22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 8 TEMMUZ 2019 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler Merkez Bankası yönetiminde değişiklik Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararı ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın görevden alınması ve yerine Başkan Yardımcısı Murat Uysal’ın atanması, Merkez Bankacılığı bakımından önemli bir olaydır. Merkez Bankaları, her ülkenin banknot çıkarma yetkisine tekel olarak sahip, bankaların bankası konumundaki bankalardır. Aynı zamanda ülkede fiyat istikrarını sağlamak, bu amaçla para politikalarını belirlemek, onların temel görevlerindendir. Bunun için Merkez Bankalarına belirli ölçüde bir bağımsızlık tanınmıştır. Amaç, siyasal müdahalelere meydan vermemek, emisyon hacminin siyasal hesaplarla belirlenmesini önlemektir. Nitekim bizde de 14.1.1970 tarih ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu’nun yürürlükteki 1. maddesine göre Banka, “Türkiye’de banknot ihracı imtiyazına sahip anonim şirket olarak” kurulmuş bir bankadır. Aynı Kanun’un 4. maddesindeki dengeli ifade ile; “Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını kendisi belirler. Kanunla koruma altında Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.” (f. III). 1211 sayılı kanunun 25. maddesine göre uluslararası terminolojiye uygun olarak (Guvernör) olarak da adlandırılan Merkez Bankası Başkanı, “Bakanlar Kurulu kararıyla beş yıllık bir dönem için atanır.” (f. I). 26. madde uyarınca “en yüksek icra amiri sıfatıyla Bankayı sevk ve idare ve yurtiçinde ve dışında temsil eder.” (f. I). 27. maddeye göre; başkanlık (guvernörlük) görevi, “özel bir kanuna dayanmadıkça Banka dışında teşrii, resmi veya özel herhangi bir görev ile birleşemez.”; Başkan, “ticaretle uğraşamayacağı gibi, bankalar ve şirketlerde hissedar olamaz.” (f. I). 28. maddeye göre Başkan, “ancak, 27. maddedeki yasakların gerçekleşmesi ve bu Kanunla kendisine verilen görevlerin devamlı surette ifasını imkânsız kılacak durumların ortaya çıkması hâllerinde, atanmasındaki usule göre görevinden af olunabilir.” (f. II). Böylece 1211 sayılı Kanun, Merkez Bankası başkanının görevini gerektiği gibi yapabilmesi için bir görev süresi güvencesi öngörmüş ve sebepsiz görevden alınmasını önleyici bir koruma hükmü getirmiştir. Fakat Merkez Bankası Başkanlığı’ndaki son değişiklik, doğrudan doğruya Merkez Bankası’na özgü bu hükümlere göre de 4. maddenin “Bunlar, görev süresi sona ermeden de Cumhurbaşkanınca görevden alınabilir” şeklindeki son cümlesi, (III) sayılı cetvelde görev süresi 4 yıl olarak gösterilen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı hakkında uygulanmaz. ğil, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’ye 703 sayılı KHK’nin 178. maddesi ile eklenen ek 35. madde ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2. maddesine dayanmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ant içerek ikinci dönem görevine başladığı, 16 Nisan 2017 günü halkoylamasıyla kabul edilen anayasa değişikliğinin bütün hükümleriyle yürürlüğe girdiği ve Cumhurbaşkanının tek kişilik yürütme organı konumuna geldiği 9 Temmuz 2018 günü 30473 (3. Mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 703 sayılı KHK ile 375 sayılı KHK’ye eklenen ek 35. maddenin IV. fıkrasına göre; “Cumhurbaşkanınca süreli atanan üst kademe kamu yöneticileri, ilgili kanunlarda öngörülen görevden alma yanında kurumsal hedeflere ulaşılamaması nedeniyle de süreleri tamamlanmadan görevlerinden alınabilirler.” 10 Temmuz 2018 günü 30474 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 3 sayılı Üst Kademe Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usullerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, Kararnameye ekli “(I) sayılı cetvelde yer alan kadro, pozisyon ve görevlere Cumhurbaşkanı kararıyla atama yapılır.” Bu cetvelde “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı” da yer almaktadır. 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin görev süresi, atama ve görevden alma ile ilgili hükümleri ise, 4. maddesindedir. Bu maddeye göre; “(I) sayılı cetvelde yer alanların görev süresi, atandıkları tarihte görevde bulunan Cumhurbaşkanının görev süresini geçemez. Cumhurbaşkanının görevi sona erdiğinde, bunların görevi de sona erer. Görev süresi sona erenler, yeniden atanabilir. Bunlar, görev süresi sona ermeden de Cumhurbaşkanınca görevden alınabilir.” Gerekçesiz madde ihlali Fakat 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 7. maddesinde 4. madde ile ilgili önemli bir istisnaya yer verilmiştir. Buna göre “4 üncü madde hükümleri bu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine ekli (III) sayılı cetvelde yer alanlar hakkında uygulanmaz. Bunların görev süreleri ekli (III) sayılı cetvelde gösterilmiştir.” (III) sayılı cetvelde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanının görev süresi olarak “4 yıl” yazılıdır. Dolayısıyla 4. maddenin “Bunlar, görev süresi sona ermeden de Cumhurbaşkanınca görevden alınabilir” şeklindeki son cümlesi, (III) sayılı cetvelde görev süresi 4 yıl olarak gösterilen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanı hakkında uygulanmaz. Merkez Bankası başkanının görevden alınması için özel kanun olarak 1211 sayılı kanunun 28. maddesi ile orada yollama yapılan 27. maddesinde yazılı bir durumun ortaya çıkması gerekirdi. Fakat böyle bir gerekçe gösterilmemiştir. Sebep belli Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 6.7.2019 tarih ve 30823 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5.7.2019 tarih ve 2019/159 sayılı kararı şöyledir: “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı (Guvernörü) Murat ÇETİNKAYA, 375 sayılı Kanun Hükmünde kararnamenin ek 35’inci maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 2’nci maddesi gereğince görevden alınmış ve bu suretle boşalan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığı’na (Guvernörlüğüne), 1211 sayılı kanunun 25’inci maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 2, 3 ve 7’inci maddeleri gereğince aynı yer Başkan (Guvernör) Yardımcısı Murat UYSAL atanmıştır.” 375 sayılı KHK’nin genel nitelikteki ek 35. maddesinde üst kademe yöneticileri için gösterilen “kurumsal hedeflere ulaşılamaması”, –Murat Çetinkaya hakkında uyarlandığında– 1211 sayılı kanunun 4. maddesinin II. fıkrasında yazılı “Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.” hükmünün gereğinin Cumhurbaşkanının beklediği ölçüde yerine getirilememesi, görevden alma işleminin tek gerekçesi olarak görünüyor. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öteden beri Merkez Bankası’nın politika faizini yüksek oranda tutmasını eleştirdiği ve yüksek oranlı faizin yatırımları engellediğini ve enflasyonun başlıca nedeni olduğunu ifade ettiği bilinmektedir. Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasının nedeni bu eleştirilerdedir. Yeni Başkan Murat Uysal’ın ne ölçüde Cumhurbaşkanının görüşlerine uygun hareket edeceğini zaman gösterecektir. Ancak Çetinkaya’nın görev süresi dolmadan yapılan bu değişikliğin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bağımsız dünya merkez bankaları arasındaki saygınlığı ve çıkardığı banknotlarda ifadesini bulan Türk Lirasının değeri bakımından olumlu bir etki yapmadığı açıktır. Demokratik anayasa zamanı! Aydınlanmanın amiral gemisi... Yaz geldi, sıcaklar bastırıyor. İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerden Ege ve Akdeniz kıyılarına akın yavaş yavaş başlıyor. Cumhuriyet ailesi bu yaz “yazı dizileriyle, özel haberleriyle ve tarihi günler için hazırlayacağı özel sayfalarla” okurun karşısına çıkmaya hazırlanıyor. İşte temmuz ayından sıcak başlıklar... Balbay’dan Japonya dizisi... Geçen hafta Dış Haberler Müdürümüz Mine Esen’in KKTC’de üst düzey isimlerle yaptığı görüşmeler sonrası hazırladığı “Çekişmenin ortasında kalan ada” başlıklı yazı dizisini yayımladık. Esen’in dizisi hem KKTC’deki gerilimli siyasi havayı; hem de dünyanın gözünü diktiği Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri irdeledi. Bu hafta ise gezi yazıları okurlarımızda bir başka tat bırakan Mustafa Balbay, Japonya izlenimlerini yazacak. Dünkü köşe yazısında izlenimlerinin küçük bir kısmını okurla paylaşan Balbay’ın 10 günlük Japonya gezisinin ayrıntılarını ben de, okurlarımız gibi şimdiden merak ediyorum. Mustafa Balbay’ın yazı dizisi bu hafta sonu okurlarımızla buluşacak. FETÖ’nün kanlı darbe girişiminin üzerinden tam 3 yıl geçti. 15 Temmuz için özel haber ve söyleşilerimizle üç yılın bilançosunu çıkaracağız... Erzurum, Hatay ve Lozan’a özel sayfalar... Şimdiden 23 Temmuz ve 24 Temmuz için çalışmaya başladık. Biliyorsunuz, Erzurum Kongresi’nin 100. yılına sayılı günler kaldı. Cumhuriyet 19 Mayıs ile Amasya Genelgesi’nin 100. yılında hazırladığı özel ek ve sayfalara bir yenisini daha ekliyor. 23 Temmuz’da okurun karşısına Erzurum Kongresi’nin 100. yılı için hazırlayacağımız özel sayfalarla çıkacağız. Bitmedi... Aynı gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından bir başka önem taşıyor. Hatay’ın yeniden Türkiye’ye katılma süreci 5 Temmuz 1938’de başladı. Hatay Millet Meclisi, 29 Haziran 1939’da oybirliği ile Türkiye’ye katılma kararı aldı. Anavatana katılış töre ni ise 23 Temmuz 1939’da pazar günü saat 11.40’ta Antakya’da yapıldı. Hatay’ın, Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma sürecinin işaret fişeğini Atatürk Adana’dan vermişti. 23 Temmuz’da Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının 80. yıl kutlamalarına biz de özel sayfalarımızla eşlik edeceğiz... Ve 24 Temmuz... Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu Lozan Barış Antlaşması’nın 96. yıldönümü. Cumhuriyet, Lozan Barış Antlaşması’nın 96. yılında özel bir sayıyla okurun karşısına çıkacak. Lozan’ı Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun’un kaleminden okuyacaksınız. Yazıişleri Müdürümüz Serkan Ozan, Lozan’a gitti, antlaşmanın yapıldığı tarihi otelin havasını soludu. Özel sayfalarla Lozan Barış Konferansı’nı, bu tarihi günü yansıtacağız... Hıfzı Topuz’un merhabası... Cumhuriyet’in Olaylar ve Görüşler sayfası bu aydan itibaren Türk basınının en değerli isimlerinden Hıfzı Topuz’u konuk etmeye başlıyor. Dün arkadaşımız Gamze Akdemir’e bir röportaj veren ağabeyimiz Hıfzı Topuz, 95 yıllık çınarımız gazetemizi, “Cumhuriyet, Türkiye’nin aydınlanma alanında amiral gemisidir” sözleriyle özetledi. Topuz’un demecini verdiği gün, Cumhuriyet yine farkını ortaya koydu. Bir dönem FETÖ’ye şimdi AKP’ye yakınlığıyla bilinen SETA’nın gazetecileri fişlediği raporu manşetinden kamuoyuna duyuran tek gazete Cumhuriyet oldu. Meslek örgütleri, yazarlarımız Ergin Yıldızoğlu ve Zafer Aparkirli’nin hedef alındığı SETA raporuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Geçen hafta yazarımız Işıl Özgentürk, 13 Ocak 2019 tarihli yazısı gerekçe gösterilerek bir buçuk yıl hapse mahkum edildi. Işıl Abla, cesur yazılarına devam ediyor. Dünkü köşesinde, “İran, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Nepal’e karayoluyla gittiğimde, Pakistan’a karanlık, kadınsız ‘köy’ yerinde Mustafa Kemal Atatürk’e genç bir kadın olarak teşekkür ettiğim için edepsizim!” diye yazıyordu. Cumhuriyet, Atatürk’ün aydınlanma çizgisinden taviz vermeden yoluna devam ediyor... Prof. Dr. Yakup KEPENEK Türkiye her gün yeniden kanıtlandığı gibi çok ağır bir özgürleşme sancısı çekiyor. Hastalığın düzelmesi için de yeni bir anayasal düzenleme gerekiyor. Adı bir türlü konulamayan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet SitemiCHS de denilen Başkanlık Rejimi son bir yıl boyunca tam olarak uygulandı. Ancak, rejim 12 Eylül 2010 tarihli anayasa değişikliğinden sonra, dokuz yıldır uygulanıyor. Bu nedenle denilebilir ki, adı dışında bilinmedik yönü kalmadı. Sonuçta elde kalan, hak ve özgürlüklere getirilen aşırı ve ağır sınırlamalar; bütçe hakkı bile olmayan bağımlı bir yasama; siyasetin elinde oyuncağa dönüşen yargı; bir kişiye bağımlı ve etkin çalışmayan kamu kurumları; Suriye bataklığına saplanan bir dış politika; yeteneklilerin değil, yakınların atandığı bir kamu bürokrasisi; bir ahtapot gibi emekçilerin kazanılmış haklarına göz diken bir yönetim anlayışı; üretimsizliği, işsizliği ve enflasyonu ile bir türlü düzeltilemeyen bir ekonomi ve tümüyle çürüyen bir siyasal yapıdır. Son günlerde, Japonya’dan kadın üniversitesi ithali saçmalığından, rejimin siyasi karşıtlarının FETÖ’cü olarak suçlanmalarına, oradan, Çorlu tren kazası davasında tıkanan yargıya ya da bir taraftan ekonomi düzeliyor denilirken bir taraftan da hiçbir gerekçe gösterilmeden Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirilmesine uzanan olumsuzluklar ve yıkımlar daha fazla yaşanmamalıdır. Türkiye, 150 yıllık bir anayasa deneyimi ile hak ve özgürlüklerin evrensel düzlemdeki son gelişmelerini parlamenter rejimi esas alan çağdaş bir anayasada bir araya getirebilir. Yeni anayasa, egemenliğin kaynağının gerçek anlamda ulus olduğuna dayalı bir yasama, tam anlamıyla bağımsız ve tarafsız bir yargı; denetlenen ve gücü dengelenen bir yürütme erki üçlüsünün üzerinde yapılanmayı ve kurumlaşmayı esas alması gerekir. Bu üçlünün sağlıklı bir biçimde yeniden doğumu için, daha önce gerçekleştirilmesi gereken, çok önemli olmazsa olmaz noktalar var. Bunları kısaca özetleyelim. Türkiye demokrasisinin gerçekten en büyük eksiği, siyasal katılımın 45 yılda bir san Yeni rejim 12 Eylül 2010 tarihli anayasa değişikliğinden sonra, dokuz yıldır uygulanıyor. Sonuçta elde kalan tümüyle çürüyen siyasal yapı. dığa gitmeye indirgenmiş olmasıdır. Oysa gerçek demokrasi sandık öncesinde yaşanır; sandık sonuçtur. Siyasal katılımın kilidi adayların, seçimden önce kamuoyunun karşısına çıkması ve parti üyelerinin oylarıyla belirlenmesi ile açılabilir. Bugün, neredeyse tümüyle siyasi partilerin genel başkanlarının tekelinde olan adayları belirleme süreci, kesin bir ilke olarak, siyasi partilerin üyelerinin ve giderek tüm halkın katılımı ile gerçekleştirilmelidir. Demokrasi olacaksa, aday saptanmalarının mutlaka katılımcı kılınması anayasal bir zorunluluk olmalıdır. Bu yapılmazsa gerçek seçmen parti genel başkanı oluyor. Allah söyletti denir ya; iki gün önce Başkan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan kendi milletvekillerini, mesleği askerlik olan anlamına gelen muvazzaf adlandırıyor; bir gerçeği dile getiriyordu. Bölgelerarası eşitlik Anayasanın, özgürlük, eşitlik, barış ve dayanışma amaçlarının gerçekleşmesi için ülkenin tüm illerinin egemenliğin kaynağı olan yasama organında eşit ağırlıkta temsil edilmesi gerekir. Binlerce yıl önce bu topraklarda başkenti Patara olan Frigya Krallığı’nda uygulanan ve çağdaş anayasalara örnek olan uygulama var. Buna göre her ilin eşit sayıda temsilcisinin yer aldığı, adına çoğu zaman senato da denilen bir meclis oluşturulmalıdır. Bugün için Türkiye’nin 81 ili var; her ilden iki senatör seçilmesi sonucu 162 senatörden oluşan ayrı bir Meclis oluşturulmalıdır. Bu sayı gereksiz yere şişirilerek 600 olan milletvekili sayısından çıkarılırsa geriye illere nüfus büyüklüğüne göre dağıtılacak 438 milletvekilliği kalır ki, bu da sayı olarak yasamanın diğer kanadı için fazlasıyla yeterlidir. Barajsız seçim Yasama meclislerinde milli iradenin tam olarak yer bulması için seçim sistemi kesinlikle barajsız olmalı; tüm siyasal partiler aldıkları oy oranında Meclisler’de yer alabilmesidir. Ülke siyasetinin doğruluk, dürüstlük ve erdem değerleriyle güçlendirilmesi için öncelikle, tümüyle özgür basınyayın; güçlü sendikacılık, siyasette katılım ve bunlara eşlik edecek duyarlı kamuoyu gereklidir. Daha dar kapsamda siyasetin bir rant ya da çıkar kapısı olmaktan kurtulması amacıyla siyasetin finansmanı ve siyasetçinin maaşı, açık ve belli anayasal kurallara bağlanmalıdır. Çünkü rejim, kamu finansmanı tarafıyla da topluma karşı tam anlamıyla duyarsızdır. Saray’ın hiçbir demokratik ülkede görülemeyecek keyfi harcamaları; kamu ihale sisteminin, kâr garantili, üstelik çağrılı ihaleye dönüşmüş olması; siyasetin parasal olarak da ahlak değerlerini de yok etmesi bütçe hakkının başkana bırakılmış olması rejimin, anayasa ile kapatılması gereken parasal kara delikleridir. Siyasette maaşlara gelince AKP anlayışının halkın vergilerinden oluşan kamu finansmanına bakışı geçen hafta sıradan bir örnekle yaşandı. Gerekli olup olmadığı kamuoyuna açıklanmadan geçen hafta oluşturulan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu YİK üyelerinin, daha ilk toplantılarında maaşlarını yüzde 40 artırmaları, işçi ve memur emeklisine yüzde 56 gibi bir maaş artışı yapıldığı bir ortamda, siyasetin toplumsal duyarsızlığının eşi bulunmaz bir örneğidir. Hele de YİK üyelerinden Bülent Arınç’ın, maaşlarına yönelik eleştiri yapanları, “Edepsizler, maaşımızı konuşmak size mi kaldı” diye aşağılaması, Başkanlık rejiminin siyasetpara ilişkilerinin çok net bir özetidir. Sonuç olarak, rejimin MR’sinin çekilmesiyle revizyonun, yeniden değerlendirilerek eksiklerinin giderilmesi, AKP’den ayrılanların yeni parti kurmalarının beklenilmesi tam bir aymazlık ve toplumsal oyalanmadan başka bir şey değildir. Yukarıda özetlenen temeller üzerinde başta düşünce özgürlüğü olmak üzere, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, yargının tamamını siyasetin esiri olmaktan kurtaran, sendikal hakları, üniversite özerkliğini güçlü bir biçimde içeren, eşit yurttaşlığı ve toplumsal barışı ilke edinen, tam katılıma dayanan, siyasetin finansmanını açıklığa kavuşturan bir anayasa, bir an önce yapılmalıdır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear