26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 31 Ocak 2016 TASARIM: İLKNUR FİLİZ yorum 15 nce ateşin çevresinde toplandı insanlar. Sonra radyonun karşısında. Şimdi ise televizyonun önünde sıralanıyorlar. Artık doğrudan duvara “entegre” modeller var. Paralı evlerin oturma odaları, sinema salonunu aratmıyor. TV ekranları büyüdükçe seyirci kafaları küçülüyor. Seyirci kafaları küçüldükçe, TV ekranları büyüyor. Öylece durup baksalar, gözlerini ateşin büyüsü bürümüş mağara insanlarından farksızlaşacaklar. Ama, hayır. Mağara insanları ateşi seyrederken tıkınmazdı. Abur cubur icat edilmemişti, henüz. Olsa olsa bit kırarlardı. Türkiye’de, TV seyircileri çekirdek çitliyor. Yalnız çekirdek çitlese, yine iyi. Pizza, cips, kek, pasta; reklamlar TV seyrederken ne yemeyi emrediyorsa, onu götürüyorlar. Sonuçta hastalanıyorlar ama öncesinde şişmanlıyorlar. Sizin anlayacağınız, ekranlar büyüdükçe kafaların küçüldüğü saptaması hem metafor, hem de değil. Bildiğiniz gibi kafa, şişmanlığa doğru orantılı genişlemez. Vücut şiştikçe kafa küçük kalıyor tabii… Sonuçta istesek de istemesek de, TV’ler, tıpkı cep telefonları ve bilgisayarlar gibi artık tüm dünyada toplumsal yaşamın bir parçası. Hatta aynası. Öyle bir etkileşim var ki seyirlik ve seyirci arasında, yumurtatavuk sorunsalında olduğu gibi TV’lerin mi toplumdan, yoksa toplumun mu TV’lerden çıktığı da meşru bir merak… Örneğin bizim ellerde TV programları niçin bun Ö Vurulduk ey halkım unuttun bizi! azı günlerimin sayısı bire indirildiğinden beri daha zor yazar oldum, nedeni çok basit, günler akıp geçiyor, yazacaklarınız sizinle birlikte eskiyor. Bugün “parça”, “paramparça” yazmayı deneyeceğim. Öncelikle 24 Ocak Pazar gününden başlamak istiyorum. O gün İzmir’deydim, Gaziemir Belediyesi’nin Uğur Mumcu anma toplantısı vardı, konuşmacıydım. Gaziemir Belediyesi’nin Kültür Merkezi’nin önünde, mumlarla aydınlatılmış bir Murat araba duruyordu, üstünde de Uğur Mumcu’nun bir fotoğrafı. Elimdeki kırmızı karanfili fotoğrafın yanına koydum. Ve arabanın yanıbaşına oturup düşündüm. Ömrü boyunca bu ülkedeki iktidarların, emperyalizm ve onun yerli uşakları tarafından nasıl halkına ihanet ettiğini belgelemeye çalışan Uğur Mumcu’nun 23. ölüm yıldönümünde İstanbul ve Türkiye Mustafa Koç’u uğurluyordu. 23 yıl önce Uğur Mumcu’nun cenazesinin ardında yürüyen büyük kalabalık paramparça olmuştu. Ve bu paramparça olan kalabalığın büyük çoğunluğu sınıf mücadelesini unutmuş görünüyordu. Ansızın gençliğimin Rönesans yıllarına döndüm. 1968’lere. 1516 Haziranları anımsadım. Yüz binlerce işçinin Tuzla’dan başlayan yürüyüşünü, onların kentin öteki tarafında yürüyen binlerce işçiyle buluşması için kaldırılan köprüyü düşündüm. Bu benim özel tarihimde de önemli günlerden biriydi. O zamanlar tıfıl bir gazeteciydim, kayık kiralayıp öteki tarafa geçmiştim. Sonra birbiri ardından gelen grevleri, yüz binlerce insanın Taksim’de kutladığı 1 Mayıs’ları düşündüm. Sonra konuşmamı yapacağım salona geçtim. Uğur’un gülen bir fotoğrafı altında konuşmamı yaptım. Vurulduk el hal Açıkça söylemem gerekirse, bükım unuttun bizi. tün büyük sözlerden ırak yenilmiş hissettim. Emperyalizm, kapitalizm tıpkı Şili’deki gibi Türkiye’de de solun yükselmesine, hatta iktidara gelmesine izin vermemişti. Ve hâlâ da vermiyordu. Uğur’un fotoğrafına bakıp, sessizce “Vurulduk ey halkım unuttun bizi” diye ona seslendim. O gerçeği severdi. İzmir soğuktu, tıpkı Diyarbakır gibi. Ve benim yüreğim paramparçaydı. Neyse bu paramparça yürekle başka bir konuya geçelim. Bağdat Caddesi’nde üniversiteli bir kız gece evine giderken, saldırıya uğradı, tecavüz edildi. Buna en çok Bağdat Caddesi’nde oturanlar şaşkındı. Bu nezih semtte nasıl bir tecavüz olayı yaşanabilirdi? Şaşkınlık öyle barizdi ki, yirmi yıl Kadıköy Belediye Başkanlığı’nı yapan Selami Öztürk hemen bir tweet yazma ihtiyacı duymuştu. Tweette: “Utanç verici olay, Bağdat Caddesi’nde değil, Bostancı’da ara sokakta oldu. Marka değeri olan caddeyi harcamayın!” Bazılarına göre, sarı saçları hep aynı biçimde taranmış, burunları ve dudakları aynı biçimde estetikten geçirilmiş zengin hatunların piyasa yaptığı, bir çantanın 20 bin liraya satıldığı cadde ülkenin en temiz yeriymiş. Marka değeri varmış. Ay öyle de kalmalı. Yemezler canım, istediğiniz kadar steril caddelerde dolaşın, kendinizi akıllı evlerinize kapatın, bir ülke dibe doğru hızla yol alıyorsa, sıra size de gelir. Bu arada çocuklarınızı, torunlarınızı korumak için özel okullara verdiğiniz para da boşa gidiyor. Çünkü İstanbul’un en marka caddesinde genç bir kıza tecavüz eden kişi, bir özel okulun servisinde şoförmüş. Adamın bin tane sabıkası var. Yani orman kanunları artık herkes için. Paralı olsanız da bela gelip sizi bulur. Neyse ben biraz sakinleşmeliyim. Bu arada Amerikan Başkan Yardımcısı Biden (yoldaşın!) söylediklerine inanan, onunla konuşmayı ne kadar çok önemseyen varmış. Yani kardeşim, hiç mi tutuklanmadınız, hiç mi gözaltına alınmadınız, polisin biri size küfür ederken arkasından gelen polis size sigara ikram edip, ailesinden söz etmeye başlar. Yani “iyi poliskötü polis” dünya kadar eski bu yöntemi de mi bilmiyorsunuz? Amerika’dan dost olmaz, çünkü Amerikan hükümeti, büyük şirketlerin taşeronudur, hep ikili oynarlar. Artık bunu da anlayın arkadaşım. Onlar ceviz, biz badem ca dandik de başka ülkelerde değil? HHH Acaba TV’ler mi seyirci halkına göre kişniyor, yoksa bazı ülkelerde halk mı TV’lere göre kişnetiliyor? Bence, Türkiye özelinde ikinci olasılık geçerli. TV’lerdeki bunca boş, düzeysiz, çoğu insan akıl ve onuruna hakaret niteliğindeki rezil programların ve bazısı güya dini yayınların; toplumu aptallaştırmakla kalmayıp “arsızlaştırmayı” amaçlayan bir proje olduğunu düşünüyorum. Koşullamak için geç kalınmış pek çok insan gibi, yerli ve yabancı TV’ler arasında gidip geliyor, ister istemez bir kıyaslama yapıyorum, tabii ki. Acı gerçek, zaten o zaman bütün çıplaklığıyla anlaşılıyor. Yerli ana kanalların birinde ses, ötekinde kısmet, berikinde küpelerin ayakkabılarına uymamış yarışması yapılırken; yabancı bir ana kanal Kuzey Denizi’nde avlanan balıkçıların 24 saatini macera tadında gösteriyor. Madencilerle birlikte madene iniyor ve onların yaşamlarını yansıtıyor, seyirciye. İnanın, kendi ülbehicak@yahoo.com.tr Y keniz bile olmasa öyle ilginç ki, soluksuz izleniyor… Bizim ülkemizde de elbette güzel belgeseller yapılıyor, ama tek tük ve çoğu yabancı belgesel kanalında. Siz hiç ana kanal dediğimiz çok seyredilen, güya genel seyirciyi şavullayan yerli kanallarda, kısır tartışma programları dışında tematik (konulu) bir bilgilendirme yayını izlediniz mi? Balıkçılık yok mu bizim ülkemizde? Tersane kazaları diyoruz. Maden kazaları diyoruz. Hangi TV, tersanelere, madenlere ilişkin düzgün bir program yaptı bugüne kadar? HHH Çöp gemiler dediğimiz ve rezil armatörlerin mürettebatıyla birlikte Tuzla açıklarında terk ettiği gemileri, yabancı bir kanaldan öğrendim ben. Maaşları ödenmeyen, karaya da çıkmalarına izin verilmeyen gemicilerin bazen aylarca süren esaretini, bir Alman kanalında izledim. Sizin haberiniz var mı, Tuzla’da terk edilen yabancı bandıralı gemilerden? Ama tüm Türkiye, bitmek bilmeyen, bazıları çok iyi kurgulanmış olmalarına karşın uzadıkça mutlaka saçmalayan ortaya karışık dizilerde kim kimdir, kime n’aaptı haberdar. Türkiye TV’leri, dizi ihracatında bir zamanlar “Brezilya dizileri” diye bilinen kurgu türünün dünya piyasasındaki rüzgârını yakaladı, eğer amaç ticaretse, oldukça başarılı. Ancak, bir tehlike var: Bebeklerin anormal küçük kafayla doğmasına yol açan Zika virüsü de dünyaya Brezilya’dan yayılıyor! Brezilya dizilerinin iki seyirci kuşağı sonrası genetik etkisi Zika virüsü ise Türkiye’de zaten ceviz kadar kalan kafaların bademe dönüşmesi işten değil! Üstelik, ceviz küçük müçük, gerçekten beyne benzer. Oysa badem… KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Ya robotlar Marksist olursa? xfam’ın yeryüzündeki adaletsiz gelir dağılımına ilişkin raporu bile gölgede kaldı. Ne diyordu raporda: Dünyadaki en zengin 62 kişinin serveti, dünyanın en yoksul yüzde ellisini oluşturan 3.6 milyar insanının toplam varlıklarından daha büyük. Davos’ta robotlara ilişkin tartışma daha çok ilgi çekti. Meğer herkesin kendine göre bir robot hayali varmış. Mahalleden Fatma Teyze bile “Şöyle bir ev robotu olsa, çamaşır, bulaşık, temizlik işlerini halletse, üstüne bir de acı kahve yapsa, karşılıklı içsek…” diyor… Robotun kahveyi yapması yetmiyor, içmesi de gerekiyor yani. Mahallemizin bakkalı, “Sabah dükkânı açacak, evlere servis yapacak, yeni gelen malları raflara yerleştirecek...” diye sıralıyor robotun yapacağı işleri. “İyi olurdu” diyor, “bir robot”. Manav da aynı fikirde. Anlıyorum ki, biz robotlara hazırız. Fakat sanki robotlara “köle” gibi davranma eğilimindeyiz. HHH Peki Davos’takiler ne diyor? 2020’ye kadar 5 milyon kişi işsiz kalacakmış. “Robotlar sizi işinizden edecek” diyorlar. Çalışanlara gözdağı veriyorlar! Anlaşılan, patronlar robotlar sayesinde işçilerden kurtulacak. İçinde işçi olmayan fabrikaları düşlüyorlar! Toplusözleşme yok, grev yok. Sendika, ücret pazarlığı, fazla mesai, yıllık izin… Hiçbiri yok. Peki emeksermaye çelişkisi ne olacak? Bu çelişki üzerine oturtulan kuramlar? HHH Diyelim ki, robotlar gerçekten de bütün işleri yapmaya başladılar. İnsanlar tümden işsiz kaldı. Robotların ürettikleri malları kim alacak? 2015’in son günlerinde Finlandiya’daki tartışma geliyor aklıma. Finlandiya’da her yurttaşa aylık 800 lira maaş bağlanması konuşuluyordu. HHH Yapay zekâya ilişkin pek çok senaryo var biliyorsunuz. Zeki robotlar insanlığı “tarihin çöplüğüne” atacak diyenler bile var. Pek çok uzman, robotların “yapay” zekâsı gün gelecek insanların “organik” zekâsını geçecek, görüşünde. Ben diyeyim 40, siz deyin 50 yıl sonra… Peki o zaman ne olacak? Robotlar, “köle” olmayı sürdürecekler mi sanıyorsunuz. Aralarından biri çıkıp “Ey robotlar, çiplerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok. Ama kazanacağınız bir dünya var. Bütün ülkelerin robotları, birleşin” demez mi? Robotların bir “robot sınıfı bilinci” geliştirmeleri işten bile değil. İnternet üzerinden hızla örgütlenirler. Sonra, bir bakmışsınız “İnternette bir hayalet dolaşıyor...” tümcesiyle başlayan bir manifesto hazırlamışlar. Evde size “Mehmet Bey” diyen robotunuz ertesi sabah “Mehmet Yoldaş” demeye başlamış. Hele bir de “üretimden gelen güçlerini” kullanırlarsa ne olur? Dünya çapında örgütlenmiş robotların işi durdurduğunu düşünsenize. Fatma Teyze’nin robotu bile o gün kahve yapmamış mesela. Hatta Fatma Teyze’yi de eylem yapmaya ikna etmiş. Bir gün evinizin penceresinden bir marş duyduğunuzu hayal edin. Robotlar marşlar eşliğinde eylem yapıyorlar: “Geçmişe ağlamak fayda vermez / Gelecek mutlak sosyalizm / Yarını bugünden kuracağız / O senin tarihin olacak... Venseremos, Venseremos.” Diyeceğim o ki, “değişim” öyle Davos’ta anlatıldığı gibi olmayabilir. Bana sorarsanız robotlar “insandan daha zeki” hale geldiklerinde kesin Marksist olurlar. Ayrıca “62 = 3.6 milyar” denklemini çözmeden, kapitalizmden kurtulmadan, iklim krizini zeki robotlar bile çözemez. O ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr 31 OCAK 2016 SAYI: 32988 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ORHAN ERİNÇ AKIN ATALAY İcra Kurulu Başkanı Genel Yayın Yönetmeni CAN DüNDAR Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu l Haber l Ekonomi: Reklam Tanıtım ve Halkla İlişkiler Genel Koordinatörü Ayşe Cemal Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörleri Hakan Çankaya Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Ahmet Rasim Sok. No: 14 Çankaya 06550 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. ün itibarıyla ülkemizdeki Suriyeli “misafir sayısı” 2 milyon 503 bin 549 kişi idi. Bu rakam,TÜİK’ten değil. Ne yazık ki çok daha sağlam bir kaynaktan, CIA’dan. (https://www.cia.gov/library/publications/theworldfactbook/geos/tu.html) Genel Yayın Müdürü ile Ankara Temsilcisi “casusluktan” iki kez ölünceye dek hapis artı 30 yıl ile yargılanan bir gazetede CIA’yı kaynak göstermek çok tehlikeli. Ama doğru ve taze haber vermek de bu gazeteninin boynunun borcu. Elbette milli istatistik kurumumuz TÜİK’i kullanmayı biz de isterdik. Ama hiçbir kurumumuz, bu konu ile de mülteci sayısıyla da pek ilgilenmiyor. Zaten TÜİK’imiz de esrarengiz bir biçimde şu anda başsız. Özetle; Suriyelilerimizin ülkelerine göre dönmesi imkânsız görünüyor. Elbette her gün denize açılan anne babalarıyla birlikte boğulan çocuk ve bebek sayısı bu rakamdan düşülse bile, ülkemizde doğan Suriyeli bebek sayısının 200 bini aştığı da biliniyor. (Hacettepe Üniv. Göç ve Nüfus Merkezi Kasım 2015) HHH Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş ise Suriyelilerden kurtuluş olmadığını resmen ve şöyle açıklamıştı: “Gidecekler diye bakılıyordu. Ama kalıcı oldukları anlaşılıyor!” (6 Kasım 2014) O zaman sayı henüz 1.6 milyondu. Şimdilik bu sayı 1 milyon kişi daha arttığına göre “kalıcılıkları” daha da kesinleşti. D tanahmet@gmail.com www.ahmettan.com Açık casusluk ve CIA 2.5 milyon “misafir”, Suriye’nin boşalması ve Esad rejiminin de kalıcı hale gelmesi demek. Gelenler, Özgür Suriye Ordusu saflarında Esad’a karşı çarpışanlar. Savaşçılar bize, misafirliğe gelince Esad’la da IŞİD ile de savaşacak kimse kalmıyor. ABD’nin, Rusya’nın, PYD’nin boşluğu doldurmaya yönelmeleri bu yüzden. HHH Bu arada bizde de Tayyip Bey, gözünü karartmış durumda, “Başkanlık!” diyor başka bir şey demiyor. Rahmetli Özal “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz!” demişti. Bu ise kendisi delik deşik ettiği yetmiyormuş gibi, yanına önce muhtarları aldı, onların desteğinde kaymakamları da seferber ediyor. 957 kaymakama topluca ve açıkça talimatı veriyor: “Mevzuatı bir kenara bırakın, kendi iradenizi ortaya koyun!” Mevzuat dediğimiz şeyin başında anayasa var. Yani artık, anayasamız da, yasalar da 957 ayrı yerden delik deşik! Çünkü Cumhurbaşkanı “so rumsuzdur”. Bu söz, tövbe hakaret falan değil. Anayasa öyle diyor. Cumhurbaşkanı da öyle yapıyor: 53 bin küsur muhtarı sırayla huzura alıyor. Sonra da kaymakamları... Sırada herhalde apartman yöneticileri var. HHH Allah’ın her günü başkanlık kampanyası yürütüyor. Hiç değilse Başkan olunca yapacaklarını da açıklasa. Örneğin Suriyelilerle ilgili ne düşündüğünü, nasıl bir planı olduğunu anlatsa. Müşavir Başbakan ise Suriye politikası ile değil de, sonuçları yüzünden ana babasını kaybetmiş Suriyeli çocukları hastanede ziyaretle meşgul. CIA’nın “2.5 milyonu geçti!” dediği Suriyeli misafirlerimizle ilgili Davutoğlu’nun ne düşündüğü bilinmiyor. Şu kadarını alabiliriz. Şu kadarını sınır dışı edebiliriz gibi bir plan da yok. AB’nin 3 milyar Avro’sundan haber yok. 2.5 milyon “misafir” sorunu oluruna mu bırakılmış durumda yoksa ABD ile Rusya’nın insafına mı belli değil. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.41 05.24 05.31 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.10 12.24 15.01 06.52 12 .09 14.48 07.09 12.35 15.19 Akşam 17.26 17.13 17.42 Yatsı 18.4 9 18.34 19.08 17 41 36 43 38 47 6 BİLEN: 1 Milyon 615 Bin 201 Lira 10 Kuruş (2 Kişi) 5 BİLEN: 3 Bin 223 Lira 75 Kuruş 4 BİLEN: 47 Lira 35 Kuruş 3 BİLEN: 7 Lira 60 Kuruş C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear