28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Çarşamba 11 Mayıs 2016 EDİTÖR: PELİN ÜNKER TASARIM: SERPİL ÜNAY ekonomi 9 Eylüldereferandum Yerel seçimlere üç; genel seçimlere ise üç buçuk yıl gibi süreler varken, Devlet Malzeme Ofisi’nin (DMO) 450 bin adetlik mühür ihalesi açmasını, olası bir erken seçimle ilişkilendirmek zaten isabetli değildi. Nitekim ihale ilanı, heyecan dalgaları yaratınca, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) alımın seçime işaret etmediğini duyurdu. Ne var ki, “Mühür alımının, stokları hazır tutmak için rutin bir alım olduğu” ifadesi, inandırıcı görünmüyor. Her şeyden önce, en yakın seçime üç yıllık bir süre varken, “stoklar için rutin uygulama” pekâlâ, 2017 ya da 2018’de gerçekleşebilirdi. DMO’nun, YSK için açtığı bu ihalenin, bu yıl içinde yapılması planlanan bir referandum amaçlı olduğuna kuşku yok. Siyasi kulisleri, günlük demeç leri bir yana bırakıp sadece ihale şartnamesini incelediğimizde bile, referandum kararının neredeyse kesinleştiğini anlamak mümkün. Üç somut ayrıntı Bu olasılığı güçlendiren üç somut ayrıntıyı paylaşalım: En son oy kullandığımız 1 Kasım seçimlerinde mührün üzerinde EVET yazıyordu. YSK’nin alımı için açılan ihalede, kaşenin üzerinde TERCİH yazması isteniyor. (12 Eylül 2010 referandumunda da TERCİH kaşesi kullanılmıştı.) Son teklif verme tarihi 13 Mayıs 2016 olan kaşe ihalesinde, teslimin, 4 ayda tamamlanması isteniyor. Bu da eylül ortasına karşılık geliyor. Üretilecek TERCİH mühür lerinin 10’ar binlik paketler halinde 81 ilin hangi ilçesine ve toplamda kaçar adet teslim edileceği, tek tek ve ayrıntılı bir listeyle belirlenmiş. Bu liste, ihale şartnamesinin bir parçası olarak ilan ediliyor. Bu arada dikkat çekici bir diğer detay, toplam TERCİH mührü sayısının, 432 bin 640 olması. İhale şartnamesinde artan kaşelerin YSK’nin göstereceği yere teslim edileceği belirtilmiş. (Fazla üretileceği şimdiden belli 17 bin 360 kaşenin, tıpkı fazla oy pusulalarında belirtildiği gibi; kaza, aksilik, afet vs gibi nedenlerle oluşacak eksikleri kapat makta kullanılacağını düşünmeliyiz.) Partili Cumhurbaşkanı Eğer kaşe ihalesi ve teslim süresi için verilen süre dört ay olmasaydı, referandum ihtimalleri içinde, “dokunulmazlık” konusunu düşünmek de mümkündü. Malum, AKP’nin ağır fiziki şiddeti altında Komisyon’dan geçen ve 2327 Mayıs haftasında Genel Kurul’da oylanacak dokunulmazlıkların kaldırılması teklifinin, referandum aralığında kalma ihtimali de mevcut. Böyle bir olasılıkta teklifin referanduma mı götürüleceği, yoksa “rafa mı kaldırılacağı” ise henüz kesinleşmiş değil. Bununla birlikte, Davutoğlu’nun gideceği AKP’nin 22 Mayıs kongresiyle “düzeltilecek” sistem değişikliği yolunun bir referanduma evrileceği artık kesinleşti. Kapsamlı bir yeni anayasa hazırlayıp başkanlık sistemi önermenin politik ve tek nik güçlüklerindense, “partili Cumhurbaşkanlığı”nı içerecek daha küçük ölçekli bir anayasa değişikliği, Saray açısından daha “pratik” görünüyor. Beş yıldır fasılalarla konuşulan “partili Cumhurbaşkanlığı” için, anayasanın 101. maddesindeki tek bir cümleyi, metinden çıkarmak yetiyor. “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir” ifadesinin metinden çıkarılması, bütün gücün sadece fiilen değil, artık anayasal olarak da Saray’da toplanmasını sağlayacak, en “sihirli” formül. AKP rejimi bunu Fransa modeline benzetip “yarı başkanlık” diye anıyor ama “partili Cumhurbaşkanı” denilen sakat sistemin bizdeki dışında bir eşi benzeri bulunmuyor. Sözün özü, DMO’nun 450 bin tercih mühür ihalesinin hikmetini sonbaharda önümüze konulacak “partili Cumhurbaşkanlığı” referandumu için düşünmemize bir engel kalmıyor. Şimdilik tabii. Cari açık hedefi zorda Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin büyük bir cari açık sorunu olduğunu belirterek, daralsa bile açığın hâlâ önemli bir seviyede olduğunu söyledi. JP Morgan da, petrol fiyatlarının izleyeceği seyir ve artan terör olaylarının turizm gelirlerine etkisinin yılın tamamı için cari işlemler açığı tahminlerinin tutup tutmayacağını belirleyeceğini açıkladı. Merkez Bankası verilerine göre, cari açık martta 3.68 milyar dolar olurken, ilk çeyrek itibarıyla açık 7.88 milyar dolar olarak gerçekleşti. Verilere göre 12 aylık kümülatif açık şubattaki 30.58 milyar dolardan 29.49 milyar dolara geriledi. Cari işlemler açığı, bir önceki yılın mart ayına göre yaklaşık 1.1 milyar dolar azaldı. l Ekonomi Servisi Koç’tan hisse hamlesi Koç Holding, Koç Finansal Hizmetler’de Arçelik’in sahip olduğu yüzde 3.98 ve Vehbi Koç Vakfı’nın sahip olduğu yüzde 0.69 payı toplam 655.12 milyon lira bedelle satın alacağını duyurdu. İşlemle birlikte holdingin Koç Finansal Hizmetlerdeki doğrudan payının yüzde 42.23’e yükselecek. Arçelik de, söz konusu şirketteki yüzde 3.98 hissesinin Koç’a satışını 558.6 milyon lira bedel karşılığında gerçekleştireceğini duyurdu. l Ekonomi Servisi Sabancı, sanayide gaza basacakSaçtıiönmneacnlemtloaikddaa Zafer Kurtul: İleri teknoloji yatırımlarında ortaklıklara açığız. Büyümede öncelik, yeni ürün ve inovasyonun olduğu sanayi sektörü olacak Sabancı Holding Üst Yöneticisi (CEO) Zafer Kurtul, orta ve uzun vadede Türkiye’de sanayi sektörünün daha iyi performans göstermesini beklediklerini belirterek organik ve inorganik büyüme fırsatlarını değerlendireceklerini söyledi. Çimento ve otomotiv yan sanayisinde satın alma fırsatlarına baktıklarını, Temsa için önemli bir pazar fırsatı gördükleri elektrik otobüs yatırımlarını desteklemek adına pil yatırımı için ortak arayışları olduğunu anlatarak, “İleri teknoloji yatırımlarında ortaklıklara açığız” dedi. Kurtul, mevcut portföyde hep yabancı şirketlerle ortak olduklarını da belirterek “Ortaklık kültürü konusunda yüksek deneyime sahip en eski şirketlerden biriyiz. Türk ortaklıklara da sıcak bakıyoruz” ifadelerini kullandı. Geçen yıl FC Barcelona ile 4 sezonu kapsayan bir sponsorluk anlaşması yapan ve geçen yılın sonlarında Barcelona’da Lassa mağazası açan Sabancı Holding, ilk çeyrek bilanço performansını ve 2016 hedeflerini paylaştı. Resim değişecek Kurtul, Sabancı Holding’in portföyünde Akbank’ın payının yüzde 44, sigortanın payının yüzde 4, enerjinin payının yüzde 14, perakendenin payının yüzde 11, sanayinin payının yüzde 17 ve çimentonun payının yüzde 7 olduğu bilgisini paylaşarak “Bundan sonra aynı resim olmayabilir. Orta ve uzun vadede baktığımızda Türkiye’de sanayi daha iyi performans gösteren bir sektör olacak. Portföyü bir balans etmemiz lazım. Öncelik, daha ileri teknoloji, yeni ürün ve inovasyonun olduğu sanayi sektörü olacak. Enerjinin payı azalabilir. Banka 34 puan azalabilir. Bu da sanayiye eklenebilir diye düşünüyoruz” dedi. Sabancı Grubu’nun 2016 yatırım ajandası kabarık. Organik büyüme devam ediyor. Brisa’nın Aksaray’daki fabrika yatırımı 2018’de devreye girecek. İlk elektrikli otobüsün ardından şimdi Aselsan işbirliğiyle yüzde 100 Türk yapımı elektrikli otobüs üzerinde çalışılıyor ve Afyon Çimento’nun yeni fabrikasının bu yıl hizmete girmesi planlanıyor. Bunun dışında pek çok yüksek teknolojili ürün üzerinde çalışılıyor. Organik büyüme Kurtul, organik büyüme yatırımlarının yüzde 55’inin enerjiye kalan, yüzde 45’in ise sanayi ağırlıklı diğer şirketlere akacağını anlattı. Öncelikli satın alma fırsatı olarak çimentoyu gösteren Kurtul, “Burada özellikle dış pazarlara bakıyoruz. Avrupa da olabilir Amerika’da. Kordsa ve Brisa ile sinerji yapabileceğimiz bir yan sanayi yatırım fırsatı olabilir. Bir diğeri Temsa’nın elektrikli otobüs yatırımına destek olabilecek pil sektörüne bakıyoruz. Bundan sonra Türk şirketleriyle de ortaklıklar yapabiliriz” dedi. l Ekonomi Servisi Satışlar yüzde 23 arttı Sabancı Holding, 2016’nın ilk 3 aylık döneminde banka dışı kombine satışlarını bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 23 artırarak 8 milyar 260 milyon TL’ye yükseltti. Holdingin toplam net satışı ise aynı dönemde 13.6 milyar TL düzeyinde oluştu. Toplam varlıklarını 31 Mart itibarıyla 272 milyar 517 milyon TL’ye toplam konsolide öz kaynaklarını 21 milyar 176 milyon TL’ye ulaştıran Sabancı Holding’de yılın ilk 3 ayındaki konsolide net kâr ise 641 milyon TL oldu. Sabancı Holding’de banka dışı operasyonel kâr ise 1.8 milyar TL. Özkaynakları 21 milyar TL’yi geçti. Zafer Kurtul, dünya ekonomilerinin yaşadığı ‘büyüme belirsizliği’ sürecinin piyasalarda dalgalanma yarattığını belirtti. Kurtul, önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisi açısından dikkat edilmesi gereken gelişmeleri ise jeopolitik riskler, turizm sektörüyle bağlantılı olarak döviz gelirlerinin azalması olarak sıraladı. Kurtul, bu yıl Türkiye ekonomisinin yüzde 4 büyümesini bekliyor. (SOLDAN SAĞA) CENK ALPER, FİLİZ KARAGÜL TÜZÜN, MEHMET HACIKAMİLOĞLU, ZAFER KURTUL, NERİMAN ÜLSEVER, BARIŞ ORAN, YİĞİT GÜRÇAY İstikrarsızlığın bedeli: Üretkenlik kayıpları Türkiye ekonomisi siyasi çalkantılar arasına sıkışıp kalmış konumda. Siyasi gerginlikler ve şiddet elbette ki ulusal ekonomik dengeleri yaralayacak ve kırılganlıkları artıracaktı. Nitekim Türkiye ekonomisinin 2009 krizinden bu yana yaşamakta olduğu gerçekler dalgalı ve oynak büyüme, yüksek enflasyon, durgun yatırımlar ve süregelen dış açık olarak kendisini belli etmekte. Medyaya servis edilen “mucize büyüme” ve “... ama çalışıyorlar” türü öykülerden geriye kalanlar ise yüzde 3.5 4 bandında sıkışıp kalan büyüme; yüzde 10 üstündeki işsizlik oranı ve yüzde 810 düzeyine yapışıp kalan enflasyon olarak gözlenmekte. Bu sürecin önemli bir başka özelliği ise ulusal tasarruf oranı geriler iken, yatırımların durgunluğa itilmesi ve cari işlemler dengesinin sürekli açık vermesi olarak belirlenmekte. Cari işlemler açığının öncelikle Merkez Bankası’nın rezervlerinin eritilerek karşılanması ve bir yandan da (net hata ve noksan diye adlandırılan) kaynağı belirsiz kayıt dışı sermaye ve sıcak para akımları ile finanse ediliyor olması gerçeği ise ekonomide kırılganlığın derinleşmesine yol açmakta. Son olarak geçen hafta boyunca Türk Lirası’nın ABD Doları karşısında son derece oynak ve dalgalı bir seyir izlemesi, ulusal ekonomide ileriye yönelik sözleşmelerin belirsizliğe sürüklenmesine ve yatırım ve ihracat kararlarının olumsuz olarak etkilenmesine yol açmakta. Türkiye 2008/2009 krizi sonrasında durgunlaşan ekonomisiyle birlikte, yatırım kapasitesinin durgunlaştığı ve dengesizliklerin arttığı bir görünüm sunuyor. Bunun sonucunda, tüm bu belirsizliklerin ve toplumsal şiddet olgusunun yarattığı ana sorunu nihai olarak üretkenlik kayıpları biçiminde gözlemekteyiz. Aşağıdaki tablo bu gözlemin uluslararası boyutta kıyaslamasını sunmakta. Tabloda 2011 ve sonrası (büyük durgunluk diye anılan) dönemde çeşitli OECD üyesi ülkelerde yaşanan ekonomik verimlilik verileri sergileniyor. Çalışan başına milli gelir üretimi (emek verimliliği) söz konusu dönemde OECD ülkelerinde yılda ortalama olarak yüzde 0.45 (binde 4.5) artış göstermiş. Bu oranın düşüklüğü, küresel boyutta 2009 krizi sonrasında üretkenlik kazanımlarının nasıl da durgunlaştığını belgeliyor. OECD verilerine göre Şili, Slovakya ve Avusturya yüksek verimlilik kazanımları yaşayan ülkeler. Polonya ve İspanya da görece yüksek verimlilik yaşamakta. Ancak tabloda ülkemizi ilgilendiren gözlemler daha çarpıcı. Türkiye, İngiltere ve Macaristan ile birlikte OECD ülkeler grubu içerisinde negatif üretkenlik yaşayan üç ekonomiden birisi. Türkiye’de 2011 sonrasında üretkenlik hızı yüzde negatif 0.03. Ekonomide verimliliğin bu şekilde gerilemesinin, vasıfsız nitelikli işgücü kullanımının yaygınlaşmasına, Türkiye’nin ana ihracat kalemlerinin çoğunlukla vasat ve orta derece teknolojili ürünlere sıkışıp kalmasına ve ileriye yönelik yatırım kararlarının derinleşen belirsizlikler ve siyasi şiddet altında ertelenmesine yol açmakta olduğunu görmek zor değil. Yatırımsız ve sürdürülemez nitelikli büyüme, artan dış borçlanma ve kayıt dışı sıcak para akımlarına dayalı dengesizlikler ile birlikte, ekonominin istikrarsız biçimlerde dal galanmasında ve verimsizleşmesinde başrol oynamakta. Tüm bunlar sürerken, ekonomik sorunların aşılması için Merkez Bankası’ndan faizleri düşürmesini beklemek ne derece doğru? C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear