23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 27 TEMMUZ 2019 CUMARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr olaylar ve görüşler Baki kalan bu kubbede PROF. DR. Erhan KARAESMEN Bu çok gecikmiş ve geciktirilmiş bir seçim sonrası değerlendirme yazısıdır. İlk satırları, 2 Nisan 2019’da kaleme alınmıştı. Yerel seçimlerin, mevcut iktidar partileri ve yandaşlarını hüsrana uğratacak bir sonuç vermiş olduğu açıktı. Buna karşılık namuslu, vicdanlı ve yurtsever epeyce sayıda bir vatandaşı da bulutların arkasında doğan aydınlıkla kucaklaşmaya yönlendiren bir sonuç ortaya çıkmıştı. Mevcut iktidarın ve yanlılarının böylesine bir sevinci, bu güzel insanlar kümesinin doyasıya yaşamalarına izin vermeyeceği aşikârdı. Güçlü muhalefet Nitekim öyle oldu. Bilinen akıldışı, adalet ve hakkaniyet ötesi, insan unsuruna sevgi ve saygıyla yaklaşmak yerine ayrıştırıcı bir kabalıkla yönelmek gibi bir yığın kusur ve ilkellik bir araya gelerek İstanbul özelinde, ama yansımalı olarak ülke genelinde de sevimsiz ve hırçın bir bekleyiş yaratıldı. 23 Haziran günü o da sona erdi. Tüm bu edilgen ve olumsuz ve yurt ve yurttaş sevgisi düşüncesinden çok uzak girişimlere karşın bir güçlü muhalefet cephesi oluşumu kendini gösterdi. Utku jübilesi Aylar boyunca yutturulmaya çalışılmış kaba bir masalda yer alan beka sözcüğünün dahil olduğu Arapça kelimeler ailesinde “baki” olarak bilinen ve gündelik yaşamda hâlâ kullanılan bir kelam yer alır. Şiirselliği de bulunan bir kelime oyunuyla “baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş” söylemi Türkçemizde yer almıştır. Günümüz iktidarının, çıkarcı yandaşlarının etnik köken ırkçılığı ve mezhep ayrımcılığı şampiyonlarının tüm gayretlerinden sonuç olarak bu kubbede bir hoş seda yerine boğulup gidecek bir seda kaldı. Daha güzel gelecekler beklentisi içinde olan ülkesini, toprağını, bayrağı Toplumsal yaşama yansımış, devletin, politik yönetimin ve kamu kurumlarının tüm kusurları, basiretsizlikleri ve beceriksizlikleri sırıtkan biçimde ortaya saçıldı. nı ve insanlarını seven, o yukarıda da sözünü ettiğimiz namuslu, vicdanlı, insansever, yurtsever kitle bir utku jübilesi yaşıyor. Ancak güç sahiplerinin İstanbul başta olmak üzere ülkedeki yeni akılcı muhalefet odaklanmalarına engel olmak için elden gelen tüm gayreti gösterecekleri de aşikar. Ancak kendi işlerinde kaçınılmaz bir çözüşme yaşamakta oldukları da açıkça gözleniyor. Bu çözüşmenin tam algılanabilmesi için AKP’yi oluşturan düşünsel yapının temel taşlarının bireysel çıkarcılık, maddiyatı kollama zeminlerine oturduğunu hatırlamak gerekiyor. Hesaba katamadıkları.. Koyu bir ırkçılık ve dinsel taassup zincirleriyle kuşatılmış dar bir alanda tıkış tıkış bir çıkarcılık dayanışması yaşandı. “Anadolu kaplanları” dendi; ülke nüfusunun belki sadece yarısını kapsayan bir kesimi ilgilendiren “halk iradesi” falan dendi; “sermaye ile dinsel duyguları buluşturmak” lafı dolaştı. Bu hamasi söylemler ve saptamalar, aslında, bir maddesel çıkar kavgasının örtülü tutulması amacını taşıyordu. Yağma, israf, alabildiğine zevksiz ve görgüsüz bir hovardalık, hepsi birlikte bu örtünün gizlemeye çalıştığı iğrençlik ve zavallılık oluşumlarının kaynağında yer alıyor. Bu milli irade temsilcileri, duygu, inanç ve parasal çıkar oluşturucuları kısa zamanda birbirine düştü. İktidar piramidinin dış taşları sökülüp yuvarlanarak aşağıya kaymaya başladı. Güçlü bir lider disiplini, eleştirenleri ve itiraz edenleri yok edici bir davranış acımasızlığı, yapıdaki çöküntü izlerini saklayabildiği kadar sakladı. Doğanın insanla buluşmasının üretkenlik düzlemine dökülüşünün tarih boyunca en kuvvetli ve geleneksel oluşum niteliği taşıyan “ziraat” gözden çıkarılırken onunla uğraşan nüfus kesimi kentlerde misafir edildi. Her türlü üretkenlikten uzakta kalacakları göze alınıp çok düşük düzeyde bir sosyal yardım (!) desteğiyle orta ve büyük boy kent merkezlerinde iktidar yanlısı bir nüfus yoğunluğu var edilmiş oldu. Ancak, ülkenin geride kalan nüfus kümelerinde yaşayan ve ekonomik krizle bire bir buluşan geniş kitlelerin verebileceği tepkiler hesaba katılmadı. Ya da katılamadı. Kaçınılmaz mahkumiyet Toplumsal yaşama yansımış, devletin, politik yönetimin ve kamu kurumlarının tüm kusurları, basiretsizlikleri ve beceriksizlikleri sırıtkan biçimde ortaya saçıldı. Burada saymaya gerek yok, dış politikadan eğitime, ekonomi ve maliye yönetiminden kentleşme düzenine ya da düzensizliğine, yargı tarafsızlığın dan ve güvenilirliğinden liyakatsiz yandaş eleman kullanma mekanizmalarına kadar çok bilinen ve tekrarlanan yaşam gerçekleri, bu iktidar yapısının sadece kaplama taşlarını değil, içindeki ana taşıyıcı sistemi de çözüştürmeye mahkumdu. Zaten öyle de oldu. Bilinen ve çok kere tekrarlanan gerçekler bu iktidar yapısının sadece kaplama taşlarını değil, içindeki ana taşıyıcı sistemi de çözüştürmeye mahkumdu ve öyle oldu. Değişim arayışı Toplumun yaşam kavgası veren geniş bir kesiminin bir değişim arayışına girmesi kaçınılmazdı. Geniş halk kesimlerinden gittikçe uzaklaşan ve onlarla ilişkilerinde gittikçe sevimsizleşen bir yönetici kadrosunun ve liderinin yerine daha sıcak insan ilişkileri içinde olabilecek, güler yüzlü ve güvenilirlik sergileyen yeni politik yıldızların ortaya çıkması da böylece kolaylaşıyordu. İstanbul İmparatorluğu’nun çift mazbatalı yeni belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, bu toplum beklentilerine tamamen uygun, yeni ve taze bir politik lider olarak Türk toplumsal ve politik yaşamında bir umut ışığı olarak kucaklandı. Zorunlu yüzleşme Yok Atatürk, yok bağımsızlık mücadelesi ruhu; yok uluslararası ilişkilerdeki ulusal onur; yok emek ve emekçi varlığının savunuculuğu; bunların hepsine hurafe gözüyle bakan bir toplum yönetimiyle değişim beklentisine girmiş kitleler ile karşı karşıya gelecek akıllı ve usturuplu biçimde arka planda kalmayı becermiş Canan Kaftancıoğlu gibi kişilikli aydın kadın siyasetçi simalarına gittikçe daha fazla iş düşecek. “Sağda yeni parti kuruldu kurulmadı”dan öte kubbede sadece ses bırakarak çözüşme yoluna girmiş bir iktidarın toplumdaki bu yeni bekleyişleri hesaba katması gerekecek. Hep birlikte göreceğiz. Hiçbir harf yok ki! ALP KAAN Liyakat derken karşınızda “L”nin bile olmadığı bir kelime... Başı yok... Sonu nasıl tamamlansın? Temeli olmayan bina gibi... Gösterişi veya cilası çok, ama içine bakıyorsunuz kumdan... Kof! Bilgi sahibi olmadığımız zaman yapılacak en doğru davranış, sessiz kalmak aslında. Bilgisayarlardaki gibi “dinlenme” moduna geçmemiz... Nitekim faydalıdır. Misal: Komik duruma düşmenizi engeller. Ancak “sessiz mod” için bile “bilgi sahibi olmadığınızı” bilmeniz gerekir. Herkes her konuda bilgi sahibi olamaz. Aksi, kendini kandırmak, dolduruşa gelmek; Kaf Dağı’nın tepesine çıkmak veya kılavuz olarak kargayı seçmektir. Bilgi sahibi olmadan ve bilgiye ulaşmak, bilgiyi farklı kanallarla temin ederek analiz ve sentez yapmak yerine kulağınızı birilerine verdiğiniz zaman ise ortaya evlere şenlik görüntüler çıkar. İstediğiniz yöne eğilebilirsiniz, istediğiniz yöne doğru eğiltilebilirsiniz. Siyasetteki en kötü şey, kulaktan dolma bodoslama gitmektir. Türkiye gibi siyasetin çamura endeksli yürütüldüğü ve bilgi ile liyakatin önemsenmediği toplumlara; o zamanın şartlarında söylemiş olsa da bugüne de yol gösterme, uyarma ve ders olma amacıyla mı söylemiştir İbni Haldun bilinmez ama bakınız yüzyıllar öncesinden ne demiş, bir toplumun çöküş belirtilerini sıralarken: “Dayanışmanın yok olması, üretimin zayıflaması, tüketim çılgınlığı, vergilerin artışı, liyakatsizlik olması, adaletsizlik, umutların kırılması, göçün hızlanması, iblisane gurur ve kibir, gösteriş, riyakârlık ve yalakalık.” Ne de fazla madde uyuyor bize? Dayanışma duygularımız azaldı, üretim hak getire, tüketim tavan, sağımız solumuzönümüz arkamız vergi, liyakatsizliğe primi anlatmaya gerek yok, yargıya güven diplerde, umutlar uçup gitmiş, gurur ve kibir fırlamış, gösteriş her daim, riyakârlık ve yalakalık siyasetin olmazsa olmazı. İbni Haldun ta o zamanlar, toplumlar için bu tespitleri yapmış yapmasına da... O günden bugüne değişen bir şey yok demek ki. Zira tüm bunların temelinde dönüp dolaşıp geleceğiniz yer aslına bakarsanız üç maddede... “Liyakatsizlik, riyakârlık, yalakalık.” Liyakatsiz kadrolar iş başına geldi mi, yani işi bilmeyene makam verildi mi, orada hiçbir işin düzgün ilerlemeyeceği kuşkusuzdur. Bunun üzerine, çıkara endeksli riya ve yalan ile yalakalık faktörünü de eklediniz mi... Adam kaydıran kaydırana, çamur atan atana... Her devrin adamı olup yanar döner ve fırıldak gibi bilgisizliğini kamufle ederek koltuğunu bir şekilde muhafaza etmeyi beceren öyle hünerli(!) kişilik(!)ler var ki. Türkiye’nin temel problemlerindendir bu; gerek bürokraside gerek siyasette “gelen ağam, giden paşam”cılara prim verilmesidir.. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali, koltuğunu korumak istiyorsan demek ki doğru söylemeyeceksin. Hukuk ve kuraldan bahsetmeyeceksin. Olumsuzlukları ve olasılıkları anlatmayacaksın. En büyük hatamız, işimize ge lene veya içimizden geçeni söyleyene inanmak olduğu için yanlış kişilerin peşinde sürüklenmemiz. Kulağımızı sadece bir kişiye uzatmamız; sahaya inmememiz, olup bitene bakmamamız, gerçeği araştırmamız. Kolaycılıktır bu aslında. Ama büyük hatadır. Liyakati siler. İnsanı kör eder. Bakınız çevrenize İbni Haldun; bir toplumun çöküşünün sebepleri olarak bizim hep yaşadığımız ve veryansın ettiğimiz acı gerçekleri o zaman dökmüş Mukaddime isimli eserine. Riyakârlık ve yalanla soslanan bir liyakatsizlik ortamında... Ne mümkün ki aydınlığa çıkmak, doğruları görmek, işi bilenin yanında durmak? Uğur Mumcu boşuna dememiş: “Haklıdan değil de güçlüden yana olanlar, korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe döner, sonunda fırıldak olurlar” diye. Fırıldakların ve kaypakların “liyakatli” sanıldıkları bir toplumda, bir şeyleri düzeltebilmenin zerre kadar ihtimali var mıdır? 2019 YKS sonuçları ve eğitimi yeniden düşünmek TYT’ de sınavı geçerli olan 2 milyon 390 bin 188 adayın testlerdeki netleri tablodaki gibidir. Alan Yeterlilik Testi’nde (AYT) sınavı geçerli kabul edilen 1 milyon 880 bin 711 adayın ortalama net sayıları ise tablodaki gibidir. Prof. Dr. Kemal Kocabaş Türkiye, siyasal iktidarın akıl ve bilimdışı eğitim politikaları nedeniyle eğitimde dibe vuran sonuçlar almaya devam ediyor. PISA2015 uluslararası sınavda fen, matematik ve anadilini kullanmada OECD ülkeleri arasında sonlarda; yerli PISA olarak adlandırılan ABİDE216 ve 2018 sınavları da benzer sonuçlar verdi. Geçen haftalarda basına yansıyan Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları olabilecek en olumsuz sınav sonuçları olarak karşımıza çıktı. Tüm bu sınav sonuçları eğitimdeki nitelik kaybını somut olarak gösterirken Milli Eğitim Bakanı’ndan sonuçlara yönelik bir değerlendirme henüz basına yansımadı. Çok sayıda projeyi (!) gösterişli toplantılarla kamuoyuna açıklayan bakanın sonuçlarla ilgili açıklaması, özellikle laikdemokratik bilimsel eğitimle ilgili değerlendirmeleri merakla bekleniyor. Tüm bu sınav sonuçları üzerinden üniversitelerin, özellikle eğitim fakültelerinden de bir ses çıkmıyor. Ama bu sonuçlar üzerinde ülkenin tüm demokratik dinamik güçleri eğitimi yeniden düşünerek geleceğe yönelik projeksiyon geliştirmeleri acil bir görev olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı (YKS) Temel Yeterlilik Testi (TYT) ve Alan Yeterlilik Testi (AYT) adıyla iki basamakta yapılıyor. TYT’de sınavı geçerli olan 2 milyon 390 bin 188 adayın testlerdeki netleri tablodaki gibidir. Türkçede 40 soruda ortalama net yanıt 14.6, temel matematikte 40 soruda doğru yanıt ortalaması ise 5.6 ve 20 soru sorulan sosyal bilimler ve fen bilimlerinde doğru yanıtlanan soru ortalamaları sırayla 6.6 ve 2.2... Nitelik kaybı ve sebepleri TTY’de 15 bin öğrencinin puanı yarım net bile yapamadıkları için açıklanmadı. Yine ilk oturumda 15 net doğru yanıt veremediği için 628 bin 796 öğrenci puan barajı altında kaldı ve AYT’ye giremedi. 2018YKS’de AYT’ye giremeyen öğrenci sayısı 511 bindi. Sonuçlar, PISA2015, ABİDE ve YGS sınav sonuçlarını doğruluyor, eğitim sistemindeki nitelik kaybı artarak devam ediyordu. Nitelik kaybı, okulların işlevselliğini yitirdiğini, okulların öğrencilere vermesi gereken becerileri veremediğini ve çok az sayıda öğrencinin nitelikli eğitim aldığını ifade ediyor. Tabloda görüldüğü gibi dört alanda da yüzde ellilik başarı ortalaması yakalanamamış. Geçen yıl (2018’de) TYT’de 400 ve üstü puan alanların oranı yüzde 2.5 iken bu oran bu yıl 2.25’ te kalmış. Geçen yıl yüzde 27.38, 300 ve üstü puan almış. Bu oran bu yıl yüzde 25.84’e düşmüş. Hem 400 puan ve üstü hem de 300 puan ve üstü puan alanlarında ciddi bir başarı düşmesi görülmektedir. Sistemin aynası Alan Yeterlilik Testinde (AYT) sınavı geçerli kabul edilen 1 milyon 880 bin 711 adayın ortalama net sayıları ise tablodaki gibidir. Bu testlerde en başarısız alanlar fizik ve kimya oldu. Adaylar her iki alanda da soruların sadece yüzde yedisini doğru işaretlemiş. Tabloda görüldüğü gibi testlerin hiçbirinde yüzde ellilik başarı yakalanmamış. Sonuçlar gösteriyor ki YKS sınavı bir lise bitirme sınavı olsaydı öğrencilerin büyük bir çoğunluğu liseyi bitiremeyecekti. Okullarımızın sadece yüzde 2.5’i amacına ulaşmış oluyor. Yüzde 25.8 civarındaki öğrenci de ortalama civarı bir başarı gösteriyor. Bu da okullarımızın yüzde 75’inin bir lise ve meslek lisesinden beklenen beceri ve başarıyı sağlayamadığını ortaya koymaktadır. Okullarımızın yüzde 98’i de ideal düzeyde değil. Sistemin aynası olan bu sınav sonuçlarının üniversitedeki eğitimin niteliğini de etkileyeceği çok açık. MEB ve YÖK sınav sonuçları ile mutlaka yüzleşerek eğitimin nitelik kaybını önleyecek adımlar atmalıdır. Okullar dökülüyor YKS2019 verileri eğitim sistemimizin ve okullarımızın döküldüğünü gösteriyor. Tüm bu sonuçlar karşısında ne yapacağız? Temel sorun bu sorunun yanıtını aramak. Eğitim sisteminin tüm bileşenlerinin ortak aklıyla eğitim sistemini yeniden yapılandırmalıyız. Okulöncesinden yükseköğretime bir eğitim reformunun altyapısını tartışmalıyız, düşünmeliyiz. Bunu yaparken nitelikli öğretmen yetiştirmeyi öne çıkarmalıyız. Eğitimde adaleti, eşitliği, zorunlu 46 yaş okulöncesi eğitimi okul sisteminin içine katmalıyız. Mesleki ve teknik eğitimi nitelikli kılmanın yollarını üretmeliyiz. Laik, demokratik bilimsel eğitimi temel almalıyız. Eğitime bir insan hakkı olarak bakan temel evrensel anlayışı öne çıkarmalıyız. Sonuçlar, eğitim sisteminde fen, matematik, sosyal bilimler eğitiminin iflas ettiğini, verilemediğine işaret ediyor. Eğitimde dini ve bilimdışı anlayışlardan acilen vazgeçerek fen, sosyal bilimler, matematik, felsefe ve güzel sanatlar ağırlıklı evrensel eğitime dönüş yapmalıyız. Sonuçlar bunu söylüyor. Eğitim tarihimizin sayfalarında onurlaişleemekle yer alan Köy Enstitülerini tekrar hatırlamalıyız.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear