14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 cengiz.yildirim@cumhuriyet.com.tr 11 OCAK 2019 CUMA TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yakınan değil, çalışan muhalefet güçlü olur Prof. Dr. Osman Coşkunoğlu (22. ve 23. Dönem Milletvekili/20022011) Bundan tam yüz yıl önce, Türkiye’nin durumu bugünküyle karşılaştırılamayacak kadar kötüydü. Buna karşın, Mustafa Kemal durumun ne kadar kötü olduğundan yakınarak veya ülkeyi yönetenlere olmayacak öneriler yaparak zaman kaybetmiyordu. Umutluydu, iddialıydı, kararlıydı, örgütçüydü ve adeta ütopik ama zekice düşünülmüş bir vizyon sahibiydi. Bugün ülkemizde bunların hiçbiri yok. Bir kurtarıcı bekleyen, umutsuz, sürekli olumsuzluklardan yakınan, olmayacak dilek ve öneriler geliştirmekle yetinen, dağınık, dolayısıyla güçsüz ve yetersiz bir toplumsal ve siyasi muhalefet var. 2019 yılında bu durum değişmelidir. Giderek artan toplumsal, ekonomik ve kültürel olumsuzluklara dikkat çekmek gerekli olabilir ama yeterli değil. Somut meselelerde, iktidarın tercihlerinden farklı görüşte olanların enerjisi güçlü ve yapıcı bir değişime odaklanabilmelidir. Kurtarıcı bir kahraman olmadan, iktidara rağmen bu değişim nasıl başarılabilir? “Eğer ülkeni kurtaracak bir lider beklemekteysen, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir” lafının yaygın olarak iddia edildiği gibi Atatürk’e ait olduğunu sanmıyorum. Fakat, Atatürk’ün düşünce yapısını yansıttığına inanıyorum. Örneğin, Gençliğe Hitabesi’nin içinde “kurtarıcı bir lider yaratın veya yakınarak bekleyin” tür bir düşünce ima bile edilmiyordu. Değişimi gerçekleştirebilecek sivil bir inisiyatif gereği vurgulanıyordu. Sivil ve demokratik inisiyatif için ise, sivil toplumdaki kolektif zekâya başvurmak gerekir. Kolektif Zekâ Bir mesele ile ilgili bireysel düşünce ve bilgi katkılarının toplamı, kaba bir gürültü veya monoton bir ses de oluşturabilir, anlamlı bir müzik de… Soyut, hatta totolojik temenniler de olabilir, somut ve çözüme yönelik eylemler de… Hepimizin bildiği, başarılı, önemli, topluma değer katmaya yönelik ve güncel bir kolektif zekâ ürünü, Wikipedia’dır. Somut ve sınırları belli bir meseleye, bir sorunun çözümüne yönelik adımlara odaklanmak gerekir. İngiliz düşünürü Geoff Mulgan, 1990’dan bu yana, kolektif zekânın işe yarar olmasının teorisi ve pratiği üzerine kitaplarıyla tanınır. 2017’de yayımlanan “Big Mind” (Büyük Zihin) başlıklı kitabında, çok sayıda başarılı ve başarısız kolektif zekâ uygulama örneklerini ve farklı disiplinlerde konuyla ilgili kuramları inceledikten sonra kolektif zekânın başarılı sonuçlar vermesi için, katılımcıların beş ilke etrafında organize olması gerektiğini ileri sürüyor. Bunlardan iki tanesini burada vurgulamak isterim (diğerleri için dipnotta verilen kaynaktaki özete bakınız). İki örnek Birincisi, doğru bir odaklanma olmalı. Birisine karşı veya birisini öven değil. Adalet, özgürlük, demokrasi, eğitim gibi son derecede önemli de olsa, genel veya soyut problem alanları da değil. Somut ve sınırları belli bir meseleye, bir sorunun çözümüne yönelik adımlara odaklanmak gerekir. İkincisi, varılan bir karara göre beraberce eyleme geçilebilmeli. Ortaya fikir ve öneri atmakla yetinilemeyeceğini yaşayarak görüyoruz. Belirlenen somut adımları, kısmen de olsa atmayı, katılımcı bir anlayışla kabullenmek gerekir. Birincisi, Cumhuriyet köşe yazarı Deniz Yıldırım’ın iki yazısından. İlk Kolektif zekânın oluşması için platformlar gerekli. Cumhuriyet gazetesi ikinci sayfası, bunlardan birisi olabilir. Totolojik öneriler, bildik dilekler ve olumsuzluklardan yakınma yazıları yerine, yaratıcı ve topluma değer katabilecek somut öneriler bu sayfaya gönderilecek yazılarla şekillenebilir. yazısında, bir topluma yön veren 4 iktidar olduğunu belirtiyor: iktisadi, siyasi, idari/bürokratik ve kültürel. Ülkemizde bunların hepsinin tek bir kişide toplandığını gösteriyor. İkinci yazısında ise, tekelleşmiş güç ve baskı ortamına karşın, muhalif dünya görüşünün yaygınlaşmasını sağlamanın, yani kültürel iktidarın ele geçirilmesinin mümkün olduğunu, tarihten örnekler vererek gösteriyor. Bugün, muhalefet kültürel iktidarı kaybettiyse, bu sadece baskı nedeniyle değil, yakınmaya ve eleştiriye odaklanması nedeniyledir: “Siyaset, sabahtan akşama Erdoğan’ı konuşmakla değil; halkın biriken sorunlarına kendi olanak ve kabiliyetlerimiz ekseninde sorun çözücü toplumsal müdahaleler yapmak[tır].” Sonunda, yerel nitelikte bazı somut meseleler ile ilgili katılımcı ve topluma değer katan eylem önerileri yapıyor: “Doktor bir gününü yoksul mahallelere ayırdığında; öğretmen, velisini ziyaret edip evindeki dertlere çare aradığında; gençler, sanatçılar okullara kütüphane kurmak için aydın birikimini seferber ettiğinde; Şikâyet yerine bir yerden başlasak, ne dersiniz?” İkinci örnek, dünyayı çalkalayan, 18. yüzyıldaki Sanayi Devrimi boyutunda ekonomik, toplumsal ve bireysel yaşamı kökten değiştirmekte olan teknolojik gelişmeler üzerine. Bu konularda her yıl ülkemizde çok sayıda etkin lik yapılıyor, raporlar yayımlanıyor. Tüm bu çabalar hükümet politikalarını biraz olsun etkilemiyor. Çağın teknolojik gelişmelerini yakalamak ve ülkemizin dijital dönüşümünü gerçekleştirmek için adımlar atmak gibi konular ülkemizdeki tek karar vericinin gündeminde değil. Bu arada çağı kaçırıyoruz. Oysa, konu üzerinde bilgili ve ilgili olanlar “kendi olanak ve kabiliyetleri ekseninde” sorun çözmeye yönelik müdahaleler gerçekleştirebilir. Örneğin, somut bir dijital Türkiye yol haritası hazırlanıp kamuoyuna sunlabilir. Örneğin, yaklaşan yerel seçimlerden önce, kentlerde dijital dönüşümün gündeme girmesi için yaratıcı kamuoyu oluşturma çabaları gerçekleştirilebilir. Bu konuda heyecanla katkı yapabilecek bilgili gençlerimiz olduğunu biliyorum. Sonuç Kolektif zekânın oluşması için platformlar gerekli. Cumhuriyet gazetesi ikinci sayfası, bunlardan birisi olabilir. Totolojik öneriler, bildik dilekler ve olumsuzluklardan yakınma yazıları yerine, yaratıcı ve topluma değer katabilecek somut öneriler bu sayfaya gönderilecek yazılarla şekillenebilir. Başka platformlar da çıkmalı ve çıkacaktır. Deniz Yıldırım’ın ikna edici yazısına ve dünyanın çeşitli yerlerindeki – hatta cılız da olsa, ülkemizdeki – başarılı sivil insiyatif çalışmalarına rağmen, topluma değer katarak muhalefet anlayışını ütopik görenler olabilir. Onlara üç yanıtım var. Birincisi, Oscar Wilde’nin sözü: “İçinde Ütopya olmayan bir harita bakmaya değmez.” İkincisi, Atatürkçülük, ona yas tutmak veya onun benzeri bir dehayı beklemek yerine, onun – özellikle 1919 yılındaki – kafasının, düşünce dünyasının içine girmektir. Üçüncüsü, Türkiye’nin şu anda tek bir ağızdan yazılan hikayesinden ve bunun sadece eleştirilmesinden bıkmış, heyecanla ve bilgiyle Türkiye’nin çağdaş hikayesini yazmaya ve gerçekleştirmeye istekli gençler olduğunu biliyorum. Özetle, 1919’dan tam yüz yıl sonra, 2019 yılında, umudu beklemek yerine, sivil toplum olarak kendi ellerimize alabilmeliyiz. İNANÇ VE KIRMIZI ÇİZGİ Fransa’da gerçekleştirilen eylemlerde, adaletsiz vergi düzeninin adilleştirilmesi isteniyor. UMUT ÖZKAN (Eğitimci yazar) Niçin? Neden bir inancı yüz yıllardır açıklamalarınla ya rencide ediyorsun ya da yok sayıyorsun? İnanç usullerini ben belirleyim, kaidelerini ben sınırlayım ya da kırmızı çizgi şudur diyorsun. İnsanlar neye inanırsa inansın saygı ilk şart değil mi? Ki bu inanç sevgiyi dostluğu kardeşliği kılavuzu yaptıysa ki bu inanç”yetmiş iki milleti bir görmeyen nazarımızda insan değildir” diye işe başlıyor ve “incinsende incitme” diyerek diyerek toplumsal yaşama bir ışık tutuyorsa , nesilden nesile kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen iki bin yıllık bir geçmişle milyonlarca insan ibadet yapıyor adı var “cem ,”ibadet hanesinin adı var “cem evi” bu inancın tüm özelliklerini bilmene rağmen.  Bu ibadet şunun karşısındadır. Bunun yerini dolduramaz gibi anlamsız, ötekileştirici bir söylemi bu toplumda göstere göstere neden tartışmaya açıyorsun? Bu inanç üzerine ciltler dolusu lisans, yüksek lisans, doktora tezleri var. Binlerce kitap var hepsi birden inanç ve ibadet birlikteliğine ortaya koyuyorlar. Bu toplumda herkes bulunduğu makamda konuşurken makamının hakkını vermeli. Toplum olarak eğitim seviyemiz düşük. Hem de oldukça, tarihe bak o benim gibi inanmıyor benim gibi düşünmüyor, benim etnik kökenimden değil ya da mezhebimden değil diye hangi olaylar olmuş, kaç canımızı kaybetmişiz? Bu inancın özelliklerini tek tek bu topluma anlatmayan dernekleri görevlerini yapmamış görüyorum. Hâlâ bu toplum senin “cemini” bilmiyorsa bunu açtığın yüzlerce derneğin eksiği olarak görürüm. Bu halk cem ibadetini bilse, tanısa, görse bu inancın hiçbir ibadetin karşısında olmadığını bilir. Soruyorum Diyanet Reisine, 1994 yılında bitirme tezi hazırlamak için gittiğim Ankara’nın Çubuk ilçesinde izlediğim, daha sonra birçok kere şahit olduğum cem ibadeti “Hak, Muhammed, Ali” diye başlıyor, “Allah Allah” diye bitiyor. Bu inanç hangi inancın karşısında olacak, hangi ibadetin, hangi mabedin yerini alacak? Hangi kırmızı çizgiymiş. Atalım artık şu kafalardaki önyargıları, kim, neye inanıyorsa saygı duyalım, inanmayana da... Yoksa nasıl bir oluruz, iri oluruz, diri oluruz... SARI YELEKLİLER M. ŞEHMUS GÜZEL Son haftalarda rüzgâr Fransa’da ve Fransa’dan esiyor. Sarı Yeleklilerin sarı yeleklerinden: Her şey yeniden sorgulanıyor. Adaletsiz, eşitsiz, dengesiz, paranın baş taçı edildiği, “zengin olmayı” bilmeyenlerin, çalıpçırpmayanların “aptal” yerine konulduğu düzen değiştirilmek isteniyor. Eşitliği, kardeşliği, hürriyeti soyut bir reklam sloganı gibi kullanmakta ve bu yolla kitleleri, kendi halklarını aldatmakta direnen, kendi toplumlarından kopuk siyasetçiler alaşağı edilmek isteniyor. Bu hareket içinde kadınların başrolde yer almaları da önemli. Kadın ve erkek eşitliğinin olmadığı, olmasının sürekli bir biçimde ertelendiği toplumda kadınlar bizzat yeniden işe el attılar. Direniş bayrağını onlar taşıyor. 1870’lerin devrimci Louise’lerinin yerinde şimdi İngrid’leri buluyoruz. Bu işin erkeklere, sadece erkeklere, bırakılacak yanı da yönü de kalmadı çünkü. Zenginlere ve çok zenginlere sürekli gülümseyen adaletsiz vergi düzeninin adilleştirilmesi isteniyor. Fransa’da hemen hemen her ihtilalde vergi adaletsizliğine başkaldırı belirleyici olmuştur. Bu kez de. Toplumu, devlet yapılanmasını, siyasi rejimleri ilgilendiren bütün ciddi meselelerin gündeme getirilmesi ve yeni bir “toplumsal antlaşmanın” yeni bir “toplumsal sözleşmenin” yurttaşlarla birikte, kadın ve gençler ve çocuklarla birlikte kotarılması isteniyor. Günümüzde yaşadıklarımız 20. yüzyılın başını anımsatıyor: Meksika’dan Ortadoğu’ya, Avrupalardan Uzak Doğuya uzanan devrimlerin, devinimlerin birbirini izlediği, rejimlerin değiştirildiği, impara Fransa’da yaşananlar son yıllarda Ukranya’da, Tayland’da, Gezi’de, Ermenistan’da... izlediklerimizin, yaşadıklarımızın Eyfel Kulesi’nden, Paris’teki ve küçük büyük taşra kentlerindeki zafer taklarından haykırılmasıdır. torlukların yıkıldığı, sınırların yeniden çizildiği bir zaman dilimine girdiğimizin işaretleri sanki. Fransa’da yaşananlar Eylemlerin birdenbire birçok kent ve kasabaya yayılmasında ve bütün ülkeyi baştan sona sarmalamasında teknolojik gelişmeler, iletişim araç ve gereçlerindeki yenilikler de önemli bir rol oynadı/oynuyor. Toplumsal ağlar sayesinde, anında gönderilebilen görüntüler her şeyin hemen anlaşılmasını sağlıyor. Haberler anında yayılıyor, iletişim anında kuruluyor ve iki saate olanlar oluyor: Beş bin kişi bir meydanda biraraya gelebiliyor. Meclis’e yürümek mi gerekiyor, hep birlikte yürünüyor. Bu bakımlardan Fransa’da yaşananlar son yıllarda Ukranya’da, Tayland’da, Gezi’de, Ermenistan’da... izlediklerimizin, yaşadıklarımızın Eyfel Kulesi’nden, Paris’teki ve küçük büyük taşra kentlerindeki zafer taklarından haykırılmasıdır. Bugün bir kez daha amaçlanan, yeni ve eski zafer taklarının altından muzaffer emekçilerin, bütün yurttaşların eşit, özgür ve kardeşce geçmesini sağlamaktır. Fransa’da ünlü caddede gösteri yapılması caddenin Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na iki adımlık mesafede olmasından: Sarı Yelekliler her şeyin karar vericisi cumhurbaşkanı ile bizzat görüşmek istiyorlar(dı). Alım gücünün azaltılmasıa yol açan vergi düzenlemesinin tek sorumlusu cumhurbaşkanını “Tanrı Dağı”ndan indirip tartışmak istiyorlar(dı). Bunu bir türlü başaramadılar... Burada toplumsal barış adına cumhurbaşkanının ilk büyük gösteri sonrasında Sarı Yeleklilerin temsilcilerini sarayında kabul etseydi ve onları dinleseydi bu iş hemen çözülmez miydi sorusunu sorabiliriz. Sormayalım lütfen, çünkü cumhurbaşkanının niyeti sorunu çözmek değil, bu iş nereye kadar giderse gitsin kararlaştırdığının aynen kabul edilmesini sağlamaktır. Cumhurbaşkanı seçilmek kimi konjonktürel koşullarda kısmen kolay olabiliyor. belki ama her seçilen cumhurbaşkanı hakikaten cumhurbaşkanı olamayabiliyor Bütün yurttaşlarının cumhurbaşkanı olabilmek için başka özellikler de gerekiyor. Devlet adamı olmak da bir meslek ve herkese nasip olmayabilir. Eylemlerde Paris’te Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na ve Millet Meclisi binasına, illerde Valilik binalarına yürünmesi Sarı Yeleklilerin amaçlarının iktidarla diyalog kurmak arzusunun işaretidir. Bu eylemler dizisi bu açıdan da öncekilerden farklı. Sendikaların Paris’te düzenlediği gösteriler değil bunlar. Bunlar iktidar odaklarına odaklanmıştır. 1789’da Paris merkezindeki Krallık Sarayı’na ve Kralla Kraliçenin orada olmadıkları anlaşılınca Versailles Sarayı’na yürünmesi gibi... 1871’de Paris Komünü’nde ve taşra kentlerinden komün kurulanlarında yapıldığı gibi... İktidar odakları, Saraylar, meclis binaları, belediyeler alınıyor, “emekçilerin iktidarı” o mekânlarda kuruluyordu... Meşruiyetin iki kaynağı: Sandık ve özgürlükler Demokrasilerde, bir iktidarın meşruiyeti iki kaynaktan gelir: 1) Seçmene gerçekten birbirinden farklı seçeneklerin sunulduğu, eşit, adil ve şeffaf koşullarda yapılan periyodik seçimler. 2) Başta ifade, muhalefet ve medya özgürlüğü olmak üzere, bütün temel hak ve özgürlüklerin varlığı, güvencesi ve kullanılabilirliği. HHH İnsanlık tarihine çok hızlı bir göz atarsak: İnsanlığın bebeklik aşamasındaki Toplayıcılık/Avcılık döneminde reis iktidarının meşruiyeti, aile/aşiret kimliğine ve kaba kuvvete dayalıdır. İnsanlığın çocukluk aşamasındaki Din/Tarım döneminde monarşik iktidarın meşruiyeti aile ve aşiret kimliği ile kaba kuvvete ilaveten, geleneklere ve dine dayalıdır. İnsanlığın gençlik aşamasında Kentsel/Endüstriyel dönemde yarı demokratik iktidarın meşruiyeti sınırlı ölçüde seçimlere ve bazı temel hak ve özgürlüklere dayalıdır. İnsanlığın olgunluk aşamasındaki Bilişim döneminde demokratik iktidarın meşruiyeti ise, eşit, adil, şeffaf, periyodik seçimlere ve bütün kimliklerin ve farklılıkların eşit olarak yararlandıkları temel hak ve özgürlüklere dayalıdır. HHH Ne yazık ki Türkiye, 31 Mart 2019 yerel seçimlerine, demokratik bir iktidarın meşruiyeti için gerekli olan bu her iki koşulun da Erdoğan/AKP yönetimi tarafından zedelenmiş olduğu bir ortamda gitmektedir. 1) Seçimlerin eşit, adil ve şeffaf bir ortamda ve sandık güvenliği sağlanmış olarak yapılması ilkesi temelden sarsılmıştır. 2) Temel hak ve özgürlüklerin özellikle iktidar dışında kalan sınıf, kesim ve gruplar tarafından eksiksiz kullanılmaları ilkesi zedelenmiştir. Yargıyı siyasetin emrine verdiği ve ilgisiz maddeleri aynı anda “EvetHayır” seçeneğiyle oylamaya sunduğu için, demokratik felsefeye ve Venedik Komisyonu ilkelerine aykırı olduğu halde “FETÖ’cülerin” ve “Yetmez ama Evet’çilerin” desteğiyle gerçekleştirilebilen, 12 Eylül 2010 Halkoylaması ile başlayan bu iki temel zedeleme sürecine ilişkin pek çok örnek verilebilir; nitekim bu sütunda verilmiştir ve verilmeye de devam edilecektir. Ama sanıyorum mevcut duruma ilişkin tek bir gözlem, Erdoğan/ AKP iktidarının seçim ve sandık güvenliğine ilişkin olarak açtığı büyük meşruiyet yarasını anlatmaya yetecektir: Devletin ve hükümetin bütün yetkilerini ve olanaklarını elinde toplamış olan muktedir Cumhurbaşkanı, iktidar partisi lehine, resmen ve alenen, üstelik da çok sert ve suçlayıcı bir üslupla, hem de yargının siyasetin etkisine açık hale getirildiği bir ortamda, tekelleştirilmiş bir medya düzenini de kullanarak sürekli bir biçimde propaganda yapmaktadır. Meclis Başkanı’nın istifa etmeden Belediye Başkanlığı’na aday olması ise demokratik meşruiyeti zedelemiş olan bu sürecin bir başka sonucudur. DİREN SEÇİM VE SANDIK GÜVENLİĞİ... DİREN DEMOKRASİ! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear