28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Çarşamba 27 Nisan 2016 EDİTÖR: CAN DOKER TASARIM: İLKNUR FİLİZ AI.HM’den nihai karar:BÜYÜK DAİRE’NİN KARARI TÜRKİYE İÇİN BAĞLAYICILIK TAŞIYOR haber 11 Cemevleri ibadethane ALİ AÇAR rımcılık anlamına geleceğine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), cemevlerinin statüsü ile ilgili davada Alevileri haklı buldu. AİHM Büyük Dairesi, cemevlerinin statüsü hak de işaret ederek cemevlerinin ibadethane olduğuna hükmetti. Karar AİHM’nin Büyük Dairesi tarafından alındığı için temyiz olasılığı bulunmuyor. Karar, Ankara için doğrudan bağlayıcılık taşıyor. kında nihai kararını vererek cemevlerinin iba ‘Bildiğini okuyor’ KSENTİN 3’TE 1’İ GÖÇTÜydcrrresbBkdçIşknadŞıiaairıiıouannvöeeıemşvİğkaglDnşlikşnflıiıeuInstıgnldiöŞaaeg’ekıiierrcoieonnçdİi1çniviüroDn7ısynlbsdilvoelldnnmahanreeyeikıoakknkütulnaayar’kiaonetşuçdoş“ğldfröeSkkaı.SienitağelnuındvnuştaepKaraltkınaaeıitneartmerkKilnlirlıauınnloaliğaoundipistsPntlmlöşrltaikzıtkkei’üiasa,t.ı’lmieknoynleaün.mn’egzaaSteaysdrKtmiaedvnçeeokktnplnıierieennrmeç,lkaüıKütyapmi”adrshkmanthnhmıfaaiay’oieneakiuteneştalizhBoeşlalelsealr,aaahbaktaru6relie.bkırn1, mKrzD2lbnakeklndoldynaeuueeetüiııdıiiukurfrr.kliılsfilıznnulaşadlivrsTnirealuıatdmtrrlaea’üarçahn1anettatye2mıykroııneenaakışgnümkb2ilk3zkı,snpaaöyziks6iıiEöai0makrlensüoenSçooiğpll’s’klaıirzudtıhdnnueğmkibıiyiöedtntüaualrelaısyoüieınilneedmdnrryerıaesmrnIüdemdteaaeŞrk9vldrıçlraeeırıedİSee.k0aydnDitodruleİotüaiygdaa’iinlc’aıu.iryeedn.işrllöirsebunaz.laakvaeaçudonackaofdeovr1niılek1ekşvetnae2ıltnlğlIiuaurddıaldŞskevukçıfsırltnıeİaaevüışteDıuinıllkraii dethane olarak kabul Hubyar Sultan Ale edilmesine karar verdi. vi Kültür Derneği Kuru Cem Vakfı Onur cu Başkanı Ali Kenanoğ sal Başkanı İzzettin Do lu, “Hükümet gerekli yasa ğan ve 202 Alevi yurttaş tarafından cemev Saçlı veya anayasa değişikliğini yaparak cemevlerini iba lerinin ibadethane ola dethane olarak kabul et rak kabul edilmesi iste mek zorunda. Ancak Tür miyle AİHM’de açılan da kiye mahkeme kararları vada karar çıktı. AİHM, nı uygulamayarak bildiği Türkiye’de Alevilere di ni okuyor. AİHM ve Avru ni ayrımcılık yapıldığı pa Konseyi bu kararın ta na hükmetti. AİHM Bü Kenanoğlu kipçisi olmalı” dedi. yük Daire’nin kara Kartal Cem Vakfı Başka rında, Avrupa İnsan Hakla nı İsmail Saçlı ise, “Önemli olan rı Sözleşmesi’nin (AİHS) din bu kararın uygulanması. Mah özgürlüğü hakkını belirleyen keme cemevinin ibadethane ol 9’uncu ve ayrımcılığı yasakla duğuna hükmetmiştir. Aleviler yan 14’üncü maddelerinin ih özerk bir yapı oluşturarak genel lal edildiği belirtildi. Kararda bütçeden pay almalıdır” diye ko Alevilerin, hukuksal statüleri nuştu. Cem Vakfı açıklamasın nin olmaması nedeniyle din öz da “AİHM, Alevi inancına men gürlüğü hakkını fiilen kullana sup insanlarımızın haklarının madıkları kaydedildi. AİHM, ihlal edildiğine hükmetmiştir. Türkiye’de kamu hizmetinin sa Cem Vakfı, AİHM’ye götürdüğü dece bazı dini gruplara veril üç davanın üçünü de kazanmış mesinin diğerleri açısından ay tır” denildi. l İSTANBUL Nusaybin şehitlerine son görev Nusaybin’de 3 hafta önce şehit olan Uzman Çavuş Bekir Kelleci’nin Giresun’un Yağlıdere ilçesindeki cenaze töreninde fotoğrafını taşıyan ve tabutuna sarılarak ağıtlar yakan Uzman Çavuş Süleyman Kul da önceki gün Nusaybin’de şehit oldu. Şehidin cenazesi memleketi Giresun’un Yağlıdere ilçesine kilometrelerce oluşan konvoy eşliğinde getirildi. Şehidin cenazesi cenaze namazının ardından toprağa verildi. Nusaybin ilçesindeki operasyonda şehit olan Jandarma Uzman Çavuş Mevlüt Çetinkaya için dün Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde tören düzenlendi. Şehidin annesi Emine Çetinkaya ve kardeşleri ise tabuta sarılıp gözyaşı döktü. Acılı anne askerlere sarılarak tabutun açılması için uzun süre yalvardı. Şehit Çetinkaya’nın cenazesi, gözyaşlarıyla toprağa verildi. Nusaybin’de şehit olan Uzman Onbaşı Muhammet Yılmaz’ın(24) Türk bayrağına sarılı cenazesi, askeri uçakla Amasya’nın Merzifon Askeri Havaalanı’na getirildi. Şehidin cenazesi ikindi namazı sonrası düzenlenen törenle toprağa verildi. Şehit Çetinkaya’nın emekli asker olan amcası tabutun üzerine bir tabanca mermisi bıraktı. Şehit Bekir Kelleci’nin 3 hafta önceki cenazesinde annesine sarılarak ağlayan Uzman Çavuş Süleyman Kul, önceki gün Nusaybin’de şehit düştü. Süleyman Kul Sahi, Uğur Mumcu neden öldürülmüştü? Bundan çeyrek asır önce... Uğur Mumcu’nun öldürülmesine daha üç, AKP’nin kurulmasına on bir, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesine yirmi dört yıl varken... Hukukun üstünlüğünden ve demokrasinin gerekliliğinden ve devletle din işlerinin birbirinden ayrılmasının erdeminden, bu ülkede iyi kötü daha hâlâ bahsediliyorken... Laikliğin küfre dönüşeceği, neredeyse tüm devlet okullarının ardı ardına “imam hatip”e dönüştürüleceği, devletin en başına şeyh eli öpenlerin geçeceği tahayyül bile edilemezken... Eski bir televizyon programında Nazlı Ilıcak’ın yumuşacık bir sesle soruyu soruşuna ve Uğur Mumcu’nun kaygılı bir tonla onu cevaplayışına tekrar tekrar bakın. “Laiklik tehlikeye giriyor deniliyor; nedir endişeye sebep şu anda Türkiye’de?” diye sorsun Ilıcak. Laiklik tehlikeye giriyordeniliyor nedir endişeye sebep şu anda Türkiye’de? Uğur Mumcu sorunun cevabını somut örnekler vere vere, tane tane anlatsın. “Tarikat ticaret ve siyaset üçgeni” desin. Tarikat ticaret ve siyaset üçgeni. Anlamayın. Görüntüyü başa alın. Bir daha desin, bir daha desin, bir daha desin. Yeşil sermayenin gücünden ve işleyişinden ve kendi iç hukukundan bahsetsin. İmam hatip liselerinden mezun olanların nerelerde nasıl kadrolaşacağını anlatsın. Sonra “Türkiye’de İslamcı ideoloji, yasaları aşan bir ayrımcılığa sahip” desin. Türkiye’de İslamcı ideoloji yasaları aşan bir ayrımcılığa sahip. Bunu çeyrek asır önceden size, gözlerinizin içine baka baka ve tane tane söylesin. Yine anlamayın. Tayyip Erdoğan henüz belediye başkanlığı seçimlerinde aday bile olmamışken; Fethullah Gülen Pennsylvania’ya yerleşmemiş, İstanbul’un göbeğinde, Süleymaniye Camii’nde vaazlar veriyorken; Gelecekte “Cumhuriyet elden gidiyor” diye sokaklara döküldüklerinde hafife alınacak “laikçi” teyzeler o sıralarda daha gençlerken ve televizyonda Köle Isaura dizisini izlemektelerken... Gelecekte “Tehlikenin farkında mısınız” diye manşet attığı için küçümsenecek gazeteciler, mesleklerinin hızla ve ahlaksızca deri değiştirmesine adapte olup olmamanın henüz karar arifesindelerken... 1990 yılında Uğur Mumcu, Nazlı Ilıcak’ın karşısında tane tane anlatsın. Ama siz hiç anlamayın. “Türkiye’de İslamcı ideoloji, yasaları aşan bir ayrımcılığa sahip” desin. O cümle içinizi sıksın, hızla geçin. “Laiklik, son on yılda devlet eliyle yok edildi bu ülkede” desin. Göğsünüze bir sancı saplansın. “Laiklik, son on yılda devlet” desin. Kalbiniz dayanmasın. “Laiklik...” desin. Gözleriniz kararsın. O karanlıkta Ankara’da bir araba patlasın. Tekrar patlasın. Tekrar patlasın. Ve tekrar patlasın. Siz anlamayın. Siz hiçbir şey anlamayın. İnatla, hâlâ anlamayın. Uğur Mumcu’yu kim, neden öldürmüş; Bahriye Üçok’a gönderilen bombalı paketi kim, neden sarıp sarmalamış; Çetin Emeç’i vuran tabancanın tetiğini kim, neden çekmiş; Muammer Aksoy’u kim, neden vurmuş; Madımak’ı kim, neden yakmış. Bu ülkede çeyrek asırdır neler olmuş?.. Neden olmuş?.. Size ne olmuş?.. Olanlardan ne kadar sorumlusunuz; nelere kandınız; neden kandınız; ne de kolay kandırıldınız? Şu anda nelere katlanmaktasınız ve neden kılınızı kıpırdatmamaktasınız? Hiç anlamayın. Siz... hiçbir zaman... hiçbir şey... anlamayın. “Yazık, nasıl da öldürdüler bu adamı” diye mırıldanın ve o görüntüyü hemen kapatıp, televizyonda bir yarışma programı açın. Sonra gözünüzü televizyondan ayırmadan, kendi rezil hayat dersinizi çocuklarınıza tane tane aktarın: Her koşulda hayatta kalmanın ve iktidarların başarılarından pay almanın yolu, anlamaktan değil, aymazlıktan geçer. Cenazeler ailelere verilmiyor Sur’un içinde bir güzel avludayız. Avlu kalabalık, insanların gözleri yaşlı, boyunları bükük, çünkü onlar çocuklarının cenazelerini alamayan analar babalar. Çocuklarının öldüklerini basın yoluyla öğrenmişler ama günlerdir cenazelerine ulaşamıyorlar. Çünkü cenazeler Elazığ, Gaziantep ve Malatya’daki Adli Tıp Kurumu’na gönderilmiş. Tanıklar Gaziantep’te bir mezarlıkta 10’a yakın cenaze torbasının günlerdir güneş altında beklediğini anlatıyorlar. Devlet ailenin teşhis ettiği cenazeler için bile DNA eşleşmesi istiyor ve Resmi Gazete’den yayımlanan bir yasayla, Adli Tıp’tan 3 gün içerisinde alınmayan cenazeler devlet tarafından kaldırılıyor. Çoğu yoksul olan aileler, çok zor koşullarda Elazığ, Gaziantep ve Malatya’ya gidip DNA eşleşmesi için kan örneği veriyorlar ama yirmi gün, bir ay bekliyorlar hiçbir haber yok. Her gün DicleFırat Kültür Merkezi, MEYADER’de buluşup bir umutla bekliyorlar. Bu arada derneğin eşbaşkanı Ayşe Hanım, gelen cenazeleri kendi elleriyle yıkadıktan sonra ailelerinin görmesine izin veriyor. Nedeni, analar babalar karınları deşilen, uzuvları yakılan oğlanlarını, kızlarını öyle görmesinler diye. Ayşe Hanım nasıl dayanıyor bilmiyorum, o yüzüne kezzap atılmış, kadınlık organları parçalanmış cesetleri anlattığında gencecik bir insan hakları avukatı olan ve İnsan Hakları Derneği’nde çalışan Nevin dehşetle haykırıyor: “Yeter!” Evet, yeter ama bütün bunlar biz Günlerdir çocuklarının cenazesini bekleyen analarbabalar. lere bir uçuş mesafesiyle 1,5 saat uzakta olan bir coğrafyada yaşanıyor. Ve bekleyiş sürüyor... 6 yaşındaki Cansu bekliyor Merkezde anneler babalar çocuklarından haber beklerken, Cansu kız bir köşede sürekli cep telefonundan bir şarkı dinliyor. Ama sürekli dinliyor, yanına gittiğimde, bana bu şarkının ağabeyinin en çok sevdiği şarkı olduğunu söylüyor, belki şarkıyı duyup ağabeyi geliverirmiş. O böyle söylerken az ilerideki anne gözyaşlarını tutamıyor. Ağabey Şehmuz Akyol, Tahir Elçi’nin vurulduğu yerin yakınındaki bir markette çalışıyormuş, vurulup ölmüş, yani artık hiç gelmeyecek. Cansu bilmiyor, yirmi gündür annesi oğlunun cesedine ulaşmaya çalışıyor. Elazığ Adli Tıp Kurumu’na gitmişler yok, Gaziantep Adli Tıp Kurumu’na gitmişler yok. Kan vermişler gene ha ber yok. “Belki de” diyor Hanime Hanım, “Yıkılan yerlerdeki molozların içindedir. Ama onlar da gömüldü. Yok oldu oğlum.” “Benim kızım daha on beş yaşındaydı. Üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Öyle heyecanlıydı ki, ‘Anne,’ diyordu ‘öyle çok çalıştım ki, mutlaka istediğim yeri kazanacağım!” İstediği yer psikolojiydi. İnsanlara yardım etmeyi severdi bir de fotoğraf çekmeyi severdi. Valiliğin açtığı bir fotoğraf kursundan birincilikle mezun olmuştu. Ama o uğursuz gün kızımı yitirdim. Hani bir 18 saat sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı, o gün Rojin ben Sur’a gidip orada kalan arkadaşlarımla görüşeceğim demişti. Sınavlarda ne yapacaklarını konuşacaklardı. Gidiş o gidiş. Ben Rojin’in öldüğünü basından öğrendim. O gün bugündür yavrumun ölü bedeninin peşindeyim. Gaziantep’e gönderdik dediler, gittik, kan verdik, DNA eşleşmesi için ama hiçbir ses çıkmadı. Neden, nerede yavrum, artık çürümüştür, çünkü hiçbir Adli Tıp’ta o kadar ölüyü barındıracak soğuk hava depoları yok. Bize haber geldi Erzurum’da en az kırk ölü varmış. Onları sebzeleri, meyveleri bozulmasın diye koydukları kilerlere doldurmuşlar. Ama insanoğlu çürür, razıyım kemiklerini versinler ve benin gidip dua edeceğim bir mezar olsun. Bu boşlukta gibi, ölmemiş gibi ama ölmüş gibi.” Rojin’in annesi Fahriye Çukur buraya kadar dayanıyor, sonra sessizce gözyaşlarına bırakıyor kendini. Bir süre merkezdeki kişilerden hiçbir ses yükselmiyor, hepsi aynı acıyla iç geçiriyorlar yalnızca. Ve çocuğunun ölüsünü almak için otuz beş gündür bekleyen İhsan Bey, herkes adına konuşuyor: “Biz şu günlerde Kerbela’yı da yaşadık, 90’ları da yaşadık, Madımak’ı da yaşadık, bazen yaşamadığız ne kaldı diye düşünüyorum. İnsanlar neden yanımızda değil, biz onlara ne yaptık? Öyle bir propaganda yaptılar ki, çocuklarımız terörist ilan edildi. Oysa oğlum eline silah almamıştı. Tek suçumuz Sur’da yaşamak. Peki Sur vatan toprağı değil mi? Buradakiler insan değil mi?” Ya Cihan Akmeşe ne yapmıştı? Annesi soruyor, “Ne yaptı ki, öldürdünüz onu! Daha 13 yaşındaydı. Nereye gitti? Devlet değil misin benim kayıp çocuğumu bul. Bul!” Annelerin babaların yüreği öyle yanıyor ki, merkez adeta bir yas evine dönüşüyor. Bölgede yaşananların yası tutuluyor adeta. Bir büyük coğrafyanın yası. En çok kadınlar direndi! Bizlere en samimi biçimde acılarını anlatan insanlara hep aynı soruyu soruyorum. “Her yerde daha çok kadınları gördüm. Erkekler nerede?” Sorduğum acılı anneler, evleri yıkılmış kadınlar her şeye rağmen gülerek bana yanıt veriyorlar: “En çok biz kadınlar direndik. Erkekler hemen Sur’un dışına çıktılar ama biz evin direğiyiz, ev bizim mahremimiz biz sonuna kadar çıkmadık! Kendi içimizde bir dayanışma kurduk, kimimiz ekmek yaptı, kimimiz çocuklara baktı. İki mahallede evlerin hepsine mor perdeler diktik. Kalın mor perdeler, böylece odalarda rahatlıkla dolaşıyorduk, dışarıdan görünmüyordu. Sonra sağolsun iki fırın gizli gizli ekmek yaptı, dağıttı. Çocukları oyalamak için, evde kaç gün muhafaza edersin, biz de okul başlattık. Şöyle çocukları bir eve toplayıp, ders çalıştırıyorduk. Matematik çözdürüyorduk. Sonra bizde çok güzel masal anlatanlar var, çocuklar yan yana yatıyorlardı sırası gelen de onlara en güzel masalları anlatıyordu. Gece süren kurşun, roket atar ve uçak seslerine karşı, çocukların kulaklarına pamuk tıkıyorduk, kendimize de. Çünkü öyle güçlü patlamalar oluyordu ki, sağır olabilirsin. İki tane de doğum oldu. Bir kız bir erkek. Batıda yaşayanlara bir çift sözümüz var, insan ne kadar güç koşullar olursa olsun, dayanıyor. Ve kendisindeki güzellikleri görüyor. Yardım etme isteği, dayanışmayı görüyor.” Bu satırların yazarı “artık veda etmeliyim” diyor, o sırada İHD Diyarbakır Şubesi’nde çalışan Hidayet Bey, benim aracılığımla sizlere şöyle sesleniyor: “Gelip burada üç saat kalıp hemen dönmeyin, böyle çok heyet gördük, gelin bizimle yaşayın ve terörist olmadığımıza yakından tanık olun. Biz sadece bu ülkenin Kürt yurttaşlarıyız!” Bitti C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear