25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 8 NİSAN 2020 ÇARŞAMBA EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER KÜRESEL KIYAMET CAMUS’NÜN‘VEBA’SI VE KORONA DR. ESRA KIZILATEŞ 1914 sonbaharında Paris’in kıyısına gelen Alman ordusu Marne Nehri kenarında İngiliz ve Fransız orduları tarafından püskürtüldü. Bu çarpışmalar dört yıl sürecek siper savaşlarının başlangıcı oldu. Marne’de, 263 bin İngiliz ve Fransız gence karşılık 220 bin Alman genci öldü. Sayısal veriler kişisel hikâyeleri o zaman da yansıtmıyordu. Savaş, ölen gençlerin ailelerinin yaşamlarında kırılma noktasıydı. Çoğu yirmili yaştaki gençlerden biri Cezayir doğumlu Lucien Augusto Camus’ydü. Camus, geride “Mort Pour la France/Fransa için öldü” yazan bir mezar taşı, sağır bir eş, otoriter bir anne ve ileride babalarını hatırlamayacak iki erkek çocuk bıraktı. Üç yaşındaki Lucien ve 11 aylık Albert. Her gün 68 bin insan I. Dünya Savaşı’nın son döneminde ABD, İngiltere ve Fransa’daki cephelere asker gönderdi. Fransa’ya giden askerlerin bir kısmı Kansas şehri Fort Riley askeri bölgesinde eğitim aldı. O dönem için ordunun en büyük tesisiydi. Ortalama 50 bin gencin bulunduğu tesis kamplara ayrılmıştı. Bunlardan biri de Camp Funston’du. Kampın aşçısı Albert Gitchell boğaz ve baş ağrısı, ateş, soğuk algınlığı semptomları ile Mart 1918’de hastaneye başvurdu. Bir gece önce kampa yeni gelen yüzlerce askere yemek hazırlamıştı. Dr. Loring Miner grip benzeri bu tablo için Gitchell’e revirde dinlenmesini önerdi. Ohio Üniversitesi’nden mezun 58 yaşındaki Dr. Miner’a iki gün içinde 520 genç, benzer şikâyetle başvurdu. Doktor gribin şimdiye kadar gördüklerinden farklı olduğunu, insanları üç günde vurduğunu söylüyordu. Gitchell gribi rahat atlatmıştı. Sonraki günlerde hastaneye gelen binlerce genç o kadar şanslı değildi. Dr. Miner ABD Halk Sağlığı Merkezi’ni uyardı, pek destek göremedi. Ne merkez ne de doktor bunun büyük bir salgının başlangıcı olduğunu anladı. Grip, Fort Riley’den Fransa’ya giden askerlerle Avrupa’ya yayılmıştı. Savaşa katılan ülkelerin basınında ölüm gibi moral bozucu haberler için sansür vardı. Savaşa ka Anlaşılan bu tehdit, Hollywood filmlerinde gördüğümüz gibi uçan daireler ile uzaydan gelmeyecek. Çığlığına kulaklarımızı kapadığımız doğanın içinden çıkan, gözle görülemeyecek kadar küçük canlıların yarattığı salgınlar olacak. İspanyol Gribi 1. grip salgını sırasında koruyucu gazlı bez yüz maskeleri giyen Seattle polisleri, 1918 (Life Görüntüleri Koleksiyonu, Getty Images) tılmayan İspanya basını, gribe bağlı ölümleri ilk dile getirdiği için, ABD’de çıkan grip “İspanyol gribi” olarak anıldı. 1918’de dünya nüfusu yaklaşık 1.8 milyardı. I. Dünya Savaşı’nda 8 milyona yakın insan öldü. Savaşın her günü için 6 bin insan! İki yıl süren İspanyol gribinde 50 milyon insan bir daha nefes alamadı. Gribin her günü için 68 bin insan! O zamanlar dijital devrim yoktu. Bilgi bu kadar hızlı hareket etmiyordu. Dünya Sağlık Örgütü bile henüz kurulmamıştı. İnsanlık, salgın hastalıklar karşısında ne kadar çaresiz kaldığını anımsadı. ‘Herkes biliyor, ölüler dışında’ Bu çaresizlik daha önce de yaşanmıştı. Bunlardan biri “kara ölümveba” salgınlarıydı. 13471351 yılları arasında milyonlarca insanı öldüren veba, bundan 600 yıl sonra, babasını I. Dünya Savaşı’nda kaybeden Albert Camus’nün anlatımı ile edebiyat tarihinde yerini almıştı. Camus, “Veba” romanında, hastalığın 1940 Nisan ayında, Cezayir liman şehri Oran’a ani gelişi ve bir sonraki şubat ayında yavaşça ayrılmasını anlatır. Ürkütücü normallik yaşayan kasabanın yarısını yok eden hikâye korku ile başlar. Anlatıcı doktor Rieux, şehirde ölü fareler ile karşılaşır. Kısa sürede şehirdeki yollar ölü farelerle dolar. Başlangıçta vatandaşların çoğu bu durumu hainlerin oyunu olarak görür, ciddiye almazlar. Halkın bir kısmı yerel yetkilileri ve sağlık görevlilerini kınamaktadır. Bu arada koltuk altında, boyunlarında, kasıklarında ağrılı şişlikler olan hastalar da artmaktadır. Sorumsuzca iyi niyetli hümanistlerin düştüğü inkâr kuyusu Oran’da da kendini gösterir. Bir karekter, “Veba olması imkânsız, herkes batıdan kaybolduğunu biliyor!” der. Camus’nün romandaki cevabı nettir: “Evet, herkes biliyor. Ölüler dışında.” Veba, tüm şehre nahoş bir koku gibi yayılır. Şehri kontrolü altına alır. Camus sadece veba hakkında yazmamaktadır. Yazarın mercek altına aldığı mikrop, fizyolojik olduğu kadar sosyolojik ve düşünseldi. Kitabın satırlarında veba (kolera, SARS, COVID19 gibi hızla yayılan salgın hastalık) anlatılır. Satır aralarında ise toplumda görülecek tüm bireylerin düşünce, davranış modellerini etkileyecek aşındırıcı, baskılayıcı her türlü ideolojinin yerleşmesi dile getirilir. Camus,fizyolojik salgını birçok epidemiyologdan, sosyolojik salgını birçok sosyologdan iyi anlatır. Kitap Camus’yü, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa edebiyatında önemli yerde konumlandırdı. İnsan doğasını doğru tanıyıp anlatan hikâye, 73 yıl sonra bile hâlâ insanlığa ayna tutuyor. Çözüm: Hep birlikte mücadele 31 Aralık 2019’da Wuhan’da başlayan COVID19 salgını, bizi 1940 Oran’da ortaya çıkan salgın kadar hazırlıksız yakaladı. Lokal başlayan virüs, üç ayda 160 ülkeye yayılıp küreselleşmenin anlamını bir başka açıdan gösterdi. Bizler, içinde yaşadığımız kürenin tek bir organizmaya dönüşmesini sadece sosyal, ekonomik, kültürel ürünlerde sanıyorduk. Kaliforniya’da tasarlanan bir telefonun, Çin’de üretilip Hindistan’ın Pondiçeri bölgesinde veya Katar Doha’da bir gencin elinde yer alması bizi şaşırtmıyor. Üretilen ürünün kürede sınırsızca dans etmesi izlemeye alıştığımız bir gerçek. Bu dansın hayatı sonlandıran hastalıklar için de geçerli olduğunu yaşayarak öğreniyoruz. Kürenin bir noktasında başlayan ölüm zinciri tüm dünyada insanları önce ülke, sonra ev sınırlarına kadar çekiyor. İnsanlar basit yaşamın konforunu gribe kapılarını kapatarak arıyorlar. Küreselleşme, küreyi tehdit eden her durum için hazır olmayı, gereken önlemleri almayı zorunlu kılıyor. Anlaşılan bu tehdit, Hollywood filmlerinde gördüğümüz gibi uçan daireler ile uzaydan gelmeyecek. Çığlığına kulaklarımızı kapadığımız doğanın içinden çıkan, gözle görülemeyecek kadar küçük canlıların yarattığı salgınlar olacak. Çözümse sınırların ötesinde aynı kürede birlikte yaşadığının farkında olan, birlikte hareket ve mücadele edebilen insanlar tarafından bulunacak. Korona değil sistem öldürür ORHAN SARIBAL CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE BURSA MİLLETVEKİLİ Dünyada bütün savaşlar, sürgünler ve göçler gibi hastalık ve salgınlar da önce yoksulları ve dezavantajlı grupları etkiler. Koronavirüs, ülkemizde de görüldüğünden beri tüm gündemimizi etkisi altına aldı. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, emek örgütleri, meslek odaları, hekimler ve sağlık emekçileri tedbir önerilerini açıkladı. Sosyal devlet ilkelerinin hatırlatıldığı bu paylaşımlarda kamu yararı gözetiliyordu. Özellikle yerel yönetimlerin halkı önceleyen tedbirler geliştirerek bu süreci atlatmak için çaba sarf ettiğine hep birlikte tanıklık ettik. Böylesi önemli ve tüm toplumu ilgilendiren bir sorun karşısında iktidarın uyarıcı ve koruyucu açıklamalarla halkı bilgilendirmesi, kriz yönetimi için somut adımlar atmasını bekledik. Hükümet ciddiyetten uzak Ancak ne yazık ki ülkemizin temel sorunlarına çözüm getirmek yerine kendisine kalıcı bir iktidar düzeni sağlamak için “tek adam” rejimini dayatan iktidarın başı, en kritik ilk hafta boyunca Saray’ına kapanarak ortadan yok olmayı tercih etti. Ardından iktidar partisinin genel başkanı, sağlık ve emek dünyasını temsil eden meslek örgütlerinin görüşlerine başvurmak yerine, özenle iktidarın ihtiyaçlarına öncelik vermek üzere seçildiği anlaşılan uzmanlarla bir kriz masası oluşturdu. Yapılan toplantının çıktısı olarak bir “kalkan” paketi kamuoyu ile paylaşıldı. Öncelikli gündem olması gereken sağlık önlemleri, sağlık personelinin en etkili ve güvenli şekilde çalışmasını sağlayacak düzenlemelere ilişkin tek cümle bulunmayan açıklamayla sabır ve dua mesajları verildi. Uzun süredir liberal pazar ekonomisinin yakıcı döngüsüne esir edilen, yoksulluğa terk edilen emekçiyi, üreticiyi, çiftçiyi bekleyen zor günlerin aşılabilmesine dönük düzenlemeler, çalışan kesimin iş güvencesini koruyan, işsizliğe karşı tedbirler geliştiren bir paket değildi karşımıza çıkan. Söz konusu kalkanın işverene, otel sahiplerine, ula İçinde bulunduğumuz karanlık gündemle savaşmak yerine, evdeki eğitim programlarında çocuklara idam animasyonu izlettirip müstehcen olduğu iddiasıyla Buket Uzuner’in 34 yıllık romanını yasaklayarak ülkemizi kalıcı bir karanlığa esir etme gayretindeler. şım firmalarına ve müteahhitlere özel olduğunu gördük. Çöken ekonomi sıcak paraya ihtiyaç duymaya devam ederken vatandaşı daha da borçlandırmak, ev satışını teşvik etmek, işverenlerin borçlarını ertelemek, Saray’ın fahiş masraflarını vatandaşın cebinden karşılamayı seçen hükümet işin ciddiyetini kavramaktan uzak. Kalıcı karanlığa esir etme gayreti Sınırların kapatılması, yurtdışından özellikle umreden gelen kalabalık kafilelerin karantinaya alınması gibi önlemlerle dışarıdan gelen bu virüsün ülkemize girişini engellemek ya da hızla artan vaka sayısı karşısında hastahaneleri olası koşullara hazırlamak, test kiti temin etmek gibi ilk akla gelebilecek önlemleri değil ülkemizin her yerinde üzerine düşeni yapmak için olağanüstü bir gayretle çalışan yerel yönetimlere kayyIm atamayı daha önemli görüyorlar belli ki. Ya da sağlık emekçilerini korumak ve işlerini kolaylaştıracak olanaklar sağlamak yerine onların kişisel hijyen ve koruma ekipmanlarını kendi parasıyla almasına seyirci kalıp saat 21.00’de balkona çıkıp alkışlamayı daha anlamlı buluyorlar. İçinde bulunduğumuz karanlık gündemle savaşmak yerine, evdeki eğitim programlarında çocuklara idam animasyonu izlettirip müstehcen olduğu iddiasıyla Buket Uzuner’in 34 yıllık romanını yasaklayarak ülkemizi kalıcı bir karanlığa esir etme gayretindeler. Yurttaşlık görevi Geldiğimiz noktada krizin derinleşmesine endişeyle tanıklık ediyoruz. Ve görüyoruz ki hükümet tarafından hâlâ yoksul, güçsüzleştirilen ve ötekileştirilmiş kesimler için hiçbir tedbir alınmıyor. Tıpkı emekçiler, borçlular, güvencesizler, mülteciler gibi üzerine hassasiyetle eğilinmesi gereken çok önemli bir grup daha var: Cezaevlerindekiler. Bugün sayısı 300 bin civarında olan tutuklu ve hükümlünün kaldığı ve 150 bin kamu personelin görev yaptığı bu yerlerdeki yoğunluğu azaltmak üzere tasarlanan düzenleme Meclis’e gelmek üzere. Bir ülkenin tüm yurttaşları gibi cezaevlerinde bulunan herkesin sağlığı ve yaşam hakkı devlet güvencesinde olmalıdır. Haksız iddianemelerle, hükümsüz uzun tutukluluk süreleriyle istiap haddini çoktan aşmış olan cezaevlerinin koronavirüsle ilişkilenme ihtimali çok büyük risk oluşturmakta. Öncelikli olarak hasta, yaşlı, engelli, çocuk, kadın ve tartışmalı gerekçelerle içeride bulunan siyasi tutukluların tahliye kararı alınmalı, zaman kaybetmeden gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde yer alan sağlık hakkı maddesini ve “Mahkumların yaşam ve sağlık koşullarından yoksun bırakılması hiçbir koşulda ve hiçbir suç için söz konusu olamaz” ilkesini hatırlatmayı her şeyden önce bir yurttaşlık görevi sayıyorum. Elbette durumdan vazife çıkararak serbest bırakmayı görev bildikleri insanlık suçu işlemiş, insanları otelde ateşe veren vahşileri, suçu sabit çocuk istismarcılarını, kadın katillerini, tecavüzcüleri tahliye kapsamı dışında tutmalarını ve sağlıklarını önemseyerek korumalarını bekliyoruz. Görev başına Ülkemizin bu karanlık tablodan en az kayıpla ve en güvenli şekilde çıkması dualarla, her gün camilerden okutulan selalarla değil, ömrünü bilime adamış kıymetli uzmanların bilgi ve birikimiyle mümkündür. İçinde bulunduğumuz olağanüstü koşullarda devleti kendisine muhalif kesimleri cezalandırma eğilimine son vererek insani, vicdani ve ahlaki değerlerle toplum faydasını ve yaşam hakkını önceleyerek hareket etmeye çağırıyorum. Yani görevini yapmaya!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear