25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 7 MART 2020 CUMARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY gorus@cumhuriyet.com.tr olaylar ve görüşler Suriye’de bataklığın kıyısından dönmek SÜHA UMAR EmekLi büyükelçi Türkiye önceki güne kadar, yıllardır yapılan tüm uyarılara karşın, Suriye bataklığında boğulmak üzere idi. Türkiye, Suriye’ye, Suriye halkının daveti üzerine gitmediği gibi o halkın büyük bölümü, ülkesini işgal ettiğini düşündüğü Türkiye’ye karşı savaşıyordu. Türkiye’nin politikasının da katkısıyla bize sığınmak zorunda kalanlar da şimdi Türkiye’yi terk etmeye çalışmaktadır. Yine çocuklar ölmeye başlamış, yaptığı anlaşmalara aykırı biçimde sığınmacıları engelleme politikasını terk eden Türkiye, “insan kaçakçısı devlet” durumuna düşürülmüştür. Türkiye, PYD/YPG/PKK’nin Türkiye’yi hedef alan saldırılarını ve Irak gibi Suriye’de de bir Kürt biriminin oluşumunu önlemek amacıyla Suriye’ye müdahale etme gereğini duymuştu. Bu haklı ve savunulabilir politikasına, destek de bulmuştu. Dayanak Adana Mutabakatı Türkiye’nin Suriye’de bulunmasının nedeni Adana, Soçi ve Astana Mutabakatları da değildi. Adana mutabakatı Türkiye’ye PKK terörünü, belli kurallar ve sınırlar içinde, Suriye içinde de izleme ve önleme hakkını veriyordu. Soçi ve Astana mutabakatları ise İdlib’de konuşlanmış ve Suriye devletine karşı savaşan terör gruplarını silahsızlandırma, sınırları belirlenmiş bölgelerde ateşkes anlaşmasına uyulup uyulmadığını izleme görevini vermişti. Birleşmiş Milletler’de tescil edilmeyen bu mutabakatlar, uluslararası anlaşma niteliğini taşımadıkları için müttefiklerimizin bizim yanımızda olmalarını gerektirecek bir hukuki dayanak oluşturmuyordu. NATO Antlaşması’nın 5. maddesi ise ancak bir müttefikin ülkesine yapılmış bir saldırıda işletilebilir. İkiz Kuleler saldırısı sonrasında işletilmesi, saldırı ABD ülkesine yapıldığı için istisna değildir. Söylenenlerin tam tersi olan 5 Mart, ErdoğanPutin Moskova Mutabakatı, Cumhuriyet tarihinin en büyük diplomasi başarısızlığıdır. Özetle Rusya ve Suriye, Türkiye’ye tüm isteklerini kabul ettirmiştir. Gerçekçi olmayan talep Türkiye, İdlib’de Soçi ve Astana mutabakatları ile kendisine verilen bölgeyi terör örgütlerinden arındırma görevini yerine getirememişti. Suriye’nin ülkesi üzerindeki egemenlik hakkını ve yönetme yetkisini geri almasını sağlamak amacıyla Türkiye’ye verilen bu görevlerin yerine getirilmemesi, Suriye’nin egemenlik hakkına dayanarak İdlib’i terör unsurlarından temizleme girişimi için ek bir gerekçe oluşturuyordu. İdlib’de, uluslararası hukuka uygun olan bu hakkını kullanan Suriye’nin topraklarının bir bölümünden çekilmesini istemek, bu talebin başka ülkeler tarafından da desteklenmesini beklemek gerçekçi değildi. AKP’nin Suriye politikası, ABD ile İsrail’in çıkarlarına hizmet etmiş ve Suriye’nin istikrarsızlaştırmasına, bölünmesine; PYD/PKK’nin, ABD’nin desteği ile Suriye topraklarının bir bölümünde egemen güç haline gelmesine yol açmıştır. Yine bu politika, Rusya’nın “sıcak denizlere inme” amacına ulaşmasına katkıda bulunmuş, Türkiye Rusya’yı kendi eliyle güneyine de yerleştirmiştir. Erdoğan’ın “Putin’e Suriye’de bir iki üs istiyorsanız ku run dedim” sözleri, vahim ötesi ifadelerdir. Türkiye’nin dağıtması beklenen HTŞ terör örgütünün İdlib’in tamamına yayılması, Türkiye’nin bu örgütle birlikte hareket ettiği hatta örgüt elemanlarını Libya’ya da taşıdığı konusunda Batı’da ve Rusya’da yerleşen kanı, bizi Batı ve Rus kamuoyunun desteğinden de yoksun bırakmıştır. Türkiye, Suriye politikası nedeniyle sorun yaratan; sık sık aşağıladığı müttefiklerini işine geldiğinde yarattığı sorunların içine çekmeye çalışan; PKK/PYD/PKK’den şikâyet ederken HTŞ, IŞİD, El Nusra gibi terör örgütleri ile işbirliği yapan; radikal İslamın önüne düşüp cihat zihniyetini canlandırmaya çalışan; ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen; durdurulması, engel olunması gereken bir ülke olarak algılanıyordu. Diplomatik başarısızlık İdlib felaketinden 5 Mart’a kadar da çok daha büyük kayıplara yol açacak, Türkiye’nin ülke ve millet bütünlüğünü, devlet olarak varlığını tehlikeye sokacak girişimlere kalkışılabileceğinin işaretleri vardı. Cumhuriyet dışında en beklen meyen basın organları bile yayınlarıyla bu yaklaşıma destek veriyorlardı. Suriye bataklığından kurtulmanın yolu, sonu belli olmayan yeni askeri harekâtlara kalkışmak değil Rusya ile anlaşarak silahlı kuvvetlerini önce daha kuzeye çekmek, yapılabilirse burada sığınmacıların yerleştirilebileceği bir güvenli bölge tesisi için Rusya ve Suriye ile anlaşmaktı. Bugüne kadar söylenenlerin tam tersi olan 5 Mart, ErdoğanPutin Moskova Mutabakatı, Cumhuriyet tarihinin en büyük diplomasi başarısızlığıdır. Çünkü bu mutabakatla Türkiye: 1. Suriye Arap Cumhuriyeti’nin gerçek muhatap olduğunu kabul etmiştir. 2. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumayı bir kez daha üstlenmiştir. 3. Tek taraflı bir ateşkes kabul etmiştir. Türkiye, Suriye ordusuna karşı ateşi kesmiştir ama Suriye ve Rusya, “terörist unsurlar”a karşı silahlı mücadeleyi sürdüreceklerdir. Türkiye de bu mücadelede, Suriye ve Rusya’nın yanında yer alacaktır. 4. Suriye son aylarda geri aldığı topraklarını terk etmeyecektir. Aksine M4 karayolunun iki tarafında güvenli bölgeler oluşturulacak, üstelik bu bölgelerin güvenliğini Türk ve Rus devriyeler sağlayacaklardır. Kısacası Türkiye, Suriye’nin zaten kontrolünde olan M5 karayoluna ek olarak M4 yolunu da rahatça kullanabilsin diye devriye görevi yapacaktır. Özetle Rusya ve Suriye, Türkiye’ye tüm isteklerini kabul ettirmiştir. Bundan sonraki adımlar Türkiye’nin Suriye’yi en kısa zamanda terk etmesini sağlamaya yönelik olacaktır. Yine de olumlu düşünmeliyiz, çünkü bu diplomasi başarısızlığı Türkiye’yi Suriye bataklığında boğulmaktan kurtarabilecek, Mehmetçikler ölmeyecektir. Korkarım Erdoğan, kendisini bataklığın kıyısından dönmeye ikna eden dostu Putin’e bir teşekkür borçludur. Tarım yoksa ülke yoktur MUHARREM BAYRAKTAR CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye, İsviçre’den saman ithal ediyor” açıklamasına karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Saman değil, hububat kapçığı” diyerek verdiği cevap, Türk tarımının içine düştüğü trajikomik durumu da ortaya koyuyor. Neymiş? Saman değil, hububat kapçığıymış! Erdoğan, bu cevabı verirken İzmir Aliağa Limanı’na yaklaşan gemilerden saman balyaları indirilmeye başlanmıştı bile. Erdoğan, Türkiye’nin saman ithal eder hale gelmesinden duyduğu rahatsızlıkla “hububat kapçığına” sığındı diyecek kadar iyimser olmak isterdik ama o samanların ülkemize gelmesinin bizatihi kendisinin uyguladığı tarım politikalarının sonucu olduğu herkesin malumuydu. Oysa güzelim Anadolu topraklarına ithal samanın girişi yeni değildir ve “ithal saman balyalarının” başımıza balyoz gibi inişinin ayıbı 2013 yılının ocak ayına dayanır. Üstelik samanların ilk dağıtıldığı şehir AKP’nin oy deposu Erzurum’dur. Ve üstelik bu samanlar her hatırladığımda bağrıma hançer saplanmış gibi olurum resmi görevliler tarafından tören düzenlenerek köylüye dağıtılmıştı! Erzurum, ülkemizin en münbit topraklarındandı, bu münbit topraklarda yetişen yonca, saman ve çayırlar sadece Erzurum’un değil çevre illerin hayvanclığı için dahi büyük katkı sağlardı. Ama uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu 2013 yılında başta Erzurum olmak üzere Türkiye samansız kaldı. Gürcistan’dan, Macaristan’dan saman getirir olduk. Olaylar trajikomiktir: Samanların Erzurum’a gelmesi üzerine dönemin Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Abdullah Kutlu, Palandöken Kayak Merkezi’nde bir otelde köylülerle bir araya geldi. Milletin efendisi olması gereken köylü, samana muhtaçtı ve saman dağıtımı için ne hikmetse kayak merkezi seçilmişti! Müdür Bey burada yaptığı konuşmada göğsünü gere gere konuştu: “Kimse endişe duymasın, bu hayvanların aç kalmasına bizim gönlümüz razı olmaz. Türkiye’nin her yerinde talepleri karşılayacak tedbirimiz var. Mersin Limanı’na Kıbrıs’tan, Pakistan’dan, İzmir Limanı’na Bulgaristan’dan, Zonguldak ve Hopa Limanı’na ise Ukrayna’dan, Gürcistan’dan talepler toplandı. Sözleşmeler imzalandı. İhtiyaç ne kadarsa sonuna kadar karşılayacağız.” Çiftçi mağdur Gerçi yakın bir zamanda Anadolu’da hayvan diye bir şey kalmayacağı için samana da ihtiyaç kalmayacak ve samanları bedava bile verseler alacak kimse bulamayacaklar. Ülkede küçükbaş ve büyükbaş hayvan sayısı son yılda yarı yarıya azaldı. Üretim maliyetleri alabildiğince arttı. Köylünün en temel girdisi olan mazot, gübre, tohum fiyatları dünya rekoru kırdı. Tarımda, hayvancılıkta destekler ihtiyacı olan değil belli gruplara dağıtıldı. İthal etin ve diğer hayvansal ürünlerin önü açıldı. Sonuçta mağdur olan çiftçi “samanını dahi üretemez hale gelince” saman ithalatına giriştiler. Hiç utanmadan “Doğu Anadolu’nun saman deposu olan Erzurum’da skandal bir tören yaparak” köylüye saman dağıtımının müjdesini verdiler. Ve Erzurumlu vatandaşlar da kendilerini oraya toplayan bürokrolara, siyasetçilere “Bizi neden bu hale düşürdünüz” diye sormaları gerekirken sormadılar. Tam tersine alkışladılar. Üzücü tablo Sonuç olarak da bugün yani ilk saman ithalatından 7 yıl sonra yeniden İzmir Aliağa’dan ülkeye giren samanları konuşuyoruz. Erdoğan, bu duruma “hububat kapçığı” diyedursun, olay tarımın vahametinden başka bir şey değildir. Türkiye, ne Balkan Savaşları’nda ne Milli Mücadele yıllarında “hayvansız, samansız, otsuz kaldı.” Ama bugün maalesef tablo bu. Mesele saman meselesi değildir sadece. Saman bir sonuçtur. Mesele bu ülkenin eski Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun iğdeyi dahi ithal ettiğimizi öğrendiğinde yaşadığı şaşkınlıktır. Bakan Bey, iğdenin dahi ithal edildiği bir ülkede bakanlık yaptığından habersizdir oturduğu koltukta. Mesele otuz yıl önce, tarımda kendine yeten nadir ülkelerden olan Türkiye’nin, dağı taşı mercimek, nohut, kuru fasulye, buğday dolu olan bu ülkenin, nohutu da, mercimeği de, kuru fasulyeyi de, buğdayı da ve dahi, arpayı da, pirinci de, ayçiçeğini de, mısırı da, pamuğu da ithal eder hale gelmesidir. Mesele ülkenin sarmısağı, yeşil soğanı, sivribiberi, inanamayacaksınız ama salatalığı, dolmalık biberi, patlıcanı bile ithal eder hale gelmesidir. AB’ye girme umuduyla önlerine konulan her belgeyi imzalayanlar, AB em retti diye köyleri boşaltıp, topraklarında üretim yapan çiftçiyi desteksiz bırakıp şehirlere göç etmek zorunda bırakanlar, karşımıza bu acı tabloyu çıkardı. Tüketen kesim olduk 1980’lerin başında 50 milyon dolar tarım ürünü ithal eden Türkiye, bugün 20 milyar dolar tarım ürünü ithal ediyor. Dünyanın neredeyse 100 ülkesinden tarımsal ürün ithal ediyoruz. Son 30 yılda tarım ürünleri ihracatı 2 katına çıkarken ithalat 90 kat artmış. Bu oran Türkiye’de uygulanan “köyleri boşalt, şehirleri doldur” politikası ile bire bir örtüşüyor. Siyasetçiler, tarımsal desteği minimuma indirip, Batı’nın baskısı ile köyleri ekonomik olarak yaşanılır bir çevre olmaktan çıkarıp, nüfusu şehirlere yığdıkça bunun doğal sonucu olarak “tarım ürünü üreten değil, tüketen” kesim olduk. Türkiye’nin 24.5 milyon hektar büyüklüğünde tarım alanı var ve bu alan her geçen gün azalıyor. Bu alan, AB üyesi Lüksemburg’un yüzölçümünün 95 katı büyüklüğünde, İngiltere’nin ise yüzölçümüne eşit. Danimarka’nın 5.6 katı, Hollanda’nın ve İsviçre’nin 5.9, Moldova’nın 7.2, Belçika’nın ise 8 katı büyüklüğünde. Sonuçta da İsviçre’nin 5.9 katı tarım alanına sahip Türkiye, Erdoğan’ın “Hububat kapçığıdır o!” açıklamaları eşliğinde, İsviçre’den saman alıyor. Gemilerden inen samanlara bakınca benim hissettiğim şudur: Evet, bu ülkeye giren samandır ama tablo ağlama zamanıdır! Çünkü tarım yoksa ülke de yoktur. MART Dünya Emekç Kadınlar Günü’ne Özel Set Erendiz Atasü Yurdum Gurbet Olmasın Bozkurt Güvenç Kadın Sorunları Sözlüğü Mine G. Kırıkkanat Adı Öküzden Sonra Gelen Erdal Atabek Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık Zehra İpşiroğlu Kadınların Gözüyle Yazmak ve Yaşamak Zeynep Oral Kadın Olmak %50 İNDİRİM 68 137.56 .78 tl yerİNE “Kitap okuduğunuzu biliyoruz.” http://www.cumhuriyetkitap.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear