23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 26 Ocak 2019 CUMARTESİ cengiz.yildirim@cumhuriyet.com.tr TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Etik konuşulmaz mı? Prof. Dr. Neyyire Yasemin YALIM İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Binali Yıldırım, görevinden istifa etmeme kararının gerekçesini açıklarken “Hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz. Hukuk devletinde hukuk konuşulur” dedi. Uzun yıllardır etik konusunda çalışan bir bilim insanı olarak sayın adayın bu sözlerine ilişkin görüşümü açıklamayı etik bir sorumluluk olarak kabul ederek bu yazıyı kaleme alıyorum.  Uygulamalı etik alanında akademik çalışma yapmaya ya da bir etik kurulda göreve başlayan, etik bilgisi ile ilk kez karşılaşan herkesin ilk sorusu şudur: “Hocam, eğer bir konunun hukuksal bir düzenlemesi varsa ya da konu yargıya yansımışsa, o konuda etik değerlendirme yapılabilir mi?” Bu sorunun tek bir yanıtı vardır: “Evet, yapılabilir ve hatta mutlaka yapılmalıdır.” Etiğin olmadığı yerde hukuk Etik, insan aklının bir özelliği olan “iyikötü” ve “doğruyanlış” kavrayışını inceler. Bu inceleme bizi değer bilgisine götürür. İnsan değerlerini üç kümede toplamak mümkündür. Bunlardan ilki; HUKUK gibi insan olmazsa varolamayacak insan ürünleridir. İkincisi ilişki değerleri adı verilen ve insanlararası ilişkinin varlığında ortaya çıkan değerlerdir. Bunlar arasında adalet ve dayanışma sayılabilir. Üçüncü değer kümesi, dürüstlük ve cesaret gibi kişi değerleri denilen ve bireyde örneklenen değerlerdir. Bu çerçevede baktığımızda, insandaki iyi ve kötü, doğru ve yanlış kavrayışının özünü bilmeden hukukun varolama Bir toplumda insanlar, temel insani özellikleri olan akıllarını kullanmayı ihmal ettiklerinde, özellikle de bu özensizliği değerler alanında gösterdiklerinde, o toplumda hukuk araçsallaşır. Unutulmasın ki, ahlaklı olmak için kahraman olmak gereken bir toplum kötü bir toplumdur. Binali Yıldırım yacağını görürüz. O halde doğru cümle “Etiğin olmadığı yerde hukuk konuşulamaz” olmalıdır. Günümüzde hem etik, hem ahlak hem de hukuk, rüştünü ispat etmiş birer olgu olduklarına göre bu ilişkiye tarihsel açıdan bakmak anlamsız mı? Yanıt “hayır”. Kimi toplumlar ahlaken daha ileri aşamalara doğru yönelip gelişmelerini hukuklarına da yansıtırken, kimileri geride kalıyor; hatta bazıları gerileyebiliyorlar. Örneğin, hukukunda köleliği düzenlemiş bir toplum, bunu bünyesinden çıkartabiliyor ve tüm insanların insan olarak doğmakla eşit haklara sahip olduğu düşüncesini temel alan bir hukuka geçebiliyor. Bir başka toplum, cezanın intikam değil eğitim aracı olduğu bir hukuktan, zina edeni taşlayarak öldürme biçiminde yaptırımları olan daha ilkel bir hukuk düzenine geçebiliyor. Bazı toplumlar da idam cezasının etik değerlendirmesini yapmış olmalarına ve bu cezayı insanın değerini harcayan bir eylem olarak reddetmiş bulunmalarına karşın, geriye evrilmeyi ve hukuklarında bu cezaya yeniden yer vermeyi düşünebiliyor. Bu değişimi kavramayı sağlayan etik bilgisi ve etik değerlendirmedir. Bunlar olmadan hukukun evrimi anlaşılamaz. Etik değerlendirmenin işlevine de kısaca değinmek gerekir se; bir toplumda her eylem hukukun konusu olamaz. İki eli dolu birine kapıyı açık tutmak iyidir, ama bunu yasa nedeniyle değil, insan olduğumuz için biliriz. Bir toplumda ne kadar çok yasa varsa, o toplumun hukuksal temelinin o kadar zayıf olduğuna inanmak genel bir kanıdır. Çünkü yasa bolluğu o toplumda insanların ancak yasa tarafından bildirildiğinde doğruyu eğriyi bildiklerini gösterir. Hatta aynı toplumda insanların yakalanmadıkları sürece doğruyu eğriyi bilmeyi pek de umursamayabilecekleri öngörülebilir. Etiğin temel yaptırımı olan “utanma duygusu” böyle toplumlarda ya hiç görülmez ya da çok hastalıklı biçimlerde ortaya çıkar. Örneğin kişi yalan söylediğini bildiğinde çok utanmalıyken, söz konusu yalanın hukuken bir sorun yaratıp yaratmamasını utanmanın önüne koyar. Kendisinin de yalan olduğunu bildiği sözünün, yalan olmadığının kanıtını hukukun buna değinmemiş olmasına dayandırmaya çalışır. Bir toplumda insanlar, temel insani özellikleri olan akıllarını kullanmayı ihmal ettiklerinde, özellikle de bu özensizliği değerler alanında gösterdiklerinde, o toplumda hukuk araçsallaşır. Değer bilgisinin bilinçli olarak toplumdan esirgendiği ve etik eylemlerde bu lunan kişilere reva görülenlerle toplumun geri kalanının gözünün korkutulmaya çalışıldığı örnekleri saptamak zor değil. Unutulmasın ki, ahlaklı olmak için kahraman olmak gereken bir toplum, kötü bir toplumdur. Umutsuzluk ahlaksızlıktır Etik düşüncenin çoraklaştığı toplumları bekleyen nedir? Öncelikle bitmeyen bir haksızlığa uğramışlık duygusu ve bunun yarattığı öfke, toplumun içinde bulunduğu koşullarla açıklanamayacak ölçüde gergin hale gelmesi ve herkesi saran bir değersizlik yaşantısı. Çözüm ise kişisel yapıp etmelerden ve en yakın ilişkilerden başlayarak etik bilgisini yeniden yaşamımıza davet etmektir. Bu davetin ilk adımı UMUT’tur. Burada sözünü ettiğim umut, bir umutlu olma hali değildir. Her gün, her an, tıpkı tüm koşullara rağmen dürüst kalabilmek gibi, ya da tüm bedellere karşın cesur olabilmek gibi, umudu kendinde gerçekleştirmektir. Bir insan erdemi olarak umudu önce kendinde, sonra başkalarında inşa edebilmektir. Bu çaba bugün ülkemizde insanın değerini korumanın önemine inanan herkesin ödevidir. Ahmet İnam’dan esinlenerek vurgulayalım ki umutsuzluk ahlaksızlıktır. Eğitim sistemimiz ve öğrenciler Prof. Dr. Hüseyin ALKAN/ Emekli öğretim üyesi Çocuklarımız ara tatile girdi. Yani kısa bir süre için eğitime ara verildi. Bu aşamada, sürecin paydaşlarına söyleyeceklerim var. İlk sözüm öğrencilere. Sevgili öğrenciler, sizler sürecin en çok yorulanlarısınız. Sabah erken kalkarak, akşam geç saatlere kadar ödev yaparak yoruldunuz. Her ne kadar çoğu ödevi, “indir”, “kes yapıştır” yollu yapmış olsanız bile işiniz oldukça zordu. Okulda, öyle ya da böyle yönlendirmelere uydunuz ve görevinizi yerine getirdiniz. Eğitim sistemimizin en masum elemanları sizlersiniz. Çünkü siz, eğitilmek üzere sistemin bir parçası, hatta etkisiz elemanı oldunuz. Söylenenlere karşı çıkmadan, sorgulamadan işinizi yaptınız. Onun için sizler bu yapının masumlarısınız. Sevgili veliler. Bana göre dünyada, çocuklarının eğitimine en çok önem veren aileler sizlersiniz. Tüm varlığınızı çocuklarınıza harcadınız. Dershanelerden, etüt merkezlerinden ve özel öğretmenlerden yardım almak için ekmek paranızı kullandınız. Çocuklarınızı özel okullara gönderdiniz. Bunun için dostlarınızdan borç ve bankalardan kredi bile aldınız. Özetle, bu yönüyle, gereğini yaptınız. Siyasilere teslim oldunuz Buna karşılık iki konuda hatalıydınız. Bunlardan ilki, kendi çocuklarınız için düzenlenen eğitime sahip çıkmamanızdır. Bu konuda sorumluluk almak yerine, sorgusuz sualsiz, siyasilere teslim oldunuz. Onlar da, gerekli olanı değil, kendi çıkarlarını düşünerek düzenlemeler yaptılar. Sessiz kalışınızdan cesaret aldılar ve size değil kendilerine uygun sistemi oluşturdular. Buna karşılık kendi çocuklarını sistemin dışına taşıdılar, başka okullara yönlendirdiler. Buna ses çıkarmayarak, yanlış yaptınız. Yanıldığınız diğer alan, çocuklarınıza verilen şişirme notlar oldu. Bu notların gerçek olmadığını bile bile sesinizi çıkarmadınız. Okullar, sessizliğini Gerçekte eğitim, gençleri yaşama hazırlamayı amaçlar. Her alanda yarışabilecek bireyler yetiştirmeyi üstlenir. Eğitim, bireysel çıkarların da çok üstündedir. Eğer tersi düşünülürse, bireysel ya da siyasi çıkarlar sisteme egemen olur. İşte sizler, ülkemizde eğitimi siyasete kurban ederek yanlış yaptınız. Sorumlusunuz. Sayın yetkililer, ezberleme dayatmaları ile fen derslerini öcü kıldınız. Sonuç ortada, hatalısınız. zi olumlu sayarak çocuklarınızın notlarını daha da abarttılar. Hiç yapılmayan resim, müzik, beden eğitimi derslerinden çocuklarınıza tam not verdiler, gülüp geçtiniz. Not ortalamalarını 90’ın üzerine taşıdılar, siz yine ses çıkarmadınız. Bu şişirme notlar çocuklarınızı da yanılttı ve tembelliğe itti. Ama hepimiz biliyoruz ki bu notlar şişirmedir ve böyle olduğu uluslararası sınavlarla da (PISA, TIMMS) kanıtlanmıştır. Sizler bu durumu es geçtiniz. Yanlış yaptınız. Sevgili eğitimi yönlendirenler. Hepimiz biliriz ki dünyada sağın ya da solun, fiziği, matematiği, resmi, müziği diye bir tanım yoktur. Onun için dünyada eğitim siyaset üstü varsayılır. Yanlış yaptınız Gerçekte eğitim, gençleri yaşama hazırlamayı amaçlar. Her alanda yarışabilecek bireyler yetiştirmeyi üstlenir. Bu yapı içinde üçüncü kişilerin eğitime katkısı olabilir ama eğitimden doğrudan ya da dolaylı kazanımı söz konusu edilemez. Çünkü eğitim, bireysel çıkarların da çok üstündedir. Eğer tersi düşünülürse, bireysel ya da siyasi çıkarlar sisteme egemen olur. Sonuçta, kimi kesimler dışlanır ve eğitim hem uluslararası hem de ulusal olmaktan çıkar. İşte siz ler, ülkemizde eğitimi siyasete kurban ederek yanlış yaptınız. Sorumlusunuz. İnsanların iş alanında ulaştığı başarısı, ürettiği ürünle ölçülür. Okul düzeyinde yapılan “ölçme” de bu yönlü başarıyı hedefler. Başka bir deyişle okuldaki ölçme, bireylerin iş ortamında, başarılarının bir ön göstergesi sayılır. Eğitim süresince yapılacak doğru bir ölçme ile iş ortamında insanların “denizden çıkmış balığa” dönmeleri önlenir. Sizler, seçenekleri elemeyi öne çıkararak, ezberlemeyi yeğleyerek, tam tersini yaptınız. Sorumlusunuz. Okulların albenisi olan dersleri, ya programdan çıkararak ya da işlevsiz kılarak, öğrenciler arası arkadaşlığı yok ettiniz. Oysa bu kapsama giren, resim, müzik, beden eğitimi gibi dersler bir yandan öğrencilerin kendi aralarında kaynaşmalarını sağlamada öte yandan da alanda “yeteneği” olanları öne çıkarmada çok önemliydi. Bunu göremediniz. Dolayısıyla okulları, duvarlarla çevrili sıkıcı bir ortam konuma taşıdınız. Sonuçta çocuklarımızı, zararları ciddi ciddi tartışılan, teknolojik cihazlara mahkum ettiniz. Yazık ettiniz. “Fen” ve “sanatta” gelişmişlik çağdaş ülkelerin ana özelliklerindendir. Söz konusu ülkelerin zorunlu eğitim düzeyinde, sanat alanlı derslerde yeteneği olanlar sanatçı olarak, olamayanlar da en azından sanatsever olarak yetiştirilmektedir. Aynı ülkelerde, fen dersleri, bizdeki gibi korkulan değil tersine sevilen dersler durumundadır. Okul düzeyinde düzenlenen güncel laboratuvarlar ile oluşturulan, yaşayarak öğrenme ortamı bu derslerin sevilmesinde olumlu katkı sağlamıştır. Bizde ise tam tersine hareketle, var olan laboratuvarları da kaldırdınız. Ezberleme dayatmaları ile fen derslerini öcü kıldınız. Sonuç ortada, hatalısınız. Sorumluluk sizin Sayın yetkililer bu sıralananlar daha çok zorunlu eğitim düzeyi için geçerli önermelerdir. Ama doğrusu, üniversiteye de yansımaları vardır. Çünkü üniversiteye gelen öğrencilerin, gerekli ön öğrenme ve davranışları edinmiş olmaması, lisans eğitimini de eksik kılmaktadır. Yani amacına ulaşamamış zorunlu eğitim, iyi doktor, mühendis ve öğretmen yetişmesini de engellemektedir. Bu konuda da sorumlusunuz. Özetle, ne yandan bakılırsa bakılsın, sorumluluk sizin boynunuzda asılıdır. Bu yönüyle hiç masum sayılamazsınız. Sevgi ve saygılarımla. Susan aydınları tarih bağışlamayacaktır... Türk devrimine, Kurtuluş Savaşı kahramanlarına karşı çıkanlar geldikleri gibi gideceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ni ortaya çıkaran koşullar, parlamenter sistem, kuvvetler ayırımı, bağımsız yargı, laiklik geri gelecektir. EROL ERTUĞRUL Mitoloji herkesin ilgisini çeker. Çoğumuz Çine Çayı’nın öyküsünü, Defne’nin öyküsünü, Midas’ın Kulakları öyküsünü biliriz. Pergamonlu Asklepios antik çağlarda ünlü bir doktordur. Hastalarına giderken elinde taşıdığı yılanlı asası tıbbın simgesi olmuştur. Yaz kış demeden dere tepe dolaşır, hastalarını iyileştirmek için hastadan hastaya koşarmış. Asklepios hastalarını iyileştirmek için Athena’dan Medusa’nın ölümsüzlük veren kanını ister. Athena yeğeni olan Asklepios’a bu kanı verir. Ölümsüzlüğü yakalayan Asklepios bu kan ile tüm hastalarını iyileştirmeye başlar. Artık kimse ölmemektedir. Dünyanın dengesi bozulmuştur. Yeraltı ülkesinin baş tanrısı Hades ve tanrıların babası Zeus bu duruma çok kızar. Zeus Asklepios’a bir yıldırım yollar. Asklepios ölür ve elinde olan Medusa’nın ölümsüzlük kanı yere dökülür. Kanın döküldüğü yerde sarmısak çıkar. Mitoloji bir masal gibi gelse de gerçek yaşamda böyle olmuyor. Gılgamış’tan bu yana insanlar ölümsüzlüğü hep aramışlar ama bulan olmamış. Ölümsüzlüğü bulamasak bile akıl ile bilim ile insan yaşamını güzelleştirmek olasıdır. Kaynaklarımız satıldı Sorunlarımızı bir çırpıda çözmek olanağı yoktur ama, aklımızı kullanarak sorunlardan çıkış yolu bulunabilir. Ülkemiz kötü bir yıl geçirdi. Cumhuriyetten kalma ne kadar ekonomik kaynağımız varsa özelleştirme adı altında yabancılara satılmıştır. Üretim yapacak hiçbir fabrikamız kalmamıştır. Ülkemizin tarımı, hayvancılığı yok edilmiştir. En güzel kıyı kentlerimizde nükleer santral yapılacağı gerekçesi ile binlerce ağaç kesiliyor. Bay Erdoğan bunları yapanlar kendileri değilmiş gibi ağaç kesimini eleştiriyor. Ülkeyi yönetenler görülmemiş biçimde varsıllaşmışlardır. Soygunlar, rüşvetler ve yolsuzluklar gizlenemeyecek biçimde ortaya çıkmıştır. Tüm kurumlar Kurtuluş Savaşı’mıza ve Cumhuriyete karşı bir kadronun eline geçmiştir. Ulusal eğitim yok edilmiştir. Kara cahil ve dinci bir eğitim gelecek kuşaklara dayatılmaktadır. Her okula bir mescit yapılmaktadır. Bazı okullarımızda tarikat hocaları eğitim vermektedir. Bir milyon öğrenci tarikatların elindedir. Kızlarla erkeklerin ayrı ayrı eğitim görmelerinin yolları aranmaktadır. Tüm okullarımız imam hatip okullarına çevrilmektedir. Diyanet İşleri Başkanı “Kuran okumayan çocuklar şeytana teslim olur” diyor. Tam bir İslami faşizm vardır. Ülkemiz tek adama teslim edilmiştir. Parlamenter sistem yok edilmiştir. Demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu olan kuvvetler ayırımı yoktur. Laiklik artık kâğıt üstünde kalmıştır. Yargı bağımsızlığı yoktur. Yönetimi eleştirenler, yargıya hedef gösteriliyor. Savunmasını yaptığı için cezaevine konulan avukatlar, hakkını aradığı için cezaevine giren işçiler, haber yaptığı için cezaevine konulan gazeteciler korkunun kaynağıdır. Güzel yurdumuz yeni yıla korku ile girdi. Gerçekleri yazan, anlatan gazetecilerden sonra, sanatçılar gece sabaha karşı evlerinden alınmakta, savcıların karşısına çıkarılmaktadır. Kimsenin güvencesi yok TBMM’de konuşan muhalefet milletvekilleri bir bakanı eleştirdiler diye yargıya emirler verilerek önce tazminat, sonra ceza davaları ile korkutulmaktadırlar. Devleti yönetenlerin açtıkları tazminat davalarında binlerce liralık tazminatlara hükmedilmektedir. Bu kararları veren yargıçlar yarın çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar. Yargı AKP’nin ve tek adamın istediği gibi karar verirse baş tacı, istenmeyen kararlar verdiğinde ise kötüdür. Yönetenler dışında hiç kimse geleceğinden emin değildir. Kimsenin güvencesi yoktur. Herkes korku içerisindedir. Yüz dolayında hukuk fakültesinden korkudan hiç ses çıkmamaktadır. Kurtuluş Savaşı’mızın kahramanı, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e saldırılar artık açık hale gelmiştir. Siyasal yönetimin gizli açık desteği ile bu saldırılar pervasızlaşıyor. Ve aydınlar susuyor. Tarih susan aydınları bağışlamayacaktır. Ülkenin esenliği için, gelecek kuşaklar için susmamak, yanlışlara korkmadan karşı çıkmak gerekmektedir. Nâzım’ın ünlü dizeleri “Sen yanmazsan, ben yanmazsam / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” unutulmamalıdır. Yılgınlığa ve korkuya yer yoktur. Hiçbir yönetim kalıcı değildir, olamaz. Bugünler de geçecek, aydınlığa, Türk devrimine, Kurtuluş Savaşı kahramanlarına karşı çıkanlar geldikleri gibi gideceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkiye Cumhuriyeti yapan koşullar, parlamenter sistem, kuvvetler ayırımı, bağımsız yargı, laiklik geri gelecektir. Bu ülke bize dedelerimizden miras kalmadı, biz bu ülkeyi gelecek kuşaklardan borç aldık. Şimdi bu borcu yerine getirmek ve aldığımız gibi teslim etmek zorundayız. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear