23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KÜLTÜR 13 24 EYLÜL 2020 PERŞEMBE TAN SAĞTÜRK, CANER AKIN VE MURAT CEM ORHAN İLE KONUŞTUK “Saraydan Kız Kaçırma”da rol alan sanatçılar, Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde provalara başladı. Caner Akın’ın rejisi, Tan Sağtürk’ün koreografisiyle sahnelenecek olan “Saraydan Kız ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Kaçırma”, içinde bulunduğumuz pandemi dönemine gönderme yapıyor. Yapıtta, Ceren Aydın Akkoç, Konstanze rolünü üstleniyor. Yeniden, yeni ‘Saraydan Kız Kaçırma’ İstanbul Devlet Opera ve Balesi, yeni bir yorumla W. A. Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” operasını İstanbul Opera Festivali kapsamında 2627 Eylül’de Arkeoloji Müzeleri bahçesinde sahneleyecek. Caner Akın’ın rejisi, Tan Sağtürk’ün koreografisiyle sahnelenecek olan yapıt, içinde bulunduğumuz pandemi dönemine gönderme yapıyor ve konuyu başka bir salgın dönemine taşıyor. Esere, orkestra şefi Murat Cem Orhan’ın yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşlik edecek. Tan Sağtürk, eserde koreografinin yanı sıra Selim Paşa rolünü de Selim Borak ile dönüşümlü oynayacak. “Saraydan Kız Kaçırma”nın ayrıntılarını, Caner Akın, Tan Sağtürk ve Murat Cem Orhan ile konuştuk. n Yıllardır sahnelenen bu esere “yeni bir yorum” kattınız. Merak ediyoruz nasıl süprizler bekliyor biz sanatseverleri. Koreografisinde, sahne düzeninde hangi yeniliklerle karşılaşacağız? Caner Akın: W. A. Mozart’ın ölümsüz eseri Saraydan Kız Kaçırma, bildiğiniz üzere konusunda Türkleri işlemekte. Yüzyıllardır sahnelenen bu eserde hem sınıfsal farklar Selim Paşa Osmin, Belmonte Pedrillo göCaner Akın ze çarpmakta hem de sevginin önünde hiçbir şeyin karşı duramayacağını göstermekte. Buna affetmek de dahil. Eserin en önemli vurgusu, “Güzellikle, iyilikle elde edemediğimiz insanları bırakalım” demekte. Haliyle ben de bu öğeleri daha da ön plana çıkardım. n Yapıtın orijinaline sadık kalarak pandemi dönemine vurguyu nasıl yaptınız? Akın: İçinde bulunduğumuz salgın hastalık durumunu da esere kattım. Hem de eserin orijinaline sadık kalarak nokta atışı bir tarihe yani İspanyol gribi salgını ve Birinci Dünya Savaşı’nın bitişi 1918 yılına taşıdım. Bu da sahne üzerinde büyük imkânlar doğurdu. Saraydan Kız Kaçırma yüzyıllardır sahneleniyor. Ve bu haliyle İstanbul Devlet Opera ve Balesi olarak dünyada ilk kez böyle bir sahneleme gerçekleştirmiş oluyoruz. Daha ilk toplantılarımızda eserin koreografı Tan Sağtürk ile birlikte bu konunun üstüne ciddi olarak eğildik. Eserin son noktasında ise özellikle Selim Paşa’nın kendi içsel yolculuğuna vurgu yapmak istedim. Yaşadığı her türlü olaya karşı içindeki çocuk, sevgi onun verdiği kararda göz ardı edilemeyecek kadar büyüktü. Bu yüzden de sahnede bir de Selim Paşa’nın çocukluğunu görüyoruz. İnsanoğlu büyüdükçe değişiyor. Fakat her ne olursa olsun içindeki çocuğu öldürmeyen, kâmil insan olma yolunda yürüyebiliyor. n Birçok büyük opera evinde, her perdeden önce bir anlatıcı, gelecek olayların özetini yapıyor. Hatta perde aralarında başrollerdeki sanatçılarla kısacık bir söyleşi yapıyor. Bunu denemeyi düşündünüz mü? Akın: Bu, aslında uzun zamandır benim gerçekleştirmek istediğim bir durum. Özellikle yurtdışında yaptığım temsillerde her zaman böyle organizasyonlarda yer aldım. Bunu ileride mutlaka gerçekleştireceğiz. Sadece pandemiden dolayı bunun biraz daha ötelenmesinin daha iyi olacağını düşünüyorum. n Tan Bey, sahneleme düzeninde nasıl alanlar yarattınız dansçılara? Acaba yepyeni bir ses düzeniyle Arkeoloji Müzesi’nin bütün bahçesine yayın yapılsa, dansçılar bahçenin uzak noktalarından ışık takibiyle sahneye gelseler! Onlara böylesi daha büyük alanlar yaratmayı düşündünüz mü? Tan Sağtürk: Koreografik anlamda Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde Saraydan Kız Kaçırma operası benim ilk çalışmam olacak. Bu proje, alanın bize tanıdığı fiziki imkânlar doğrultusunda, ileride ya Tan Sağtürk pılacak olası projelerde bize yeni fikirler sunacak. Eserin yeni tanımlarının dışında keskin hatlarına sadık kalarak projeyi oluşturmak önemli diye düşünüyorum. Yenilikleri katarken eserin formunu koruyup ince dokunuşlarla yorum katmak mümkün. Koreografik çalışmamı bu hassasiyeti gözeterek oluşturmak istedim. Değerli bir ekiple bir arada olduğum için son derece memnunum. Ekip çalışmasının ortaya çıkardığı bu eserin, seyirci ile buluşacağı günü sabırsızlıkla bekliyorum. MÜZİKAL DOKU... Murat Cem Orhan: Mozart, 3. bölümüyle ünlü piyano sonatı No.11 Kv 331’i yani Türk Marşı’nı bestelemeden 1 sene önce bitirdiği Saraydan Kız Kaçırma operasını, uzun yıllar Osmanlı Devleti ile savaşmış AvusturyaMacaristan İmparatoru II. Joseph’in ısmar Murat Cem Orhan lamasıyla yazmıştır ve açıkça görülür ki o yıllarda Avrupa’da pek çok sanatçı, Türklerin ve oryantalizmin etkisi altındadır. 18. yüzyılda görülen oryantalist akımın yansımalarını bu eserde yoğun bir şekilde görürüz. n Peki, mehter müziği... Özellikle müzikal dokunun mehter müziğine olan yakınlığı, operanın pek çok bölümünde ki Mozart’ın kendi ifadesiyle “uvertür, 1. perde ve eserin finalindeki korolu bölüm ve Osmin ve Pedrillo’nun düeti Vivat Baccus” hem müziğin ritim kurgusu hem de melodik yapısı bakımından mehter müziğine atıftır. Bu eserde grand cassa, üçgen zil ve cymabal, mehter takımında kullanılan kös ve zilleri taklit eder. Türk müziğinde olan işlemeli melodiler ise gerek Osmin’in aryalarında gerekse de korolu bölümlerde sıkça kullanılır. Eserin başından sonuna kadar, orkestrasyonda ve müziğin genelinde Türk müziği ve çoksesli Batı müziğini bu kadar homojen yansıtmayı başarmış en önemli eser olduğunu düşünüyorum. Atilla Dorsay’dan yeni kitap Atilla Dorsay’ın son kitabı “Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak/Türk Sineması 20102020”, okuyucuları ile buluştu. Dorsay, koronavirüs günlerinde başladığı, ancak ağustos ayında geçirdiği bir kalp ameliyatı yüzünden eksik kalan kitabını sonradan tamamladı. Türk sinemasının son 10 yıldaki serüvenine 180 film eleştirisinin yanı sıra dönemin en önemli olaylarına değişik bakışlar ve yorumlar getiriyor. Altın Ayı’dan Altın Palmiye’ye ödüller; Türkan Şoray’dan Hülya Koçyiğit’e, Kadir İnanır’dan Mahsun Kırmızıgül’e yıldızlara yaklaşımlar, unutulmaz kayıplar ya da unutulmuş filmler, tartışmalı ödüller, en iyi film listeleri... Odunpazarı’na ödül Eskişehir’in Odunpazarı ilçesinde tarihi evlerin arasında inşa edilen Odunpazarı Modern Müze (OMM), 18’incisi düzenlenen Müze ve Kültürel Miras Ödülleri (Museum and Heritage Awards) organizasyonunda “Yılın Uluslararası Projesi Ödülü”nü kazandı. OMM, 1 milyon pound’un üzerinde yatırım yapılan projelere verilen ödülü, dünyanın farklı şehirlerinden kısa listeye kalan 4 müzeyi geride bırakarak elde etti. İngiltere’de düzenlenen bir organizasyonda ödüller çevrimiçi yapılan törenle sahiplerine dağıtıldı. Şair İlhan Demiraslan’ın “Atatürk” başlıklı güzel bir şiiri var, şöyle başlar: “Atatürk dedim iptida/Önümü ilikledim.” Atatürk’ü anlatan İlhan Demiraslan, yalnız değil. En önde gelen şairlerimiz de en güzel şiirlerini Mustafa Kemal için Atatürk için yazdılar. Yüzlerce, binlerce... Mustafa’dan Kemal’e, Atatürk’e... Son günlerde Mustafa Kemal mi, Atatürk mü diye tartışılıyor ya... Onun için yazıyorum ben de. Her şeyden önce her ikisi de onun dâhiliğini, gücünü, yüceliğini anlatır. O zaman niye mi sorgularlar? Çünkü niyetleri başka! Hatırlayalım: Selanik’te Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’ın çocuğu olarak 1881’de dünyaya gözlerini açan büyük kurtarıcıya, Mustafa adı verildi. Buna 1893’te matematik öğretmeni Üsküplü Mustafa Efendi, “Kemal” adını ekledi, Mustafa Kemal oldu. Zamanla adı Bey (1911), Paşa (1916) ve Gazi (1921) unvanlarıyla birlikte anıldı, yazıldı, tanındı. Cumhurbaşkanı seçildiği 1923’ten TBMM tarafından Atatürk soyadının verildiği 24 Kasım 1934’e dek çoğunlukla “Gazi” unvanıyla anıldı. Atatürk dedim önce... Mustafa Kemal olarak şiirlere yansıdı... Nâzım Hikmet, Kuvayi Milliye’de; “Paşalar onun arkasındaydılar./O, saati sordu./Paşalar: ‘Üç’ dediler,/Sarışın bir kurda benziyordu./Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı” diye anlattı onu. Attilâ İlhan, “dağ başını efkâr almış/gümüş dere durmaz ağlar/ gözyaşından kana kesmiş gözlerim/ ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar/ ağlar ağlar cihan ağlar” diye girdiği savaşı tanımladı. Ayrıca Hangi Atatürk’te (İşkültür Yayınları, 21. basım 2020), iki kimliğini de anlattı, Gâzi Paşa’da da (İşkültür Yayınları. 15. basım, 2020) Gazi’yi... Ceyhun Atuf Kansu, “Mahmur dağın başında bir duman, bir duman,/Mustafa Kemal’in başında daha bir duman” dedi. Ümit Yaşar Oğuzcan, “Mustafa Kemal’i düşünüyorum;/Yeleleri alevden al bir ata binmiş” diye betimledi... Halim Yağcıoğlu ise geleceğe de not düştü: “Tükenir elbet/Gökte yıldız denizde kum tükenir/Bu vatan bu topraklar cömert/Kutsal bir ateşim ki ben sönmez/İnanın Mustafa Kemal’ler tükenmez.” Atatürk olarak şiirlere yansıdı… Cahit Sıtkı Tarancı, “Atatürküm eğilmiş vatan haritasına/Görmedim tunç yüzünde böylesine geceler” dedi. Hasan Âli Yücel ise “Türkü ölümden/Odur kurtaran/Odur yeniden/ Türklüğü kuran” diye sürdürdü. Melih Cevdet Anday da “Atatürk’ün bir saatı vardı/Yediveren gül gibi açardı” dizeleriyle betimledi. Onu yitirmek kolay değildi. Âşık Veysel, “Atatürk’e Ağıt” şiirinde: “Ağlayalım Atatürk’e/Bütün dünya kan ağladı” diye ağıt yaktı. Orhan Seyfi Orhon da “Gidiyor” şiirinde “Gidiyor, rast gelmez bir daha tarih eşine;/Gidiyor on yedi milyon kişi takmış peşine!” biçiminde tüm duyguları özetledi. Çok kısa yaşadı, çok büyük iz bıraktı Mustafa Kemal Atatürk, düşmanı kovdu, 39 yaşında Türkiye’yi kurdu, 42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyaya duyurdu. 57 yaşında yaşamını yitirdi. Ölümsüzleşti. Bütün dünya ağladı. Son günlerini geçirdiği Dolmabahçe Sarayı’nda tabutunun konulduğu katafalk, 16 Kasım saat 10.00’da halka açıldı. 200 bin kişi, saygıyla önünden geçti. Tören 24.00’te sona erecekken, 17 Kasım’a taştı. Onu son kez görmeye gelenlerin oluşturduğu sevgi zincirinin bir ucu Ortaköy’den uzaklardaydı, görünmüyordu. Gece yarısına doğru bu zincirde bir dalgalanma olağanüstülük yaşandı. Atlı polisler kalabalığı denetlerken, kalabalıkta 11 kişi ezilerek yaşamını yitirdi. Bu yüzden vali ve Emniyet müdürü görevden alındı. Cenaze namazı 19 Kasım saat 08.10’da Dolmabahçe Sarayı’nda kılınabildi. 20 Kasım sabahı Beyaz Tren’le Ankara’ya getirildi. TBMM önünde katafalka kondu. 12.0024.00 saatleri arasında saygı geçişi yapıldı. 21 Kasım’da da 12 milletvekili omuzunda sonsuzluğa uğurlandı. 7’den 70’e herkes Anıtkabir’den önce kalbine gömdü. Unutmayalım: İlhan Demiraslan’ın Atatürk adını anmasıyla ceketini iliklemesi, sıradan bir alegori değil, tüm yurtseverlerin duygu, düşünce, sevgi, saygı göstergesidir. Özetle bu yapay tartışmadan Mustafa Kemal Atatürk karşıtlarına ekmek çıkmaz! Yaşama gülümseyerek bakmak İKSV Müzik Festivali’nin bu yılki “Onur Ödülü”, müzikolog, eleştirmen, eğitimci, yazar, yayıncı Ahmet Say’a verildi. Benim müzik kültürümü borçlu olduğum insanlar arasında Ahmet Say, en önde gelenlerden biridir. Üç ciltlik Müzik Ansiklopedisi, Müzik Tarihi, Müzik Atlası, Müzik Yazıları kitapları, onun birikimi, belleği, yeteneği, yaratıcılığı ve çalışma gücüyle, ama en çok da azmiyle, inancıyla, inatçılığıyla ortaya çıktı. Bu kaynak kitaplarda bence önemli özellikler şöyledir: Kültürü bir bütün olarak ele alması... Müziğin felsefe tarihi, düşünce tarihi, sanat tarihiyle iç içeliğini vurgulaması... Bunları örneklerle, deneyimlerle bütünlemesi... Dünle yarın arasında köprü kurması... Arkasında ne bir kurum vardı ne de büyük sermaye. Azmiyle, kararlılığıyla, çalışkanlığıyla ama en çok, en çok dünyayı kavradığı, kucakladığı bakış açısıyla gerçekleştirdi bunu. Onu tanıdığımda 60’lı yılların sonuydu ve haftalık “Türk Solu” dergisini yönetiyordu... Sadece müzik kitapları değil, Türkiye’nin, Anadolu’nun müzik serüveninin izini sürerken edindiği izlenimleri, gözlemleri edebiyat alanında da değerlendirdi. Roman ve öyküleriyle sayısız ödül kazandı. Müzikle edebiyatın bu mutlu buluşmasından biz okurlar ve dinleyiciler yararlandık. Sevgili Ahmet Say’ı hem kutluyorum hem de buradan bir kez daha minnet duygularımı iletiyorum. Suya Yazılan “Babalar ve Oğullar”... Turgenyev’inki, kuşak çatışmasına odaklanır... Bizim baba oğulda, böyle bir sorun oldu mu bilemem, ancak Fazıl Say’ın üretkenliği, çalışkanlığı, sosyokültürel alanlarda bütünlüğü kollaması, edebiyatla içlidışlı olmasında, vatan tutkusunda ben hep baba etkisi görmüşümdür... Geçen hafta boyunca elimden düşürmediğim Fazıl Say’ın yeni kitabı “Suya Yazılan”ı okurken, babasıyla ortak ya da çokça etkilenmiş birçok başka özellikler de yakaladım. (Ör: ani öfkesinir patlamaları, volta atma alışkanlığıvolta atarken düşünmek, üretmek... Hadi Ahmet Say hapiste edindi bu alışkanlığı ama Fazıl? Genetik diyelim.) Fazıl Say, bundan önceki kitaplarında olduğu gibi kendisiyle, çevresiyle, gözlemleriyle, yaşadıklarıyla yüzleşiyor. Aklıyla konuşuyor, yüreğiyle konuşuyor, okurla konuşuyor. Bir tür yüzleşme. Birikimler, anekdotlar, anılar, düşünceler, bestelerinin yaratılma süreçleri, neden ve nasıllar, genç müzisyenlere öğütler ve ruh halleri... Gülümseyerek, hüzünlenerek, şaşarak, öğrenerek, iyiliğe ve güzelliğe sarılarak okuyorsunuz. Bakmayın adına “Suya Yazılan” dediğine, okuduktan sonra da silinip gitmiyor, içinizde birikiyor, demleniyor, tadı damağınızda kalıyor. Bu “baba oğul” yaşama gülümseyerek bakmamı sağlamaktalar... Müziğin gücü Bu yıl İstanbul Müzik Festivalimizin 48’incisi yapılıyor. Çevrimiçi... Koşullara uymak zorundayız. İyi tarafından görmeye çalışın. Trafik sıkıntısı yok, geç kaldım, ya kaçırırsam telaşı yok. Ay bilet tükenmiş derdi yok. Rahat koltuğunuza gömülüp, ister içkinizi yudumlayarak ister sevdiğinize sarılarak, kedinizi, köpeğinizi, çocuğunuzu kucaklayarak dinleyebilirsiniz konserleri... Üstelik İstanbul’da bile olmanıza bile gerek yok. Türkiye’nin her köşesinde hem izleyebilir hem de keşiflerde bulunabilirsiniz. Keşif derken, hem genç müzisyenleri hem ilginç mekânları... Açılışta Tekfen Orkestrası’yla genç kemancı Emre Engin’i dinlemek; İstanbul ve Viyana’daki klişelerden oda konserleriyle düşlere dalmak; iki büyük yetenek (Merve Kocabeyler ve Bülent Evcil) aracılığıyla 1600 yıllık Şerefiye Sarnıcı’nda arp ile flüt buluşmasıyla kanatlanmak; Miam Perküsyon Topluluğuyla enerji depolamak; Tophanei Amire’de Cem Mansur ve Festival Orkestrası’yla Sibelius’tan Astor Piazzolla’ya uzanarak büyülenmek... (Ayrıntılar için: “online.iksv.org/muzik”) Şu zor zamanlarda, yaşama gülümseyerek bakmanın yolu nitelikli müzikten, bu saydıklarımdan geçiyor. Festival temasını anımsayın: “Beethoven’ın Aydınlık Dünyası”... Darısı başımıza!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear