23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 8 NİSAN 2021 PERŞEMBE gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AKP despotizminin YENI OYUNLARI GÜNGÖR AYDIN EMEKLI VALI AKP, günümüzde karşıdevrim iktidarını, Cumhuriyeti ve demokrasiyi içselleştirmiş halka rağmen sürdürmek istiyor. Bunun için de yeni despotik oyunlara başvuruyor. Bu oyunlar üç tane. Sıralayalım... Yeni anayasa yapımı Ülkemizde demokrasiyi kalıcı kılmak için öncelikle seçim kanunu, siyasi partiler kanunu ve diğer tüm antidemokratik yasalar değiştirilip demokratikleştirilmelidir. Özellikle düşünce, örgütlenme, halkın doğru bilgi ve habere ulaşma, yönetimi denetleme ve sorgulama, yönetime katılım ve parlamentoda temsil hakkının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Sağlıklı, demokratik, kalıcı bir anayasa yapımının ortamı oluşturulmalıdır. Sonra da bu ortamda, özgür ve demokratik yollarla seçilmiş, halkı gerçekten temsil edecek yeterlik ve nitelikleri taşıyan bir meclis veya aynı biçimde oluşturulmuş bir kurucu meclis eliyle, tüm toplumsal ve siyasal güçlerin üzerinde anlaştığı, insan haklarına, demokrasiye, insan merkezli devlet felsefesine dayalı, kalıcı, çağcıl bir anayasa yapımı sağlanmalıdır. Buna karşın AKP iktidarının, temel hükümlerini sürekli çiğnediği mevcut anayasa yerine, yeni bir anayasa yapımından söz ederek bunu halkın önüne getirmesi, nesnel şartları olmayan bir kurnazlıktır. HDP’nin kapatılması Ülkemizin en yaşamsal sorunu olan Kürt sorunu, özünde demokrasi ve insan hakları sorunudur. Sorun da üniter ve ulus devlet temelinde, demokrasi ve barış ikliminde, en geniş katıKarşıdevrim iktidarının sahneye koyduğu, koyacağı tüm bu yapay aldatma oyunlarına, Cumhuriyet Devrimi’ni ve ülkemizin üstün çıkarlarını savunan 104 emekli amiralin açıklamasına karşı yöneltilen baskı ve sindirme girişimlerine, halkın büyük çoğunluğu karşıdır. lım ve toplumsal sözleşmeye dayanarak TBMM’de çözülmelidir. Terör ve şiddet ortamında büyük acılar çeken, buna karşın ulusal birliği savunan, demokrasi talep eden Kürt kökenli yurttaşlarımızın bir bölümünü temsil eden bir parti de vardır: HDP. Bu partiye açılan kapatma davası ise Kürt sorununu çözümsüzlüğe mahkum etmek ve alanı PKK terör örgütüne bırakmak anlamına gelmektedir. Kürt Sorununun çözümünde muhatap alınması gereken anahtar önemde bir parti olan HDP’nin, sorunun çözümünü demokrasi ve hukuk yolunda TBMM’de araması özendirilmelidir. Kürt sorununa terör, silah ve şiddet yoluyla çözüm arayan PKK terör örgütünden farklılığını ortaya koyması teşvik edilmelidir. Sabıkası unutulmamalı AKP’nin, Anayasa Mahkemesi kararıyla, bir oy farkla kapatılmaktan kurtulduğu ancak laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan, bir oy dışında 10 kabul oyuyla mahkum olduğu, sabıkalı bulunduğu unutulmamalıdır. O günden beri de yaptıkları ortadadır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, partili cumhurbaşkanlığı, kamu yönetiminin dinselleştirilmesi, ehliyet ve liyakatten koparılması, tek adam düzeni inşa edilmesi, toplumun kutuplaştırılması, Andımız ve ulusal simgelerin kaldırılması, ulusal güvenliği tehlikeye atacak adımlar atılması, devletin itibarsızlaştırılması, anayasal hüküm ve ilkelerin yok sayılması, TBMM’nin işlevsizleştirilmesi de bu kapsamdadır. İnsan Hakları Siyaset bilimi bağlamında, dinsel güçlere dayalı despotik bir karşıdevrim partisi olan AKP’nin oluşturduğu tek adam düzeni, halkın rızasına değil, zora dayalı bir hegemonyaya dayanmaktadır. Zor, baskı, korku, şiddet üreterek iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’ni feshederek, kadınları şiddete açık hale getirip kadına yönelik saldırıları özendirirken sürekli çiğnediği insan haklarını korumaktan söz etmesi, bu alanda eylem planı hazırlamaya kalkışması ise ciddiye alınabilir olmayan tam bir takıyye ve aldatma ürünüdür. Gülmece konusu olabilir. Ancak, karşıdevrim iktidarının sahneye koyduğu, koyacağı tüm bu yapay aldatma oyunlarına, Cumhuriyet Devrimi’ni ve ülkemizin üstün çıkarlarını savunan 104 emekli amiralin açıklamasına karşı yöneltilen baskı ve sindirme girişimlerine, halkın büyük çoğunluğu karşıdır. O nedenle karşıdevrim iktidarı, giderek daha çok zor kullanmak durumunda kalacaktır. Fakat bu da ilkel iktidarını sürdürmeye yetmeyecektir. Türk ulusu, Türkiye Cumhuriyeti’ne içerde ve dışarda güç ve itibar kaybettiren, ulusal güvenlik sorunu haline gelen bu gidişe demokratik yollarla dur diyecektir. YAZIK ÜLKEMIZE VE HEPIMIZE! GÜLSEVEN GÜVEN YAŞER ÇAĞDAŞ EĞITIM VAKFI KURUCU BAŞKANI Korona salgınından çok önce, ağır, karanlık ve çağlar öncesinin dinci, gerici salgını başladı ülkemizde. Her köşe başında yobazlar, softa siyasetçiler, Cumhuriyetin aydınlık yüzünü karartmak için saldırıya geçtiler. Milli Eğitim Bakanlığı’nın görev ve yetkilerinin bir bölümü, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, dinci, gerici vakıflara ve derneklere paylaştırıldı. Yıllar önce “Dilinin, dininin, kininin davasına sahip çıkan bir gençlik” diyen Necip Fazıl Kısakürek’in davasının peşindeler bunların hepsi... Oysa 15 Temmuz 1921’de, Ankara’da, Maarif Kongresi’ni açan Mustafa Kemal Atatürk, ne diyordu? “En önemli, en esaslı nokta eğitim meselesidir. Eğitim bir ulusu ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır ya da bir ulusu esaret ve sefalete terk eder.” Kurtuluş Savaşı’nın amacı Kurtuluş Savaşı, sadece emperyalizme ve onun cepheye sürdüğü Yunanistan’a karşı değil, içerdeki sahte, dinci, gerici, yobaz sürüsüne karşı verilen büyük mücadeleyle kazanılmıştı. Ne var ki sonrasında emperyalizm, tüm gücüyle dincileri, softaları, işbirlikçi siyasetçileri kullandı; halkımızı büyük ölçüde korkuttu, suskunlaştırdı, belleğini köreltti. Eskiler “Bir milletin medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız 3 yol vardır” derler. Birincisi aile yapısını tahrip edin. İkincisi eğitim sistemini tahrip edin. Üçüncüsü rol modellerini ve referanslarını küçümseyin, alçaltın. Aileyi tahrip etmek için anneliği ve kadını küçümseyin, alçaltın, toplumsal yaşamdan uzaklaştırın. Eğitim sistemini tahrip etmek için eğitimcilere, öğretmenlere önem vermeyin, toplumdaki itibarlarını düşürün. Ulusal kahramanların, ulusal günlerin, bilim insanlarının değerini yıpratın, önemsizleştirin... Aynen uyguladılar Hepimiz bu yılların tanıklarıyız. Ulusal dokunun zedelendiği, ülkemizin kaynaklarının satıldığı, çağdaş ve laik değerlerin giderek yok olmaya başladığı günleri sessiz ve suskun yaşıyoruz. Varlıklarını Cumhuriyete borçlu olan büyük patronlar, iş dünyası, bilim insanları, hukukçular, medya patronları olanları görmüyor, konuşmuyorlar. Sadece kaçıyor, saklanıyorlar. Korkunun ve gücün kollarına sığınıyorlar. Okullarımızda Andımız okunmuyor. Devlet madalyalarından Atatürk kabartması, devlet nişanı verilecek Arap liderler Atatürk kabartmasından rahatsız oldukları için kaldırıldı. Askeri okullara ilişkin yönetmelikten, öğrenci alımında irticai ve bölücü görüşleri benimsememiş veya bu faaliyetlere karışmamış olmak şartı da çıkarıldı. Milli Savunma Bakanı’na göre yönetmelik çağdaş yaşamın gereklerine uygun hale getirilmiş. Güya yeni yönetmelikte irtica gibi muğlak bir ifade yerine, terör örgütlerine veya milli güvenliğe karşı faaliyet ifadesi kullanılmış. Bizler ise Cumhuriyet ve Atatürk’e bağlı yurttaşlar olarak kaygılıyız. Türk ordusu adına tedirginiz. Atatürk karşıtlığıyla bilinen Kadir Mısıroğlu’nu ziyaret etmesini de çok yadırgadığımız Milli Savunma Bakanı ise son derece rahat. İmamların şeriat ve hilafet çağrıları da Atatürk heykellerine yönelik saldırılar da artıyor. Atatürkçü 104 emekli amiralin iyi niyetli, gerçekçi uyarılarını içeren bildirilerine karşı iktidar ve yandaşları kıyameti koparıyor. Bizler kaygılıyız, bakan ve muhalefet değil Muhalefet ise garip. Ana muhalefet partisi lideri, Cumhuriyet değerlerinin, Atatürkçü düşüncenin zedelenmesinin, sanki kendisi için önemli olmadığı izlenimi veriyor. İyi Parti liderinin bildiri için kullandığı ifadeler ise çok çirkin. Her ikisinin de gündemi ve beklentileri, bizim endişelerimizden çok uzak. Belli ki en zor şey emperyalizme karşı dik duracak, ülkesinden, yaşadığı toplumun değerlerinden ödün vermeyecek karakterli insanlar yetiştirmek. Cumhuriyet’e, Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkamayacaksak, sahip çıkanları da koruyamayacaksak, yazık ülkemize ve hepimize... Dışişleri’ne göre Montrö’nün önemi Herkesin Montrö konusunda televizyonlarda ahkâm kestiği bugünlerde, acaba konunun asıl sahibi olan Dışişleri Bakanlığı bu konuyu nasıl görmüş? Bu sorunun yanıtı, Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi tarafından yayımlanan Montrö ve Savaş Öncesi Yıllar kitabında var. Bu kitabın Montrö bölümünü yazan emekli Büyükelçi Süha Umar geçen gün bir mektup yolladı. Konuyu gerçek bir uzman olarak anlatıyor. HHH Montrö herhangi bir uluslararası sözleşme değildir. Montrö, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkesinin askerden arındırılmış, uluslararası yönetime ve denetime bırakılmış son parçası üzerindeki mutlak egemenliğini tescil eden belgedir. Tartışmaya açılırsa, Türkiye’nin “Türk Boğazları” olarak bilinen, İstanbulÇanakkale Boğazları ve Marmara Denizi üzerindeki egemenliği tartışmaya açılacaktır. Montrö, Boğazlar üzerinde yüzyıllar süren ve sonuçta Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasına varan tarihi bir sürecin tekrarlanmaması için en önemli dayanağımız, kozumuzdur. Tartışmaya açılırsa, geçmişin İngiltereRusya çekişmesi, bu kez ABDRusya Federasyonu arasında yaşanacaktır. Bugünün dünyasında, bugünün Türkiyesi bu çekişmeden, Montrö ayarında bir güvence belgesi ve konumu ile çıkamaz. Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, istemeden, savaşan taraflardan birinin yanında savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Nitekim II. Dünya Savaşı’nda bu niteliğini ve yararını kanıtlamıştır. Montrö tartışmaya açılırsa Türkiye, altından kalkamayacağı yükümlülükler üstlenmek ve günü geldiğinde istemediği bir savaşa girmek tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Montrö, Rusya’nın da güvenliğinin temel bir belgesidir. Rusya, 1936’nın koşullarında ve o zamanın Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa ve dünya siyasetindeki konumu, ağırlığı ve güvenirliği nedeniyle güvenliğini Türkiye’nin ihtiyarına ve kararına bırakabilmiştir. Montrö tartışmaya açıldığı takdirde bugünün dünyasında Rusya Federasyonu’nun bunu kabul edeceğini düşünmek ürkütücü bir aymazlıktır. Bugün dünyanın en saldırgan ve “Önce ABD” diyen ülkesi, yıllardır Montrö’yü ortadan kaldırmak, en azından kendisinin de taraf olacağı yeni bir sözleşme yapılmasını sağlamak için akla gelmeyecek yollara başvurmakta, bahaneler yaratmaya, maraza çıkarmaya çalışmaktadır. Montrö tartışmaya açılacak olursa Türkiye’nin, ABD’nin önünde durabileceğini düşünmek ancak masal dünyasında yaşayanlara özgü bir saflıktır. 1936’da, Montrö’ye gitmeden, sözleşme taslağı üzerinde görüş birliğine vardığımız Rusya, konferans görüşmeleri sırasında bu tutumunu değiştirmiş ve Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesini engellemeye; Sözleşme’ye, Boğazlar’ı Türkiye ile Rusya’nın birlikte savunmalarını sağlayacak hükümler konmasına çalışmıştır. O zaman, “önce Türkiye’nin güvenliği” diyen ve bunu sağlayacak yeni bir sözleşme taslağı sunarak, Rusya’nın önüne dikilen İngiltere’nin bugün yerini alan ABD’nin, İngiltere gibi davranacağını beklemek gerçekçi değildir. Montrö Sözleşmesi’nin imzasını takiben Rusya, Sözleşme ile alamadıklarını alabilmek, Boğazlar’da diğer devletlerden daha fazla söz sahibi olabilmek için Türkiye’yi ikili bir yardımlaşma anlaşması yapmaya zorlamak istemiştir. Atatürk, İnönü ve T. Rüştü Aras buna yanaşmamışlardır. Gerekçe olarak, Montrö varken başka anlaşmaya gerek olmadığını göstermişler ama daha da önemlisi, böyle bir ikili anlaşmanın Montrö’yü tartışmaya açacağını ve Türkiye’ye kazandıklarını kaybettireceğini değerlendirmişlerdir. Montrö ile Boğazlar’ın ve Marmara Denizi’nin egemenliğinin mutlak biçimde Türkiye’ye bırakılmış olması, Boğazlar üzerinde asırlara dayanan iddia ve beklentilerinden bugün de vazgeçmemiş olan Rusya için de, Montrö’yü Karadeniz’e dilediği gibi çıkmasının önünde engel olarak gören ABD için de büyük rahatsızlık konusudur. Montrö tartışmaya açılacak olursa bu iki ülke önce bu rahatsızlıklarından kurtulmak isteyeceklerdir. İşte bu nedenlerledir ki Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Türkiye için yaşamsal bir egemenlik ve güvenlik sorunudur. Buna kendi elimizle yol açılması ise ulusça akıl tutulmasına uğradığımıza işaret eder. Montrö’nün tartışmaya açılması, Türkiye’nin İstanbulÇanakkale boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin tartışmaya açılmasına ve kısmen de olsa kaybedilmesine yol açabilecek bir adımdır. Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açması ise kaçınılmazdır. HHH Montrö konusunu gerçekten anlamak istiyorsanız, bu yazıyı iyi okuyun ve bu bilgileri özümseyin lütfen. Darbeci arayanlar nereye bakmalı? pas kuranlar, bugün Türkiye’nin güvenliği endişesiyle yazı yazan, çağrı yapan, haklı uyarılarda bulunan emekli askerlerimize “darbeci” deme cüreYILDIRIM KAYA CHP ANKARA MILLETVEKILI demokrasi sosu dökerek servis etmiştir. Muhalefetin kazandığı demokratik seçimleri iptal etmekten TBMM’den geçen kararları yok saymaya, partinde bulunuyorlar. Darbeci mi arıyorsunuz? Silahlı kuvvetlerde örgütlenen cemaat ve tarikat Türkiye’de demokrasi mücadelesi darbelerle sürekli kesintiye uğramıştır. Darbeciler demokrasiyi askıya almakla kalmamış, siyasi partilerdeki temsilcileriyle de antidemokratik sistemin devamını sağlamıştır. Darbecilerin öncülüğünde kurulan siyasi partiler, antidemokratik sistemin devamını sağlarken demokrasinin yeşereceği tüm alanları baskı altında tutmayı görev bilmiştir. Darbe anayasası ve darbe hukuku koruma altına alınmıştır. İktidarlarını sürdürmek için demokrasi mücadelesi en ağır şekilde bastırılmıştır. Algı yönetimiyle tüm muhalefet darbeci ilan edilmiştir. Varlıklarını darbelere borçlu olanlar, demokrasi mücadelesi veren tüm muhalifleri her şekilde baskı altına almıştır. AKP de darbe hukukunun elverişli ortamında demokrasi vaadiyle iktitileri kapatma girişiminden uluslararası sözleşmelerden çıkmaya kadar sayısız sivil darbe yapmıştır. Darbe ürünü partilerin iktidarlarını sürdürmesi darbelerin sürekliliğine bağlıdır. Bu nedenle darbecilerin maşalığını yapan siyasilerin yarattığı antidemokratik ortam, yeni darbelere kapı aralamıştır. 15 Temmuz darbe girişiminin sonucunun AKP’ye nasıl bir “Allah’ın lütfu” olduğu kendi beyanlarıyla ortadadır. Bu sayede 20 Temmuz sivil darbesiyle demokrasiyi tamamen rafa kaldırma planını da bir adım ileri taşımıştır. 15 Temmuz gecesi darbe bildirisi televizyonda okunurken, Gazi Meclis’imizin üstüne bomba yağarken Türkiye semalarında tur atanlar, tünellerde, dehlizlerde saklananlar, şimdilerde demokrasi havarisi kesilmiştir. Demokrasi güçleri kazanacak yapılarına bakın. Tarikat evinde cüppeyle, takkeyle boy gösteren amirale bakın. Ayasofya Camii başimamının açıklamalarının, sosyal medyadan yaptığı paylaşımların hesabını sorun. Ülkemizin tüm kamu kurum ve kuruluşlarına talimatla açıklamalar yaptırmak sivil darbe değildir de nedir? 12 Eylül 1980’de darbeciler siyasi partileri kapatıp genel başkan ve yöneticilerini tutukladılar. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu CHP de, 6 Ekim 1981’de kapatıldı. Genel başkanımız Bülent Ecevit tutuklandı. CHP tarihinin hiçbir döneminde demokrasi mücadelesinden vazgeçmedi. Darbelere ve darbecilere inat 9 Eylül 1992’de küllerinden yeniden doğdu. Darbe hukukunu kendilerine zırh yapanlar bilsin ki CHP, demokrasi güçleriyle birlikte o zırhı dara gelmiş, ancak darbecilere dahi taş çıkarta Başta Türk Silahlı Kuvvetleri, Polis Teşkilatı, Mil parçalayacak! Askeri ve sivil darbeleri, darbecicak uygulamalara imza atmıştır. li Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı olmak üzere leri, onların uygulayıcılarını tarihin çöplüğüne süİktidar, demokratik taleplerin üzerine darbe so devletin kılcal damarlarına FETÖ’yü yerleştirenler, pürecektir. Cumhuriyet ve demokrasi düşmansu dökerken tek adam diktatörlüğünün üzerine de FETÖ ile kol kola vererek silahlı kuvvetlere kum larına inat!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear