22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
HABER EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: İLKNUR FİLİZ 95 ARALIK 2019 PERŞEMBE Davutoğlu’nun partisinde siyasete atılma kararı alan Nihal Olçok’tan ilk röportaj ‘Derdim hakkaniyet’ 15Temmuz FETÖ kalkışmasında hayatını yitiren Erol Olçok, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a en yakın partililerdendi. Eşi Nihal Olçok, Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı partinin kurucular kurulunda siyasete atılma kararı aldı. İlk röportajını Cumhuriyet’e veren Nihal Olçok ile yeni başlayacak siyaset serüvenini, geçen hafta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya karşı Twitter’dan yaptığı “Adil Öksüz” çıkışını ve dava süreçlerini konuştuk. n Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yeni kuracağı partinin kurucular kuruluna girdiniz. Oysa AKP’den seçilme olasılığınız daha güçlü olabilirdi, eşiniz Erdoğan’ın en yakın yol arkadaşlarından biriydi. Öyleyse niye AKP değil de, Davutoğlu’nun partisi? Gerçekten hâlâ insanlığını koruyabilen bir adam olduğuna inanıyorum. Çünkü 15 Temmuz gecesi başta olmak üzere eşiyle birlikte 4 kez üst üste evime taziyeye geldi. Sonra hep iletişim kurmaya çalıştı benimle. Varlığını hissettirdi. Bu insani bir şeydir. Ben Ahmet Davutoğlu’nun insanlığını kaybetmemiş biri olduğuna inandım. Ama bunu sözüyle değil, davranışıyla, yaşayarak gördüm. ‘Allah onu değiştirmesin’ n Partinin kuruluş çalışmaları epey zamandır devam ediyor. Teklif yeni mi geldi? Yeni. Cuma günü Abant’a toplantıya gittim. Öncesinde iki kez toplu yemeğine katılmıştım. Orada da bazı detayları paylaşmıştı. Parti konusunda hiçbir zaman bire bir diyaloğumuz olmamıştı. Ama hissedilen bir şey vardı. Hatta ben o zaman, “Anladığım kadarıyla bir gebelik söz konusu” demiştim. “Biz de üç şey için dua edelim. Vakti saatinde doğsun, erken doğum olmasın, engelli doğmasın. Ve tek cinsiyetli doğsun.” Bu kadar uçta insanın aynı masanın etrafında buluşmaları çok güzel. Davutoğlu numara yapan bir insan değil. Onun için en büyük duam, Allah onu değiştirmesin... n Nasıl ikna oldunuz, siyasette hedefiniz? Bunlar o kadar hazır olmadığım sorular ki... Siyasetle ilgili vizyonum ne olacak, misyonum ne olacak? Ben 3 yıl içinde şunu gördüm İpek. Bazı şeylere ne kadar yakınlaşmak ve öğrenmek istiyorsan, fiili olarak da o kadar yakın olman lazım. Dolayısıyla dışarıdan sana verilmiş bilgiler tatmin edici olmayabiliyor. Benim burada yani bu siyasette yapmak istediğim tek şey, hakkın ve hakkaniyetin peşinde koşmak. Başta FETÖ ve FETÖ minvalleri, FETÖ zihniyetli yapılarla kavgamın ve savaşımın devam etmesi. Çünkü artık Türkiye’nin kaybedecek 251 kişisi yok! Bu kadar insana, vefaya, sevgiye ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde ben artık 10 sene, 20 sene sonra böyle bir şey olsun istemiyorum. n Tekerrür mü eder sizce? Niye etmesin ki? Bu zihniyetle mücadele etmediğimiz taktirde, sen eğitip aklı selim ve feraset sahibi haline getirmediğin müddetçe insanlar hep bir şeylerin arkasından gidecek. Önemli olan insanı bir dünya haline getirmek. n Yoksa FETÖ olmaz METÖ’ye gider mi diyorsunuz? Tabii. n FETÖ ile mücadelenin yeterince yapılmadığını mı düşünüyorsunuz? Evet, öyle düşünüyorum. Geçen akşam mesela o kadar ağladım ki, duramadım. Süleyman Soylu’nun Adil Öksüz ile ilgili sözlerine binaen çığlık atmak istedim. ‘Yeşil’e de aynı muamele’ n Neden çığlık atmak istediniz? Yani İçişleri Bakanı, “Yerini biliyoruz” dedi. Burada sizi üzen nedir? Yerini biliyorsan o zaman getir. Bakın, bilinmezlik, kaygı insanı en çabuk öldürecek şeydir. Neden bu insanları sürekli bilinmezlik ve merak içine sürüklüyorsunuz ki? Böyle bir şey varsa yerini biliyorsanız getirin. Yıllarca Yeşil’e aynı muameleyi yaptınız. Nerede Yeşil? Yeşil üzerinden yıllarca yazılar yazdınız, haberler yaptınız, günlerce programlar yapıldı. Şimdi böyle bir Adil Öksüz mü üretiliyor? İşte bütün bunları ben bilmek istiyorum. Yer olarak bilmek istiyorum. Benim sorumlu olduğum 251 aile var. Benim merak ettiğim kadar onlar da merak ediyor. Bunun üzerinden neden politika üretiyorsun? Bu yaşanmış bir acı. Bununla ilgili hiçbir şey yapamıyorsan eğer, elin kolun bağlıysa, o zaman sükut. Lütfen! Eğer bununla ilgili bir politika üretiyorsan hâlâ, o zaman onun da gereğini yap. Dolayısıyla sen bir şey yaparken benim elimin kolumun bağlı kalmasını hiç kimse bekleyemez. Vedat ArIK SPONSOR istemem “Sayın Davutoğlu’yla konuşurken en başta söyledim. Siyaset çok maliyetli bir şey. Benim öyle bir param yok, bunu bilin. Ayrıca bu yolculukta kendime finansör, sponsor bulmak gibi bir niyetim de yok. Türkiye’de özgür ve ahlaklı siyaset yapamamanın altında yatan temel nedenlerden biri olarak görüyorum bunu. Kişi siyaset için yola çıkıyor ama seçim süreci, geziler vs. o kadar maliyetli ki, ister istemez finansal destek alıyorsunuz bir yerlerden. Sonra bu destek aldıklarınız siz bir şey olduğunuzda yanınıza geliyor, hadi hesap görelim diyor. Göbek bağıyla bağlanıyorlar. Bir müddet sonra siyaset kontrolden çıkıyor. Benden bunu beklemeyin dedim. Benim iki misyonum var: Biri yaşadığım müddetçe FETÖ zihniyetiyle mücadele etmek, diğeri de hakkaniyetin peşinde koşmak...” ‘FİLLER TEPİŞİYOR, ÇİMENLER EZİLİYOR’ n FETÖ borsası olduğuna inanıyor musunuz? İnanıyorum tabii... n Nasıl işliyor? Borsa dediğin şey neyle yönetilir? Güçle, parayla. Ekonomik bir şeydir o. Nihayetinde güçlü olanlar bu işten sıyırır, güçsüz olanlar da her zaman işte... Çok güzel. Filler tepişir, çimenler ezilir. Şimdi de olan o. Yani içeride kallavi bir adam kalmadı. Tayyip Bey diyor ya, ibadet, ticaret ve ihanet. Yani bu işin ibadet kısmı içeride, gerçekten kandırılanlar ve aldatılanlar, hâlâ bu içeride olanlar kendilerini çok kutsal ve seçilmiş olarak görüyorlar ne yazık ki. Bir de o tarafı var. Ve küçük ticaretçiler kaldı. İhanet kısmı zaten Türkiye’de değil. Türkiye’de olanlar da kendilerini kamufle ettiler. Sanıkların nasıl değiştiğini gördük n Cesaretini şehit annesi, şehit eşi olmaktan alıyor diye düşünenler var.. Öyle diyorlarsa çok yazık. Onlar benim en kıymetlilerim, ama hiçbir zaman ölüden beslenecek kadar ölü olmadım. n Tepkiler çok üzüyor mu sizi? Belki bana karşı insanlar var, saygıyla karşılıyorum. Twitter’a yazacak yüreği buluyorsan tepkileri karşılayacak yüreğin de olması lazım. n En çok kızdığınız? Yalnız bırakılmamıza... Orası bir doktora niteliğindeydi halbuki... Bendeki notlar eminim çok az insanda var. Ben davaları not aldım. Sanıkların bir önceki davada duruşu, tavrı, giydiği kıyafet, saçının şekli, sakalı... Gözümüzün önünde değişti onlar, imaj yaptılar... n Ne yönde değiştiler? Ses tonları, vurguları her gün değişti. Güçlenerek değiştiler. Bak İpek, biz şunu duyduk: Hâkim Bey diyor ki, “Oğlum sela okunuyor, insanlar sivil, ellerinde hiçbir şey yok, sen nasıl sıktın”.... Zaten sıktığını kabul etmiyor da, “Ben Arapça bilmiyorum, ne dediğini anlamadım” diyor. Aklımızla dalga geçiyorlar. Sinirlerimizle oynandı, gururumuzla oynandı, acımız üzerinde tepinildi. Biz yalnızdık, ben yalnızdım. Oralardan gecenin 12’sinde yapayalnız çok çıktım. n Sanıkları güçlendiren neydi? Birincisi aileleri. Hiç vazgeçmediler. O mahkeme salonları hıncahınç doluydu. Yalnız değillerdi. Mesela bana çok az insan eşlik etmiştir. Ben onlara baktıkça anneliği bir daha öğrendim. Çünkü anne, evladı katil bile olsa vazgeçmiyor. Ya insanlar benden nasıl vazgeçmemi beklerler? Ve Abdullah... Bunların vurulmalarını Kurtlar Vadisi gibi sandım. Öyle değilmiş, evladımın fotoğrafı var benim telefonumda. n O fotoğrafta oğlunuz yerde vurulmuş halde yatıyor. Bakmak ne zordur... Bakmıyorum ki. Sadece insanlara bazen anlatmakta güçlük çekiyorum. O yüzden tutuyorum telefonumda... Yoksa kolay mı? ‘ONLAR AKILLI ÇOCUKLAR, ANLAYACAKLAR!’ n Süleyman Soylu ile ilgili çıkışınızdan sonra sizi arayan oldu mu? Yok. Bak bugüne kadar beni gerçekten kimse aramadı. Allah razı olsun. Bu konuda asla bir şey diyemem, uyarı da almadım. Bir şey söylemedim ki. Yani siz haber yaptınız, onları aldım retweet’ledim. O yoruma tespit kattım. n Tweet’leriniz için “Vay be ne cesur kadın” diyorlar. Korkmuyor musunuz gerçekten? Ya benim evladım kurşuna yürüdü, siz deli misiniz? Erol Olçok, görüntülerde var, gidiyor askerle bire bir konuşuyor ya. Eliyle itiyor askeri, ben ilk görüntüleri izledim. Ben nasıl korkarım, niye korkayım? Bir tane canım kaldı... n İki evladınız daha var... İki de evladım var. Onlar yetişkinler, bağımsızlar. Biz birlikte de değiliz. Onlar da yok yanımda. Yani benim tehdit unsu rum kalmadı. Kaybedecek bir şeyin olursa korkarsın. Bir canım var, vallahi ondan da korkmuyorum. Ve bunu yapabilecek olana da şimdiden hakkımı da helal ediyorum. Ölüme bu kadar açık biriyim ben. n Peki Emir ve Şamil size hiç “Anne yeter” demiyor mu? Bir defa dediler. Ya soyadını değiştir, ya tweet atmayı bırak, ya babamla boşandığınızı açıkla dediler. Ben de tweet’te yazdım, 2013 yılında resmi olarak boşandığımızı. Ama bu öyle bir boşanmaydı ki çocuklarımın bile haberi yoktu, sen düşün nasıl bir boşanma olduğunu. Abdullah bilmeden gitti belki de... n Davutoğlu’nun partisine katıldığınızı Emir ve Şamil ile paylaştınız mı? Yok bilmiyorlar. Birkaç defa telefonda sizinle görüşmek istiyorum falan dedim ama nasip olmadı. n Bir kopukluk mu var? E tabii. n Sizin duruşunuzdan kaynaklı mı? Onlar daha küçükler. Bir gün beni anlarlar. İyi ki vazgeçmemişsin anne diyecekler. Çünkü benim evlatlarım onlar. n Bu duruma üzülüyor musunuz? Üzülmem mi? Olsun, aynı evde değilim ama aynı şehirdeyim. Geçen sabaha karşı bir deprem oldu, saat 04.30 falandı, ben merdivenlerden koşarak aşağıya indim, çünkü kafada hani çocuklar evde, son merdivene geldiğimde merdivene oturdum, yoklar ki dedim. Ama sonra arabaya bindim, oturdukları sitenin önüne gittim. Onlar okula gidene kadar orada bekledim. Böyle bir şeydir anne olmak. n Günün birinde yaptığınız mücadeleyi anlayacaklar diye düşünüyorsunuz… Onlar çok zeki çocuklar, çok akıllı çocuklar. Bilinç arttıkça linç azalacak... Yurttaşların çevre kıyımına karşı duyarlılığını yükselttiği anda sonuç alınabileceğini gösteren günlerdeyiz. Halen faaliyette bulunan 15 termik santralın baca filtresi takma zorunluluğunu 2.5 yıl daha uzatan düzenleme AKP’nin oylarıyla TBMM’den geçti, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın vetosuyla yasadan çıkarıldı. İktidar torba yasayı alışkanlık haline getirdi. Trafik cezalarına aftan çayırları imara açmaya kadar birbiriyle ilgisiz onlarca düzenlemeyi torbaya koyup Meclis’e gönderiyor. Bir haftada yasalaşıp çıkıyor. 21 Kasım’da yasalaşan son torbanın 50’nci maddesi 7 yıl önce yürürlüğe giren, “Kesinlikle uzamayacak, 2019 sonunda tüm santrallar filtre takacak” maddesini uzatmaya ilişkindi. O gün AKP ve MHP’lilerin oylarıyla kabul edildi. Ancak muhalefetin eleştirilerine kamuoyunun tepkisi eklenince Saray veto etti. Erdoğan buna ilişkin soruya, “Bir tarafta sermaye bir tarafta halkın sağlığı” diye başlayarak yanıt verdi. Veto elbette olumlu ama bunu anlatırken bile halkın sağlığı ile sermayeyi tarttığını söylüyor. Demek ki daha önce sermaye ağır bastı, sonra “halkı kırmayalım” dedi. Halkın sağlığından daha önemli ne olabilir ki? AKP’li milletvekillerinin evet dedikleri yasa veto edilince sevinmesine, “akıllarını kiraya vermek” eleştirisi yerinde ama insan “olmayan şey nasıl kiraya verilir” demeden de edemiyor. HHH Çevre bilincinin örgütlü mücadeleyle birleşince sonuç alınabileceğine ilişkin önemli bir örnek Kaz Dağları’ydı. Dünyanın en zengin oksijen kaynakları arasında yer alan Kaz Dağları’nda altın arama ruhsatı alan, her şeyiyle Türkiye’ye ve doğaya yabancı firma 45 bin ağaç keseceğini bildirmişti. Ne var ki, daha ilk aşamada kesilen ağaç sayısı 195 bin oldu. 26 Temmuz’da Çanakkale Belediyesi’nin başlattığı “Su ve Vicdan Nöbeti” büyük karşılık buldu. Nöbet giderek büyüdü. 18 Ağustos’ta Fazıl Say’ın piyanosu Kaz Dağları’nda yankılandı. Say, bestelediği Kaz Dağları Marşı’nı ilk kez orada çaldı. O marşa söz gerek... İktidar yerel halkı da içine alan bu tepkiye kayıtsız kalamadı, 18 Ekim’de maden şirketinin ruhsatını uzatmadı, ardından durdurdu. Halen Aydın’da da ciddi bir çevre mücadelesi veriliyor. Zeytin ve incire göndermeyle “dağlarından yağ, ovalarından bal akar” diye tanımlanan Aydın yöresinde geçen yaz 64 jeotermal kaynak arama ruhsatı, 7 de jeotermal işletme ruhsatı verildi. Bu yörede yaşamak değil, birkaç gün geçirip böyle bir ruhsat verene, “Bu nasıl ruhsat!” diye çıkışmak gerek... Yöre köylüleri geçen gün tepkilerini, “mekânın sahibi geldi” pankartıyla gösterdiler. Bilinç yükseltilirse, linç azalacak... HHH 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü de selamlayarak, iktidarın halkın yararına işleri nasıl ötelediğine ilişkin bir örnek daha verelim. AKP 2005 yılında çıkardığı yasa ile engellilere şu sözü verdi: “2012 yılına dek, tüm kamu binalarını engellilerin de yararlanabileceği şekilde düzenleyeceğim. Engellilerin engelsiz hizmet alımını sağlayacağım...” 5 milyon civarındaki engelliyi sevindiren bu yasa 2012 yılı yaklaşırken, “sadece bir defaya mahsus” 3 yıl ertelendi. 2015’te söz, her şey tamam! 2015 yaklaşırken “son bir kez daha” 3 yıl ertelendi, 2018’e... 2018 yaklaşırken “en son kez” 2 yıl daha 2020’ye erteledi. Önümüz 2020, bakalım “son kez” ne yapacaklar! Engellilere yardım elbette önemli. Engellinin yanı sıra ona bakan ailenin saymakla bitmez sorunları çıkıyor. Ancak asıl olan engellilerin toplumsal yaşama katılabilmesi. Sözünü ettiğimiz, sürekli ertelenen yasa bunun başlıca yollarından biriydi... Görünen o ki, engellilerin önündeki en büyük engel, iktidarın onlara bakış açısı: Ailelerine bakım yardımı yapalım, desteklerini alalım! ‘BAĞIŞLARINI GERİ ÇEKSİNLER’ n CHP, darbe girişiminin ardından başlatılan 15 Temmuz Dayanışma Kampanyası çerçevesinde şehit yakınları ve gaziler için toplanan bağışların akıbetine ilişkin Meclis’e araştırma önergesi verdi. Nedir orada durum? Orada bir vakıf kurulmuş. Vakıf diyor ki, şehit çocuklarına eğitim, burs vs. Abdullah’ın çocuğu yok, benim gibi çocuğu evli olmayan bir dolu şehit yakını var. Gencecik kadınlar var, ne yapacağız? Böyle olmaz. Bu para niçin toplandı, şehit yakınları için. Ben açık açık buradan çağrı yapıyorum, bağışta bulunanlar bağışlarını geri alsınlar. Bize gelmedi o paralar. Dava açıp geri alabilirler paralarını...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear