23 Mayıs 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Olaylar ve GOrUSler 16 [email protected] EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA Önce hukukun üstünlüğü ÜMİT KARDAŞ Emekli Askeri Hâkim Hukukun ölçülü, sürekli ve eşit uygulanması hak duygusunu besleyen bir etkendir. Bu nedenle mahkeme kararlarına karşı istinaf, itiraz, temyiz gibi kanun yollarıyla, bireysel başvuru yolu kabul edilmiştir. Hukuk düzeni belirli nedenlerle, belirli süreler içinde, söz konusu yollara başvurmayı öngörmüştür. Bu kabul adaletin sağlanması amacına yöneliktir. Hukuk güvenliği Hukukun diğer önemli bir işlevi hukukun amacıyla bağlantılıdır. Hukuk insanın yarar, çıkar, geleneksel ve tarihi amaçlarına hizmet eder. Ancak hukukun asıl hedefi olan adaleti gerçekleştirme amacını bu anlamdaki ampirik amaçlarına feda etmemek gerekir. Kuşkusuz hukuk toplumun ve bireyin korunmasını, hak ve özgürlükleri tehdit eden tehlikelerin önlenmesini, idari organizasyonun pratik amacına uygun şekilde işleyebilmesini, suçlarla etkili şekilde mücadele edilmesini, davaların zaman ve masraf bakımından zarara neden olmayacak şekilde düzenli ve hızla yürütülmesini amaçlar. Ancak bütün bunları amaçlarken hukukun gözeteceği hedefamaç adalet, özgürlük ve insanlık idesidir. Hukuk siyasileşirse... Eğer bu hedefamaç gözetilmezse hukuku çıkar, yarar ve bir siyasetin aracı durumuna düşürmüş oluruz. Hukukun siyasileşmesi ve idarileşmesi adaletin yitirilmesi demektir. Hukuk siyasetin ve bürokrasinin bir aracı değildir. Aksine siyaset ve bürokrasi hukuki bir te Hâkime güven hukuk güvenliğine dayanmaktadır. Çünkü insanlar hâkimin kararlarında sübjektif veya siyasi bir eğilimin değil, objektif hukukun belirginleşmesini isterler. niyet) değerleridir. Barışa hizmet etmelidir Hukukun siyasileşmesi ve idarileşmesi adaletin yitirilmesi demektir. mele dayanmalıdır. Bu nedenle siyasi güç kullananların hukuku araçsallaştırmaları, hukuk uygulayıcılarını kişisel ve siyasi hesapları uğruna adalet hedefinden uzaklaştırmaları, korku ve tehdit yoluyla baskılayıp teminatlarını (yargılanacak kişilerin hukuk güvenliği bakımından tanınmış olan) yok etmeleri kabul edilemez. Bu durum açıkça meşru hukukun dışına çıkarak iktidarın meşruiyetini kaybetmesi anlamına gelir ve söz konusu fiiller anayasayı ihlal suçunu oluşturur. Hukukun anlamı unutulmuş, güce ve siyasete alet edilmiş ola bilir. Bu anlamda bundan zarar görecek olan toplumdur. Böyle bir durumda toplumda uyumsuzluk ve huzursuzluk artacak, yaratıcılığın ve kültürün gelişmesi engellenmiş olacak ve toplumun geleceği de tehlikeye düşecektir. Buna karşılık hukuk nihai hedefine yönelik olarak görevini yapınca toplumda uyum, denge ve huzur sağlanacak ve gelişmenin yolları açılmış olacaktır. Bir toplumun hukuk toplumu olabilmesi için özgürlük ve adaletin gerçekleşmesi zorunludur. Hukukun ahlaki ideali de adalet ve insan onuruna yaraşır davranış (insa Hukukun bir diğer işlevi de barışı sağlayacak bir ortamın yaratılmasıdır. Toplumun barış içinde yaşayabilmesi barış sever bir hukuk düzeninin kurulmasına bağlıdır. Bu nedenle hukuk düzeni değişik inanç ve düşüncelere sahip bireyle rin bir arada yaşayabilmelerine olanak sağlayacak nitelikte olmalıdır. Kimlik farklılıklarına saygıyı oluşturacak bir hukuk düzeni oluşturmak zorunluluktur. William Connoly “Kimlik ve Farklılık” isimli yapıtında demokratik kimlik siyasetinin ne anlama geldiğini anlatıyor. “Demokratik bir kimlik siyaseti, aşkın gerçeğe sahip olduğunu iddia eden bir komuta etiğine karşıdır. Kendisinin ve dünyanın belirsizliğinin farkında olan, tartışmaya açık, bu yüzden de kendisine belli bir mesafe ve ironiyle bakan, ötekine özen gösteren ve yaşamın zenginliğine saygı duyan bir etiğe dayanır.” Bu nedenlerle adalet ve eşitlik gibi etik değerlere dayanan ve bu değerlere ulaşmayı hedefleyen hukukun bu anlamda barışın ahlakiliğini sağlaması görevidir. Bunun sağlanamadığı yerde barış tehlikededir. Ve bireyi hiçe sayan bir hukuk düzeni hukuk adını taşımaya hak kazanamaz. Bu durumda devletin kullandığı şiddet de hukukun dışında kalır ve güç kullanıp uygulayanlar meşruiyet dışına çıkmış olurlar. Gökdelenlere karşı olmak Prof. Dr. METE TAPAN İstanbul Arel Üniv. Fen Bil. Enst. Müdürü Bu tür yanlış değerlendirmelere üzülsem de maalesef yapılacak çok fazla bir şeyin olmadığının bilincindeydim. Ancak, bu yazımla, söz konusu konuya bir açıklık getirmek istiyorum. “Keşke yukarıdaki değerlendirme doğru olsaydı.” Neden karşıyım? Başka bir deyişle, ben bundan böyle İstanbul’da nerede olursa olsun gökdelenlerin kentsel doku içinde hepsine karşıyım... Topyekün karşı olmamın başlıca nedenleri şunlardır: l İstanbul’da, gökdelenler bir imar planı çerçevesinde tasarlansa da, imar planlarında verilen inşaat emsali tasarımın en önemli, çoğu kez de tek plan kriteri olarak değerlendiriliyor. Yapının yüksekliği serbesttir ifadesi de imar planında yer aldı mı, projeler bazı kurullardan geçse de söz konusu gökdelenin kent siluetini nasıl etkileyeceği konusu yeterince araştırılmadan yapımına izin veriliyor. Topoğrafya okunmuyor l Kent siluetinin İstanbul’un, hem Avrupa, hem de Asya yakasında son on beş yılda nasıl değiştiğini hepimiz tanık olduk. Adeta, İstanbul Beyoğlu yakası tanınmaz hale geldi. Gökdelen uygulamaları olmadan İstanbul’un doğal topoğrafyasını okumak olanaklı idi, bugün ise bu topoğrafyanın gökdelen çatı uçlarının birleştirilmesinden oluşan bir çizgi nedeniyle algılanması olanaksızlaştı. Ne doğal tepeleri ne de vadiler fark ediliyor. Şanghay, Hong Kong olmayı marifet zannetik, keşke örnek olarak Viyana’yı, Berlin’i veya Londra’yı alsaydık. Altyapı sorunları l Bilindiği gibi gökdelenler bulundukları yerlerde noktasal olarak her türlü yoğunluğu artıran bir unsurdur. Mevcut kent içi nüfus ve yapı yoğunluğunun gerekti Yıllardır gökdelenlerle ilgili olarak mimarlık etkinliklerinde ve çeşitli yazılarımda hep dile getirdiğim “ben gökdelenlere karşı değilim, ancak gökdelenlerin yapıldığı yerleri uygun bulmuyorum” şeklindeki söylemim birçok kişi tarafından, benim genelde gökdelene karşı olduğum şeklinde dillendirilmiştir. Peki, ya şimdi? İstanbul’un siluetini gökdelenler ile yok etmek demek, kentlinin belleğini silmektir. ği gibi İstanbul’umuzun yine mevcut altyapısı tarafından yeterince karşılandığı söylenemez. Bu yetersiz sistemin gökdelenlerce noktasal olarak yüklenmesi kentin altyapı koşullarını daha da olumsuz hale getirmektedir. Bu olumsuzluğu İstanbul’un kent içi ulaşım sisteminde çok açık bir biçimde görüyoruz. Bazen 2 veya 3 km.’lik uzaklık için özel araba ile 1 saat harcıyoruz. Kuvvetli bir sağanakta, rögar kapaklarından sular fışkırıyor ve bodrum katlarını su basıyor. Mikro klima l Gökdelenlerin var olan kent içi dokusunda inşa edilmesi, çevresindeki yapıların güneşini, rüzgârını, kısaca bölgenin mikro klimasını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla, gökdelenler kentlilerin yaşam kalitesini bozmaktadır... Ekonomik etkisi l Yukarıda değindiğim noktalar dışında topyekün gökdelene karşı olmamın diğer nedenleri arasında, gökdelenlerin sosyolojik ve ekonomik olumsuz gelişmelere aracı olmasıdır. Öncelikle, yapıların üretim maliyeti, 78 katlı yapılardan çok daha fazladır. Ayrıca, yapıların (işletme) giderleri, örneğin güvenlik giderleri, yangına karşı alınan önlemler, asansörlerin bakım ve onarımı temizlik giderleri çok yüksektir. Yine gökdelenlerde kira bedelleri de yüksek olup, tüm bu giderler hizmet ve üretim bedellerine ve mallarına yansımaktadır. Ayrıca, gökdelenlerin dünyada esas çıkış noktası, bu yapıların prestij yapısı olmasıdır. Başka bir deyişle, bazı kişilerce veya kurumlarca bu yapılarda çalışmak, bu yapılara sahip olmak kendilerine prestij sağlamaktadır. Bu görüş veya gözlem yanlış değildir. Ancak, sosyal yönden de haksız rekabet doğuran bu durumdan da mutlu olmayan birçok işadamının da varlığı unutulmamalıdır. Kuşkusuz, bu tür görüşlerin sosyal adalet sorunsalını çözmüş ülkelerde pek anlamı yok olsa da, bizim gibi ülkelerde bu konuların tartışılmasının halen güncel olduğu düşüncesindeyim. Sonuç olarak, bugün İstanbul’da ve bu imar etkinlik sistemi içinde, özellikle de kent dokusu olan bölgelerde gökdelene karşı olduğumu, bir kez daha belirtmek isterim. İstanbul’un, tarihi kent dokusunu ve siluetini yok etmek demek, kentlinin belleğini silmekten başka bir şey değildir. İnsanların anıları, onları gerçek kentli kılan en önemli öğedir. Artık, bu gökdelenlere dur diyelim... İstanbul’u tanınmaz hale getirmeyelim! KÜLTÜR SANAT Cumartesi 2 Nisan 2016 Zaha Hadid, kendi imzasını taşıyan bir yapı önünde. Bu dünyadan Hadid geçti Türkiye, Zaha Hadid’i Kartal’ın dönüşümü için açılan, nedense Türk mimarlarına kapalı, sınırlı yarışma üzerine tanıdı. Mimar o yarışma sonucunda birinci seçilmişti. DOĞAN HASOL Ünlü mimar Zaha Hadid’in ani kaybı mimarlık dünyasında şok yarattı. 1950’de Bağdat’ta doğmuştu Irak kökenli mimar... Londra’da okumuş sonra da İngiliz uyruğuyla büyük başarılara tırmanmıştı. Kendisiyle ilk karşılaşmamız Ağa Han Mimarlık Ödülleri Jürisi’nde bulunduğum 2001 yılında oldu; Zaha o yıl ödülün yönetimindeydi. 2002’de Roma’daki Pritzker Ödül törenine paralel olarak o günlerde American Academy’nin düzenlediği panelde ikimiz de konuşmacıydık. Panelin konusu: “Küreselleşmenin Mimarlığa Etkileri” idi. Zaha, dünyaya artık epeyce açıldığı için, “küreselleşme”nin tam bir savunucusuydu. Bense, küreselleşmenin yerel renkleri yok etmemesi gerektiğini savunuyordum. En önemli mimarlık ödüllerinden biri olan Pritzker ödülü, izleyen günlerde, Ağa Han Jürisi’nde birlikte çalıştığımız Avustralyalı Mimar Glenn Murcutt’a verilecekti. Aynı ödülü iki yıl sonra Zaha kazandı ve o ödülü kazanan ilk kadın mimar oldu. Başarıları ve ünü arttıkça ödüller ardı ardına gelmeye başladı. İngiltere Kraliyet Enstitüsü RIBA’nın altın madalyasından sonra, İngiltere’de erkeklere verilen “Sir” unvanının eşdeğeri “Dame” unvanının sahibi oldu. İstanbul, Zaha’yı birkaç yıl sonra Kartal’ın dönüşümü için açılan, nedense Türk mimarlarına kapalı, sınırlı yarışma vesilesiyle tanıdı. Zaha o yarışmada birinci oldu. Zaha’nın mimarlık tarzına gelince... Önceleri o dönemde geçerli Öklid geometrisinin elverdiği biçimler söz konusuydu. Bilgisayar destekli olanaklar geliştikçe yepyeni, cüretkâr, parçalı geometrilere açıldı. Eskiden ütopik sayılan biçimleri, tasarım, hesaplama ve yapım bakımından olanaklı kılan bilgisayar zenginliğinden yararlanıyordu. Bu anlamda geniş bir kadrosu vardı. Kuşkusuz, işverenlerin çağdaş anlayışı ve desteği de söz konusuydu. Yapıtları, artık “ütopik” değil, “neofütüristik” (yeni gelecekçi) diye adlandırılıyordu. Bakü’deki Haydar Aliyev Kültür Merkezi, Çin’deki Guanzhou Opera Binası, bu yıl tamamlanacak Dubai Operası, 2020 Tokyo Olimpiyatları için tasarladığı, bir uzay gemisini andırır Stadyum son yapıtlarından örneklerdir. Zaha’nın çalışmaları çağdaş özgür düşüncenin, kalıpları, üslupları reddeden “çoğulculuk” anlayışına uygun düşüyor. O özgür yaratma ortamı, bizdeki tutarsız şehircilik anlayışları ve SelçukluOsmanlı taklidine dayalı eskiye öykünen mimarlık istemlerinin baskı ve dayatmaları altında ezilen mimarlık dünyamızdakinden çok farklı. Ne diyelim?.. “Bu dünyadan Zaha geçti...” İz bırakarak. Barthes’dan eleştiri manifestosu Fransız filozof Roland Barthes’ın kendisine yöneltilen eleştirilere cevaben 1966 yılında kaleme aldığı “Eleştiri ve Hakikat” kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Birçokları tarafından Yeni Eleştiri’nin manifestosu olarak ka bul edilen “Eleştiri ve Hakikat”, edebiyat yapıtının metin odaklı okumasını öneren ve eleştirinin de ancak bu perspektiften yaratıcı bir üretkenlik ortaya koyabileceğini öne süren Barthes’ın en önemli eserlerinden biri. Roland Barthes Aktörden alkış alan ‘şiddetli’ mesaj Van Devlet Tiyatrosu’nda 13 yıl görev yaptık tan sonra, İstanbul Devlet Tiyatrosu’na tayin olan ödüllü aktör Süleyman Atanısev, ön ceki gün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nin düzenledi ği ödül töreninde, Tiyatroda En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. Tören sunucusu Yelda Kırçuval’ın kadına şiddeti kına dığını belirttiği anlardan sonra, ‘O Hayat Benim’ dizisindeki İlyas karakteri ile de tüm dikkat Atanısev’in konuşmasındaki mesajı büyük alkış aldı. leri üzerine çeken Atanısev’in “Ülkemizde sadece kadına şiddet yok, her türlü şiddeti kınıyoruz” cümleleri de tüm salon tarafından ayakta alkışlandı. Sanatçı daha önce 17’nci Afi fe Jale Tiyatro Ödülleri’nde ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ve 18’nci Sadri Alışık Ödülleri’nde ‘En İyi Komedi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ödülünü almıştı. l Kültür Servisi C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear