Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Pazar 26 Haziran 2016 10 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY Semih bu karikatür bir harika! İnsanın karikatür çizen dostları olması harika, besleyici, teşvik edici bir duygudur. Bunu bizzat yaşayan biri olduğum için şanslıyım. Elbette Semih Poroy’dan söz ediyorum. Altı yıl her hafta gazetemizin arka sayfasında birlikte boy gösterdik. O zamanlar güzel zamanlardı. Politika hayatımızı bugünkü kadar işgal etmemişti. Ben şenlikli yazılar yazardım, Semih o yazıları karikatürleriyle daha da şenlikli kılardı. Yazının çıktığı gün hemen telefonlaşırdık, benim ilk sözüm şu olurdu: “Yahu öldürdün beni!” Semih’ten bir yanıt: “Olmuş mu?” Sonra ları Semih hem haftada beş gün gazetede bant yapmak, iki gün de arka sayfada karikatür yapmak istemedi. Çok haklıydı, başka işleri vardı ama ben çok üzüldüm. Neyse Semih’in de kışkırtmasıyla bir iki yıl boyunca kendi yazılarıma Işıl tarzı çizimler ekledim. O za manlar yerim boldu. Sonraları baktım ki, çizim işi öyle kolay bir iş değil, “Üstatlara bırakmak gerek” dedim, fotoğrafa döndüm. Ama Semih’le kader arkadaşlığımız zaman zaman benim yazı dizilerime en güzel çizimleri yapmasıyla sürdü. Şimdi masamda onun Cumhuriyet Kitap dergide çizdiği Feklavye başlıklı karikatürlerinin toplandığı adı Feklavye olan kitabı duruyor. Epey bir sürede duracağa benziyor. Çünkü Feklavye’deki tam sayfa karikatürler, benim de içinde bulunduğum yazarlar, çizerler ve sinemacılarla acayip dalga geçiyor. Mesela yazar bir bankta oturmuş yanına genç bir çift geliyor, yazara aldırmadan öpüşüp koklaşıyorlar. Yazar öylece duruyor, genç çift gider gitmez de cebinden kâğıt kalem çıkarıp başlıyor yazmaya: “Bunların hayatı roman olur yav”. Bitmedi. İki kadın konuşuyorlar, kadınlardan biri diğerine heyecanla soruyor: “Senin Hıdır şiir yazmaya başlamış, siz evliyken de yazar mıydı?” Öteki kadın hayretler içinde yanıt veriyor. “Yok canım hiç hatırlamıyorum ama zaten serseriliğe meyli vardı.” Bitmedi yaşı epeyce geçkin ve pek de yakışıklı olmayan yazar, karşısındaki fıstık gibi genç kıza sesleniyor: “Yeni kitabımı sana ithaf edeceğim güzelim.” Genç kız şaşkın, “Niye ben sana n’aptım ki?” Bitmedi, kızıl saçlı yazar kadınla, erkek arkadaşı yürüyorlar, erkek, “Geçen gün imza gününe gelemedim, kusura bakma olur mu” diyor. Kadın yazar, “Önemli değil, zaten sende bütün kitaplarım imzalı olarak var”. Erkek: “Biraz yarenlik ederdik yahu”. Kadın yazar, “Vallahi çok kalabalık oldu, imzadan başımı kaldıramadım”. Erkek içinden, “Bunun sadece eski kırıkları geldiyse bile gerçekten kalabalık olmuştur”. Semih’in bu kırıklar lafına bayılıyorum. Hele de eski kırıklar. Feklavye’deki karikatür sayfalarının her biri bize biraz da kendimizi anımsatıyor. Biraz değil öyle. Semih’te hep bu var. Çuvaldızı usulca sokar. Ustaca, kahkahalarla gülerken aslında kendimize güldüğümüzü bir süre sonra fark ederiz. Bu kitap bir karikatür ustasının kendine ve bize tuttuğu bir ayna. Ama ayna kötü söz söylemiyor, “kendini nasıl buldun” diye gülümsetiyor. Kitabı öyle sevdim ki, bir an yaşadığımız günlerin kâbusundan sıyrılıp, Işıl dedim kendi kendime, Semih’le yeniden çalışabilmek için bir gençlik dizisi yapsan iyi olur, son olarak benim “Anadolu’dan Garip Aşk Hikâyeleri” dizimi şenlendirmişti, buna da el verir diye düşündüm. Nasıl da kendimi düşünüyorum sevgili dostlar ama ne yapayım ben de Feklavye sayfalarında boy gösteren biriyim. “Semih yazılarımı renklendiren, şenliğe çeviren tüm çizimlerin ve Fevlavye için teşekkürler! Cumartesi Anneleri de seni çok özledi.” 26 HAZİRAN 2016 SAYI: 33135 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.25 03.18 03.50 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.27 13.14 17.12 05.15 12.59 16.54 05.4 13.21 17.14 Akşam 20.49 20.30 20.48 Yatsı 22.40 22.17 22.30 18Haziran Cumartesi’nin, Akdeniz kıyılarında olağan bir yaz günü olması gerekiyordu. Dolayısıyla 13. Marsilya Polisiye Ödülü mahkemesi, Carli Konservatuvarı’nın elbette çok geniş bahçesine kurulmuştu. Mahkeme heyetini oluşturan, aynı zamanda etkinliğin de yaratıcısı edebiyatçı Gilles del Pappas, Marsilya Barosu Başkanı Fabrice Giletta ve baro başkanlığını haziran sonunda devralacak olan hemcinsim hukukçu Genevieve Maillet; yüksekçe bir platformda yer aldılar. Parterde, Marsilya barosu tarafından atanmış çiçeği burnunda on avukat ve izleyici sıralarında yüz elli civarında polisiye okuru vardı. Yargılanacak on “kara” romanın yazarları, mahkemeye biraz dışarlak bir çardağın altındaki sanık iskemlelerine oturduk. Her avukat bir kitabı, beş dakika süreyle “çok iyi bir polisiye” olmakla suçlayacak, yazarını “ödül”e mahkum ettirmeye çalışacaktı. HHH Henüz bir yazar sanık sandalyesine çağrılmıştı ki yağmur bastırdı. İnanın, kimse kaçmadı! Herkese kenarı fırfırlı beyaz şemsiyeler dağıtıldı. Avukatlar, beyaz şemsiyeleri altında siyah cüppeleriyle gerçekten cesurdular. Mahkeme heyeti, gülünç olmak korkusuyla şemsiyeleri reddedince sırılsıklam oldu. Sonunda içeri sığınmak zorunda kaldık. Çok değil, on dakika sonra konservatuvarın gerçek mahkemeye çok uygun şaşaalı bir amfisinde duruşma tekrar başladı. Ses düzeni yağmura kurban verildiğinden, yüksek perdeden bağıra çağıra, hem de... Genç avukatların suçlayarak övdükleri kitap savunmaları, edebi ve felsefi referanslarıyla öylesine zengin bir kültürü ortaya koyuyordu ki; Fransa’nın Sanık iskemlesinde! geleceğini kız, erkek birlikte yoğuracak bu parlak hukukçuları dinlerken Türkiye’nin ziyan edilen gençliğini, karartılan geleceğini düşünerek içime akıttım gözyaşlarımı. Onlar kültürün, yani hayatın içinde kitapları savunarak öğreniyordu ifade özgürlüğünü savunmayı; bizimkiler ise en az bilip en çok badem olmaya teşvikle... HHH En iyi polisiyeyi yazmaktan “suçlu” ödülünü almak için İspanya, İtalya, Cezayir, Tunus, Fransa ve Türkiye’den on kitap, on yazar yarışıyorduk. Avukatım Romain Neiler, harika bir savunma yaptı. Mahkeme heyeti ve jüriden, “Destina’nın okurları yerinden yurdundan eden, satırlarına takıp yüzyıllarca önce işlenmiş bir cinayetin peşinde soluk soluğa, şehirden şehire sürükleyen yazarı için ömür boyu edebiyata mahkumiyet” istediği savunması, Fransız ozan Lamartine’den bir alıntıyla bitti: “Dünyaya tek bir kez bakacak olsam, İstanbul’u görürdüm...” Mahkeme başkanı, savunmaya ekleyecek bir sözüm olup olmadığını sorduğunda; “Türkiye’de onlarca kez yargılandım, yargılanıyorum, ilk kez beraatımı değil mahkumiyetimi isteyen bir avukatım var, şaşkınım!” dedim. HHH Romanı belki en iyisiydi, belki değildi, bilmiyorum; ama ödül aramızdaki en yorgun savaşçı, yaşamını Tunus’a demokrasi gelsin diye iki ucundan yakmış Marsilya. Ali Beşir’e verildi. Şahsen çok sevindim, ötekiler de bozulsalar bile belli etmediler. Kitap savunmalarını bilgi, birikim ve hatta mizah yeteneklerini ortaya koyarak hazırlayan, müthiş bir inançla mahkemeye sunan üç genç avukata da “belagat” ödülleri dağıtıldı. “Suçlu” bulunan Tunuslu yazarın kitabını savunan avukat, “belagat”ta ikinci olan gencecik bir kızdı. Mahkemeye annesiyle gelmişti. Ermeni asıllıydı. Mahkeme bittikten sonra kitaplarımı imzalıyordum, yanıma geldi. Cüppesinin cebinden Destina’yı çıkarıp, “Kendi paramla aldım, sizi tanıyorum ve seviyorum. Destina’yı savunmak isterdim, ama kurada bana çıkmadı!” dedi. Birbirimize sarıldık. Marsilya, üçte bir nüfusu Müslüman göçmenlerden oluşan bir şehir. Bu güzel edebiyat şenliğini izlemeye gelen onca kitapsever arasında tek bir Tunuslu, Cezayirli, Kürt ya da Türk, elbette yoktu! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr Teşrif eden Suriyeliler “Torpil” toplumsal bir realite.. Hukukun, sosyal adaletin, fırsat eşitliği çarpıklığının bir sonucu. Barış diline aykırı kaçtığından olmalı, danışmanları politikacılara “torpil” değil, “kimsesizlerin kimsesi olmayı” öğütlüyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı’nda danışman zibil gibi. Adına tweet atanlardan iftara çağrılacak “artist listesi” hazırlayana dek sürü sepet danışman. Kavram ve slogan da üretiyorlar. Mizansen önerenler de var elbette. Kucağında Suriyeli bir çocuk ve boynu bükük ana babasının ortasında poz bile verdirmiş ve şu tweet’i attırmışlardı: “Kimsesizlerin kimsesi olmak bizim için şereftir!” HHH Vefa Lisesi orta 1’den arkadaşım Kamil kimsesiz falan değil. Arkasında İskenderpaşa’dan tanıdığı Tayyip Bey’den Abdullah Gül’e dek sayısız parti ricali var. Bir ara yazmıştık. Ama hiçbiri Kamil’in ne uğradığı tedaviye bağlı mali mağduriyeti önlemeye yetti, ne de oğluna yapılan adli yanlışı düzelttirmeye... Devlette makam yükseldikçe kimsesizlerin kimsesi olma iddiası yetişkinlere verilen bir emzikten ibaret kalıyor. Kamil ağır bir hastalığa yakalanmıştı Cerrahpaşa’da ve Çapa’da ameliyata cesaret edilemedi. İzmir Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi’ne gitmesi tavsiye edildi. Bu türden karmaşık ameliyatı yapabilecek cerrah oradaydı. SSK emeklisi Kamil’e üst üste iki ameliyat yapıldı. Üstüne kemoterapiler vs. Uygulanan tedaviyi ise SGK karşılamadı. Gerekçe mi? “Bu tür kanserde mortalite (ölüm) çok yüksek olduğundan o tedaviye SUT’ta (Sağlıkta Uygulama Tebliği) izin verilmiyor!” Tebliğ değiştirmeyen devlet altı ayda bir anayasa değiştiriyor. “Belki kanser olabilir” diye sigara bırakma masraflarını karşılıyor. Ama hazır kanser olmuş hastaya karışmam diyor! HHH 6. yıl bitti hâlâ Kamil gözetim altında. Cerrah, “cerahat boşaltan” anlamına da geliyor olmalı... Ki Kamil’in hekimi Prof. Dr. Cem Terzi’nin, cerahat odağı olacak başka toplumsal yaralara da el attığını öğrendik. Ege’den denize açılıp AB’ye kavuşma hayaliyle gelen sığınmacıların en çok tercih ettiği ilimiz İzmir... Sokaklarında, cami avlularında, duvar diplerinde yaşamak zorunda kalmalarına bir çare üretilemedi... Başta barınma, gıda ve “mobil sağlık ihtiyaçların” karşılanması için arkadaşlarıyla birlikte Halkların Köprüsü Derneği’ni kurmuş. Elbette belediyeler sığınmacılara destekleyici hizmetler verseler de halen birçoğu sokaklarda, parklarda, boş arazilerde, derme çatma çadırlarda, yoksul mahallelerdeki terk edilmiş, yıkık ya da yıkılma tehlikesi olan binalarda barınmaya çalışıyor. HHH Biraz da Cumhurbaşkanı’nın telkiniyle kamu kuruluşları sığınmacılara “misafir” gözü ile bakıyor. Bu yüzden olmalı düzenli bir koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmeti de sunulması düşünülmüyor. Dernek, kısıtlı olanakları içinde bu eksiği giderme çabasında. Gücünün yetmediği yerde İzmir milletvekili Başbakan Binali Yıldırım’ın kapısını çalsa sonuç alabilir mi? Neden olmasın? “Kimsesizlerin kimsesi olmak bizim için şereftir!” diyen Cumhurbaşkanı, sanırız tek başına bu kadar şerefe muhtaç değildir. Birazını da sivil toplum kuruluşlarına, derneklere bırakmalıdır. HHH 3 milyon diye yuvarladı... Tam sayı 2 milyon 743 bin 497’dir. Kaynağımız sağlam: CIA’dır. (worldfactbook Turkey 2016) Gerçi üç eksik beş fazla hiç önemli değil. Çünkü yine Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı üzere “Geleneklerimizde misafir berekettir, misafir şereftir!” “İtibardan tasarruf olmayacağını” Beştepe Sarayı’nın 1000 küsur odası vesilesi ile öğrenmiştik. “Şerefe” bu kadar muhtaç olduğumuzu da 3 milyon Suriyelinin teşrif etmesiyle öğrendik. Müziğin uzaydaki sonsuz yolculuğu Diyelim biri size bir görev verdi ve dedi ki: “Bize bir müzik CD’si hazırla. Bu CD’yi uzaya göndereceğiz. Eğer CD dünya dışı zeki varlıklara ulaşacak olursa, bunu dinlesinler ve dünyadaki müzik hakkında bir fikir sahibi olsunlar. Tabii bizim ne kadar şahane canlılar olduğumuzu da anlasınlar.” Birinci soru şu: Nasıl tepki verirdiniz? Ve ikinci soru: Hangi müzikleri seçerdiniz? HHH Yaklaşık 30 yıl önceydi. Üniversite kantininde konuyu aşağı yukarı bu tümcelerle dile getirmiştim. Biri, “Saçma! Ne uzaylısı kardeşim” diye karşılık vermişti. Diğerleri heyecanlandı. Voyager 1, 1977’de uzaya fırlatılırken yapılan şey aşağı yukarı buydu. Dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıyordu Voyager. En yakın güneş sistemine ulaşması muhtemelen 40 bin yıl sürecekti. Voyager, o kadar süre uzayda parçalanmadan yol alabilir mi? Peki, insanlık o kadar süre var olabilir mi? Kim bilebilir. Önceki gün baktığımda Voyager’in dünyaya uzaklığı 20 milyar 131 milyon kilometreye ulaşmış. Voyager için o yıllar bir plak hazırlandı. Yüz binlerce yıl dayanacak, altınla kaplanmış bir plak. İçinde insanlığa ilişkin pek çok bilgi var. Bir de 26 müzik eseri. HHH O yıllar CtaanralhSmeat@gagmna’iıln.coKmozmoz’u daha yeni Türkçeye çevrilmwwişw..aOhmkeuttayna.cnombir süre kendine gelemiyor. O kadar etkileyici. 80’ler. Voyager Altın Plağı’nı o sıralar öğrendik. Plağı hazırlayan Carl Sagan ve ekibiydi. Ekibe Isaac Asimov ve Arthur C. Clarke da danışmanlık yapıyordu. O yıllar bırakın altın plağı, plaktaki parçaların adlarını bile bulamadık desem... Başladık fikir yürütmeye. Dünya müziğini temsil edecek bir CD hazırlamak ne kadar zor olabilirdi ki. Biri, “Bach, Mozart ve Beethoven... Bu üçü CD’de mutlaka yer almak zorunda” dedi. Fakat “Mozart’ın hangi parçası yer alsın” sorusuna yanıt vermekte öyle bir zorlandı ki... Çünkü sıraladığı parçaların tümü muhteşemdi. Hiçbirinden vazgeçmek istemiyordu. Biz klasik müzik üzerine tartışırken bir başkası söze girdi: “Caz ne olacak? Sonra pop ve etnik müzikler?” Doğru söylüyordu. Kendi listelerimizi oluşturmak için araştırmalar yaptık. Birkaç hafta sonra gerçek listeye ulaştığımızda ne kadar şaşırmıştık anlatamam. Fakat bu çalışmadan önemli bir ders çıkardık. Dünya bizim düşündüğümüzden çok daha büyüktü. Ve müzik inanılmaz bir çeşitliliğe sahipti. Müzik, müthiş bir şeydi. Yıllar sonra, Wim Wenders’in “The Soul of a Man” belgeselinde, Blind Willie Johnson’un, “Dark Was The Night, Cold Was The Ground” parçasını dinlediğimde bu kez üşenmeyip plaktaki bütün parçaları bulup defalarca dinledim. Biliyor musunuz, yaşamı yoksulluk içinde geçmiş Blues’un öncülerinden Billy Johnson’un şarkısı da o altın plakla evrenin sonsuzluğunda dolaşıyor. HHH İki yıl önce internet üzerinden müzik satışları, fiziksel CD satışlarını geçti. Geçen yıl insanlar parçaları satın alıp onlara sahip olmaktansa kiralamaya başlamışlar. Spotify, Apple Music, Deezer gibi yazılımlar kullanmışlar. Bu yazılımlarla milyonlarca şarkı artık elimizin altında. Üstelik yazılımların çoğu bedava. Geçen hafta bir dostum uyarınca Spotify’yi açıp arama bölümüne “Voyager Golden Record” yazdım. Müzikle dünyayı dolaştım. Yine aynı şeyi hissettim: “Müzik müthiş bir şey...” SAYISAL LOTO 06, 07, 11, 16, 24 ve 35 6 BİLEN: 1 Milyon 341 Bin 447 TL (1 Kişi), 5 BİLEN: 2 Bin 825 TL, 4 BİLEN: 41.50 TL, 3 BİLEN: 6.55 TL C MY B