25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 3 NIİSAN 2020 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER KAMPANYANIN ÖĞRETİLERİ YENIBIR ALDATMACA MI? DR. HÜSEYİN ÖZKAHRAMAN CHP BAHÇELİEVLER ESKİ İLÇE BAŞKANI Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan “Biz de varız Türkiyem” kampanyası “Acaba yeni bir aldatmaca mı” diye düşündürüyor insanı. Biz bu filmi daha önceden seyrettik misali, benzer hatalar da yapılmaya devam ediliyor. Saymakla bitmeyen istismarlar ve yerine ulaşamayan yardımlar ve benzerleri. Çok öncesinde değil daha yakın geçmişimizden örnek verecek olursak; kıdem tazminatının fona devredilmesinde toplanan paraların yağmalanması, deprem vergilerinin buharlaşması, 15 Temmuz darbe girişiminde hayatını kaybedenlerin ailelerine toplanan yardımlar, terör saldırısında kırkı polis olmak üzere toplam kırk yedi yurttaşımızın can verdiği Beşiktaş katliamı ile ilgili yardım paraları, Kızılay’a verilen bağışların akıbetleri ve o bağışların Kızılay tarafından kimlere aktarıldığı... Daha hangi birini yazalım? Eğer toplanan bağışlar doğru dürüst ilgili yerlere dağıtılacak ve yerlerine ulaşacaksa bu kampanyalara neden destek olmayalım ki? Ama amaç “Millet ittifakı”nın belediyelerinden başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş olmak üzere büyükşehir belediyelerinin başlattıkları yardım kampanyalarını sulandırmak, engellemek ya da itibarsızlaştırmaksa yazıklar olsun sizlere! İçişleri Bakanlığı’nın gönderdiği bağış hesaplarının dondurulması genelgesi neyi ifade ediyor? Bu skandal kararlarla kimlere hizmet ediliyor, bilinmiyor. Asli görevin katkı sunmak Artık insanların sizlere, CBHS denilen tek kişilik, akordu bozuk, ucube koronun yönetimine güveni kalmadı. İnsan sağlığı kirli siyasete alet edilemez. Hani IMF’ye borç verebilecek kadar güçlü bir devlettik? Bilmem farkında mısınız, milleti devletten uzaklaştırdınız. Millet halkının yanında, devlet senin emrinde. Koronavirüs top El avuç açarak halkından para toplayan Erdoğan’lı Türkiye, ülke insanlarımızı daha çok umutsuzluğa ve hayal kırıklığına uğratıyor. lumu sardı, Türkiye bir pandemi ile karşı karşıya. “Sokağa çıkma, evde kal” demek sizin için ne kadar da kolay. İnsanlar aç, sefil ve perişan. Yaşamsal ihtiyaçları karşılanırsa neden sokakta olsunlar ki? “Aylık maaşımın şu kadarını bu kampanyaya bağışlıyorum” diye caka satmak zor olmasa gerek. “Devlet parası deniz, yemeyen keriz” diyerek emek vermeden zenginleşen binlerce taraftarın var. Yolları, köprüleri, havaalanlarını yapan, topraktan çaldıklarıyla doymayan, dikey yapılanmayla da havadan çalan müteahhitlerin var. Şimdi sana inanmamızı, güvenmemizi bekliyorsun öyle mi? Yoksa bizlerden toplanan yardımlar şehir hastaneleri, köprü ve yolların taahhütlerinin karşılanmasına gitmesin? Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehir belediye başkanlarının yurttaş dayanışmasına örnek olarak “Birlikte Başaracağız” kampanyasına merkezi idare olarak müdahale edip durduracağınıza, katkı sunarak birlikte organize etmek daha akılcı bir yaklaşımdır. Halka hizmete rekabet kabul edilemez. Ayrıca sen devlete hükmeden siyasi otoritesin. Ve her şeyi yapmaya muktedirsin. Yurttaş dayanışmasına değil engel olmak katkı sunmak senin asli görevin olmalıdır. ‘İnsanı yaşat ki...’ Yerel yönetimlerin canını dişine takarak yaptıkları çalışmalarını kıskanarak, onları sekteye uğratarak, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp kayyımlar atamak siyasal hayatın ve demokratik yaşamın en büyük ayıbı ve hukuksuzluğudur. Sık sık tarihimizden ve geçmişimizden bahsedersiniz. Halbuki Osmanlı ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine baktığımızda Şeyh Edebali ve Mustafa Kemal’in insana ve devle te dair öğüt verici ve yol gösterici nice söylemleriyle karşılaşırsınız. 12061326 yılları arasında yaşamış Osmanlı’nın fikir babası ve Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali’nin tarihe not düştüğü öğüdü bugün devleti yönetenler için önemli bir anekdottur. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” der. Böylesi günlerde kişiyi hasta ederek öldürmeyi değil yaşatmayı hedef alan yaklaşımlar kitlesel ölümlerin önüne geçecektir. En masum hak arama taleplerine bile acımasızca copla, biber gazıyla saldıran ceberut devlet, nedense koronavirüsün pandemisine karşı oldukça demokrat davranıyor. Ekonomik kaygılardan dolayı yasakçı iradesini ortaya koyarak sokağa çıkma yasağını ilan edemiyor. Bu güzel ülkemizin çeperlerinde yaşayan emekçilerine, yokluk ve yoksulluk içindeki milyonlarına daha doğrusu halkın bütününe, hepimize inanılmaz kötülük yapılıyor. Birlikte başaracağız Halbuki sosyal devlet, sadaka devleti görüntüsünden uzaklaşıp, ortak akıl ile TBMM’de grubu bulunan ya da bulunmayan tüm siyasal partilerin genel başkanlarını, sağlık meslek odalarını, belediyeleri ve tüm sivil toplumu da yanına alarak salgın hastalığa karşı ortaklaşa bir mücadele hattı izlemelidir. Gerek deprem, su baskını gibi doğal afetlerde gerekse de bugünlerde yaşadığımız bulaşıcı hastalıklarda süreçleri açık ve şeffaf yönetmeli, hiçbir gerçeği, yaşanılan kayıpları halkından ve dünya kamuoyundan saklamamalıdır. ABD Başkanı Trump gibi felaketleri yaşayan ülkelerin liderleri, Merkel, Johnson, Macron, Mattarella, Sanchez halklarına bu salgın karşısında yaşamı kolaylaştıran ve insana dair her türden katkıyı sağlayarak sosyal devlet olmanın gerekliliğini yerine getiriyorlar. El avuç açarak halkından para toplayan Erdoğan’lı Türkiye ülke insanlarımızı daha çok umutsuzluğa ve hayal kırıklığına uğratıyor. Bütün bu yaşananlar bizleri çok üzse de toplumu ayağa kaldıracak önermelerimizi hayata geçirmekten alıkonsak da konuşmaya, paylaşmaya, katkı vermeye devam edeceğiz. Çünkü bizler bu ülkenin dağlarında, taşlarında hep kardelen çiçekleri olduk. Metrislerin, Mamakların, Diyarbakırların zindanlarında taş duvarları inim inim inlettik. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” dedik. Yaşasın bağımsız demokratik Türkiye, “yaşasın halkların kardeşliği” dedik. Hayal ettiğimiz dünyayı belki kuramadık ama o filizleri toprağa diktik. Ölüm ister koronavirüsten ister zalimin kurşunlarından gelsin zorluklarda ve refahta da dayanışma ve paylaşmayı ortaklaştırıp birlikte başaracağız. COVID19, halk sağlığı ve Nusret Fişek Sağlık Bakanlığı’nın doğru bir kararla oluşturduğu “Bilim Kurulu”nda bir Halk Sağlığı Uzmanı ya da bir Toplum Hekimi var mı, bilmiyorum. Ama Türk Tabipleri Birliği’ni, Türk Eczacılar Birliği’ni bile dışlayan, Kurul’a hemşirelerin meslek örgütünden temsilci dahi almayan iktidarın, tıbbın toplumsal uygulamaları konusundaki akademisyenleri de Kurul’a davet etmiş olması pek olası değil. HHH COVID19 salgını, iktidarın kapattığı Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü de akıllara getirdi. Geçen gün Orhan Bursalı, sütununda: “1936 yılında Hıfzıssıhha’da tifo, dizanteri, kolera, veba, menengokok, stafilokok, boğmaca, brucella, nezle, BCG, difteri, tetanos, kızıl, alüminyum presipiteli karma aşılar, lekeli humma, kuduz, çiçek, grip aşıları olmak üzere 17 farklı tip aşı üretilip, 35 farklı formülde ülke istifadesine sunulmaktaydı” diyerek, Müfit Akyos’un bir makalesini yayımladı. HHH Ben de COVID19 dolayısıyla tıp eğitiminde bir devrim yaptığımız Hacettepe Üniversitesi’nin kuruluş aşamasında, bu devrimin en önemli liderlerinden biri olan Nusret Fişek’i anımsadım. Nusret Fişek Türkiye’de sadece “Tıbbın Sosyalizasyonu” gibi, “Bir İnsan Hakkı Olarak Aile Planlaması” gibi uygulamaların altına imza atmakla kalmamış, aynı zamanda Hacettepe’deki “Tıp Eğitimi Devrimi”nde, “Toplum Hekimliği”, “Halk Sağlığı” alanını da ön plana çıkarmıştı. Prof. Dr. Nusret H. Fişek, 21 Kasım 1914 yılında doğdu. Annesi Mukaddes Hanım, babası Kurtuluş Savaşı komutanlarından Hayrullah Fişek, kardeşi Prof. Dr. A. Hicri Fişek, eşi Perihan, oğulları Kurthan ve Gürhan’dı. 1960 yılında, Refik Saydam Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğü görevinin yanında, 1965 yılına kadar Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı da yaptı.. 1961 yılında kabul edilen 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun”un mimarıdır. 1966 yılında girdiğim Hacettepe’de, bir yandan Sosyal Çalışma Yüksek Okulu’nu kurarken, öte yandan 1967’de, müdürlüğünü yaptığı “Nüfus Etütleri Enstitüsü”nde kendisiyle birlikte çalışmaya başladım. Türkiye’deki “Birinci Milli Aile Planlaması Semineri”ni birlikte gerçekleştirdik. Ayrıca, “Toplum Hekimliği” programı bağlamında birçok kez Tıp Fakültesi’ndeki derslerine girip “Tıpta Sosyal Hizmetleri” anlattım. 1983 yılında Türk Tabipleri Birliği Başkanı oldu ve bu meslek örgütünü, demokrasi mücadelesi veren seçkin bir yapı haline getirdi. 1990 yılında aramızdan ayrıldı. HHH Prof. Nusret Fişek: Şu anda koronavirüs salgını ile yeniden önemini anladığımız ve özlemini duyduğumuz “Sosyal Devlet” “Tıp ve Sağlık Hizmetlerinde Sosyalizasyon” “Bir İnsan Hakkı Olarak Halk Sağlığı”, “Toplum Hekimliği” gibi kavramların yılmaz savaşçısı ve başarılı bir uygulayıcısı olan... GERÇEK BİR DEVRİMCİYDİ! Keşke “Bilim Kurulu”nda bir veya birkaç “Halk Sağlığı Uzmanı” veya “Toplum Hekimi” akademisyen de bulunsaydı. (“Hacettepe Tıp Devrimi”nde rolleri olan pek çok kahramanlar adına, Prof. Dr. Doğan Karan, Prof. Dr. Münevver Bertan, Prof. Dr. Vural Bertan, Prof. Dr. Günsel Renda ve Prof. Dr. Yavuz Renda’yı anarak!) Beethoven’ın zorbaya direnci A. CELAL BINZET Usta sanatçı Beethoven’in (17701827) doğumunun 250. Yılı nedeniyle belli başlı çok sayıda ülkede kutlama ve anma programları yapılıyor. Onun, klasik dönemden romantik döneme geçişin bir temsilcisi olduğunu da bilgilerimize ekleyelim. Bu açıdan bakıldığında, sanatsal biçem anlamında her iki akımın özelliklerini yapıtlarında buluşturmuştur. Ek bilgi olması bakımından söyleyelim ki Romantizm, uzak ülkelere duyulan özlem ve kahramanlık duygularının yapıtlarda işlendiği bir yapısal özellik taşır. Sanatçıyı, zaman ve uzamının çok ötelerinde yeni yaşam alanları yaratmaya iten nasıl bir güdü olmuştur? Söz konusu akımların ortaya çıktığı dönemin toplumsal yapısı bu duyguları kışkırtıcı bir özellik gösterir. Avrupa anakarasının imparatorluklar yönetimi altında yaşayan halkları ardı arkası gelmeyen savaşların getirdiği yıkımlarla bunalım iklimini yaratmıştır. Böylesi bir ortamda yaşamını sürdürmeye çalışan toplum için kaçış yolları en uygun bir çözüm gibi görünür. Sanatçı için de karşı konulmaz bir duygu olan kaçış, dayanılmaz çekicilikteki anlamıyla kuşatır sanatçıyı. Resim sanatında örneklerine bolca rastlanan Doğu’yla ya da antik dünyaya göndermelerle kotarılmış yapıtlardan söz edilebilir. Bu söylediklerimiz başka başka alanlar için de geçerlidir. Müslüman askerler Beethoven’i işte bu koşulların varlığını koruduğu dönemin sanatçısı olarak ele alma nedeni bundan başkası değil. Yaşadığı dönem, Fransa’da Napolyon’un iktidara tırmandığı yıllar. 1798 Mısır seferinden sonra Birinci Konsül seçilmesinin ardından 1804 yılında imparator olarak taç giyecektir. 1789 Devrimi’nin coşkusunu yitirmemiş bir toplumda Napolyon’un söz ve davranışları daha eşitlikçi ve daha demokratik bir Fransa’yı hedefler. Ama devlet güçlerini elinde toplayınca girişeceği ilk etkinlik çevre ülkelere saldırı başlatmak olur. İspanya bu hedefte öncelikli ülkedir. Kardeşi Joseph’i 1808 yılında İspanya kralı olarak atadığını duyurur. İspanya’ya saldırırken öne sürdüğü askerler de ilginçtir: Öncesinde kısa süre elinde tuttuğu Mısır’dan getirtilen Müslüman askerler. Görül düğü gibi Ortadoğu’nun garip Müslümanları Batılı ülkelerin paralı askeri olma gibi bir kaderden kurtulamıyor. (Bu olay İspanyol ressam Goya’nın “3 Mayıs 1808 Kurşuna Dizilenler” yapıtıyla ölümsüzleşmiştir. Ayrı bir öykü) Eroica doğuyor Onca tarihsel olayla Beethoven’in ilgisi nedir? Dedik ya, dönem Romantizm çağı. Kahramanlık ve vatan kavramlarının öne çıktığı, ilgili kişilerin yüceltildiği zamanlar. Napolyon da başına geçtiği halkına daha güzel bir toplum sözü vermiş yüce bir kahraman imgesi olarak tepede ışıldıyor. Böylesi ülkülerle yola çıkmış bir kahraman için beste yapmaya başlar Beethoven. Ancak anılan süreçte demokrasi ülküsünden vazgeçerek imparatorluğa geçiş yapmaya başlayınca sanatçının içindeki o bağlılık ve yüceltme duygusu sönmeye yüz tutar. Çünkü karşısında, elinde tuttuğu gücü içte ve dışta saldırganlığa dönüştürmüş bir despotik lider modeli vardır artık. Başlayıp sürdürdüğü bestenin girişinde adına sunduğu Napolyon onun için örnek olmaktan çıkmıştır. Düşleyip adına beste yaptığı kimlik, kişisel iktidarı için yalan söyleyerek insanları kandırınca örnek olmanın ötesine düşer Beethoven’in. Partisyonun girişindeki imparatorun adını o öfkeyle karalayıp Eroica yazar. (1803) Çünkü o yapıtın özünde kahramanlık olgusu yatmaktadır. Başa geçinceye değin halkına yalan söyleyen bir kişi için asla değil. Bu nedenle 3. Senfoni olarak da bilinen Eroica (Kahramanlık) bestesinin gerisinde soylu bir sanatçının duruşu vardır. Aynı duyuşu tam 21 yıl sonra besteleyeceği 9. Senfoni’de görüyoruz. Schiller’in “Umudun Şarkısı” dizelerini senfoninin koral bölümü olarak alır. Dünyada bir örneği daha olmayan bir yaklaşım. Sözlerle bütünleşmiş bir müzik başyapıtı. İnsanları yaşama ve umudunu yitirmemeye çağıran sanat yapıtı. Şöyle bir dönüp bakınca onunki, dönemine göre eğilip bükülmeyen kimlikli bir duruş. O yüzdendir ki bu ve benzeri sanatçı örnekleri tarihin eritici yapısı içinde birer anıt gibi yaşarlar. Sanatıyla ilgili çalışmalarını yaparken yaşadığı dönemle bağını koparmayan; dahası, gerçek bir sanatçıya yakışan onurlu duruşundan ödün vermeyen kişilik örneği o. Ki, sarayların yaldızlı aldatıcılığına sanatıyla karşı durduğu için 250 yıldır yaşıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear