamaktadır. Darwin’in ortaya çıkışı hem Marx’ı hem de Engels’i şoke etmiş, her ikisi de Darwin’in eserini «insanlığa yazılmış acı bir hicviye» olarak nitelendirmişlerdir. Türkiye’de hâlâ Darwin’le Marx’ın, Marx’ın Darwin’e kitabını hayranlıkla ithaf etmek arzusuyla yazıştıkları masalı geçerlidir. Marx yönlü ve katı kurallı bir evrime inanmaktadır, evet: Ama Darwin’in tamamen tesadüflere dayalı doğal seçmesine değil. Bu Avrupa’da defaatle yayımlandığı ve en önemli Darwin biyografilerine girdiği halde her ne hikmetse Türkiye’de bir türlü bilgi dağarcıklarına nüfuz edememiştir. Güncel sorunlarımızın çözümlerini, dinlerde veya yanlışlanmış eski görüşlerde aramaktan vazgeçerek kendimiz düşünmeye bakalım. Bizi artık ne Muhammed, ne Marx ve ne de Atatürk kurtarabilir. Sorumluluk kendimizindir. İzleyeceğimiz yol ise açıktır. Atatürk’ün dediği gibi, bilim ve akıl yoludur. Onun için o bize Marx ve Muhammed’in tersine ne ayet de de doktrin bırakmıştır. Aklınızı kullanın demiştir. Kendisinin yaptığı gibi. YENİ MOLEKÜL KANSERLİ FARELERDE ETKİLİ OLDU Uluslararası bir araştırma ekibince Bonn Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir çalışma sayesinde kanseri iyileştirebilecek yeni bir molekül keşfedildi. Virüslerin içeriklerine benzeyen etki maddesi bağışıklık sistemini uyarıyor diyor araştırmacılar Nature Medicine dergisinde. Bedenin savunma sistemi aynı zamanda kanser hücrelerine karşı da uyarılmakta. Yeni molekül öte yandan türleşmiş hücrelerdeki belli başlı geni devre dışı bı ettiği bilinmiyordu. Bonn Üniversitesi’ne bağlı Klinik Kimya ve Farmakoloji Enstitüsü Gunther Hartman iki sene önce bu konuyu aydınlattı. Araştırmacılar bu bilgiden yararlanarak, RNA etkisini bağışıklık sistemini uyaracak şekilde değiştirebildiler. Yöntemin başarısı değişimden geçirdiğimiz tek bir molekülle kansere iki farklı koldan müdahale edebilmemize dayanıyor diyor araştırmacılar. Farelerle gerçekleştirilen ilk deneyler sonucunda da yöntemin başarılı olduğu görülmüş. Yeni molekülle tedavi edilen kanserli farelerin akciğerlerindeki metastazlar küçülmüş ya da tamamen yok olmuş. Fakat farelerde işleyen bu yöntemin insanlarda da işleyip işlemeyeceği henüz bilinmemekte. Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1130/ 5 14 Kasım 2008
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear