29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 KASIM 2013 SALI 8 GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK n Baştarafı 1. Sayfada Tabii baş aktör RTE: Bu kez iki yardımcı aktör; büyük Kürdistan hayaliyle kıvranan Türk düşmanı aşiret reisi Mesud Barzani ile 38 yıldır yurtdışındaki şarkıcı Şivan’ın desteğiyle “yurtta barış” sloganını AKP’nin seçim propagandasına dönüştürdü. Zaten RTE’nin yazar çizer çırakları da iki günlük sözüm ona çözüm ve barış gösterilerinin seçim kampanyasının bir parçası olduğunu iddia eden açıklamaları yalanlamıyorlar. Seçim propagandası değildiyse RTE konuşmasında Güneydoğu seçmenine Barış ve Demokrasi Partisi aleyhine neden verdi veriştirdi? Neden bölge halkına süreci beğendirmek için Kürdistan sözcüğünü kullandı ilk kez? Diyarbakır’ı Amed diye anmadığı kaldı. Bunu da gelecek sefer bölgede yapacağı seçim gezilerine bıraktı herhalde. HHH Fakat açık seçik gerçek ortada: RTE, seçimlerde partisi adına Kürt oylarını artırmak amacıyla konuşuyor. Üstelik toprak bütünlüğünü korumakla görevli Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı bu insan! Ülkeyi bölmeye hevesli, en azından bu topraklarda, K. Irak’ta Barzani’nin özel yönetimine benzer, Güneydoğu’da da özerklik peşinde olanlara iddialarını destekleyecek malzeme verdiğinin bugün farkında değil herhalde. HHH Barzani’nin hangi amacın peşinde olduğunu dün kimi gazeteler yayımladıkları bir harita ile yeniden gözler önüne serdiler. Bu gerçek yeni bir şey değil. 1900’lerin son 20 yılında devlet, Barzani’nin hangi amacın peşinde olduğunu saptadı. O yılları başbakan dahil pek çok sorunmlu kişiden, bakandan dinledim. O günlerde Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında sivilaskerin birleştikleri ama yaşama geçmesine asla fırsat vermedikleri Barzani’ye, bugün RTE, beklediği fırsatları sunuyor. Şayet devlet arşivi dikkatle, tabii ülkenin bölünmesine duyarlı kişilerce incelenirse; Barzani’nin sahneye çıktığı günden beri Artvin’den Mersin’e çizilecek çizginin doğusunda kalan, o zaman sayısı 20 kabul edilen Türk illerini, Barzani’nin Büyük Kürdistan’a mal ettiği haritalara, bilgilere rastlayacaklardır. RTE ve kadrosu, Barzani’nin barış sürecini hararetle desteklemesinin gerisinde hangi planın yattığını çözümlemeye ya da saptamaya çalıştı mı acaba? Yoksa gözleri çözüm sürecinin başarısında Barzani ve Öcalan’a takılı; bıraktık kısa vadeli düşünmeyi, orta ya da uzun vadede Kürt sorununun bu davranışlarıyla nerelere ulaşacağını analiz ettiler mi; olası planları kâğıda döktüler mi? HHH RTE’nin tek hesabı var: Yerel, genel seçimlerde AKP’ye yüzde 50’den fazla oy sağlayarak Millet Meclisi’ndeki tek parti hükümranlığını başkanlık sistemini öngören anayasa yapabilecek çoğunluğa, 340350 vekile çıkarmak! Çankaya’da oturmak; yasamayı, yargıyı ve yürütmeyi tek elden yönetme olanağına kavuşmak! Diyarbakır’daki genel af yutturmacası, BDP’ye vekil çıkarmasın diyen saldırı tek bir hesaba dayanıyor: AKP’ye daha çok oy sağlamak! Bizdeki goygoycu basın esnafı, borazanlarını Diyarbakır konuşmasını allayıp pullayıp halka yutturmaya, bir kez daha bu seçimde de AKP lehine halkı aldatmaya çevirdi. Cumhuriyetin geçmişine de onurlu kişilerine de saldırmayı marifet bilerek ün kazanan Nagehan Alçı bu tipin mümtaz örneği. Pazar günü köşesinde, RTE’nin dağdakiler inecek hapishaneler boşalacak “müjdesini” yorumladıktan sonra; yazıyı “RTE çok büyük lider” diye bitirdi. Genel af ne getirir ne götürür hiç hesaplanmıyor. Hapishanelerden kurtuluşu tek çare görenler genel affa taraftar olabilirler ama öncelikle genel affın Türkiyemizin toplumsal huzuruna yapacağı tahribatı hesaba katmaları gerekir. 40 bin kişiyi öldüren Apo affediliyor da; bir iki kişiye kıyanlar neden af dışında kalıyor; sahtekâra, dolandırıcıya, hırsıza vs. suçlulara neden af yok diye başlayacak kampanyanın, “Rahşan affı”nda olduğu gibi, verimli sonuçlar alması olası değil mi? HHH Telaşa da fazla umuda da kapılmaya gerek yok zaten. RTE’nin hapishaneleri boşaltacağını ima ettiği günün hemen ertesi; Diyarbakır konuşmasını yazabilmek için çook emekler sarf ettiklerini söyleyen Başbakan Yardımcı Beşir Atalay; Başbakan’ın asıl amacını, özünü açıklayıverdi: Terör bitecek. Silahlar teslim edilecek. Ondan sonra da siyaset grubu (ne yapacaksa) gerekeni yapacak(mış)! Bir gün sonra İçişleri Bakanı, sonra Milli Savunma Bakanı, Başbakan’ın Diyarbakır konuşmasındaki genel af imasını, Başbakan’ın geleceğe dönük düşlerinin ifadesi diye yorumlayarak yalanladılar... HHH Bu da “vakayı Recebiyye”ye yeni bir örnek. Şimdi gözler yine RTE’ye çevrildi. Bakanları Başbakan’ın genel aftan söz etmediğini söylediler ya: RTE son örnek Bülent Arınç olayı bir hiddet çıkar ekranlara: Sözümün arkasındayın, hapishaneleri boşaltacağım, der! Şayet bu kadar açık konuşmak işine gelmiyor, şimdilik attığı oltaya takılacak oylarla yetinmeyi düşlüyorsa, sanki bakanları yalanlamıyormuş gibi, susar!.. Genel af mı? Ne zaman? Aceleye gerek yok! Olur da olmaz da! Biri olmazsa öteki. Dünkü vaadini yalanlayan bugün bir diğeri. Yazarı açıklamadı mı; böyyük lider diye... Senin benim hatırıma, yazarını, böyyüklüğünü, siyasette böylesine ustalığı inkâr edecek değil ya! HABERLER Balyoz’dan hüküm giyen Deniz subayları Deniz Harp Okulu’nun kuruluş yıldönümünü kutlarken davalara tepki gösterdiler ‘Esir olduğumuz için törenlere katılamadık’ İstanbul Haber Servisi Balyoz davasından 16 ile 18 yıl arasında değişen cezalara çarptırılan denizci subaylar, Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin 240. kuruluş yıldönümünü kutlarken, askerlerin yargılandığı davalara tepki gösterdiler. Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast gibi davalarda yüzlerce denizcinin yargılandığına dikkat çeken denizci subaylar, “Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet donanması, küresel güçleri rahatsız edecek bir boyuta ulaşmış, bu nedenle kendi topraklarında, hukuku siyasi emelleri için silah olarak kullanan işbirlikçi ve hainlerin baskınına maruz kalmıştır” dediler. Balyoz davasından 16 ile 18 yıl arasındaki hapis cezaları Yargıtay’da onaylanan ve askeri cezaevlerinde kalan Tuğamiral Ali Sadi Ünsal, tümamiraller Abdullah Gavremoğlu, Ahmet Sinan Ertuğrul, Erdem Caner Bener, Koramiral Deniz Cora’nın da aralarında bulunduğu 49 denizci subay ve Jandarma Binbaşı Özgür Ecevit Taşçı dün avukatları aracılığıyla yazılı açıklama yaptı. Denizci subaylar açıklamalarında, 1773 yılında kurulan Deniz Harp Okulu’nda geleneksel olarak her yıl 18 Kasım günü kutlama törenleri yapıldığını anlatarak “Ne yazık ki, bu sene de yüzlerce muvazzaf ve emekli deniz subayı cezaevlerinde esir olmaları nedeniyle kutlama törenlerine katılamadılar. Balyoz davasından hüküm giyenler kurumsal kimlikleri alındığı için önümüzdeki yıllarda hiç katılamayacaklar. Çünkü ülkemizin temyiz mahkemesi olan Yargıtay, ‘asrın iftirası’ Balyoz davasında 134 deniz subayının, 41 havacı, 38 karacı, 24 jandarma personeli ile birlikte darbe planladığını tescil etti! Türk milleti adına” eleştirisini yaptı. İtalyan Usulü ‘Fetret Devri’ Silvio Berlusconi’nin sonbaharı bir melodrama dönüşüyor. Yirmi yıl önce “Bastır İtalya/Forza Italia” formatındaki ünlü futbol sloganıyla özdeşleştirdiği partisini yeniden bu isimle vaftiz eden Berlusconi, büyük “vaftiz töreninde” fenalık geçirdi. Aradan geçen yıllar içinde “Özgürlükçü Halk Partisi” (ÖHP) adına evrilen partisine, başlangıç döneminin göz kamaştırıcı zafer günlerini çağrıştıran “Forza Italia” adını tekrar vermek üzere kongre toplayan politikacı, bu “köklere dönüş” kongresinde yandaşlara seslenirken birdenbire bembeyaz kesti; sararıp sendeledi. Ve cümlesini tamamlayamadı. Politikacıya yanından ayırmadığı doktorunun, TV kameraları önünde “canlı” yaptığı müdahale sonunda… çok ciddi bir yol ayrımının yaşandığı kongre kaldığı yerden devam edebildi. ÖHP adının “Forza Italia” olarak değiştirildiği kongrenin tek konusu gerçekte isim değişikliği değildi. Asıl mesele Berlusconi ile başlayıp Berlusconi ile biten partinin aylardır devam etmekte olan geriliminin bir bölünmeyle sonuçlanmasıydı. Berlusconi’nin sözünün “kanun” olduğu bir tipik “tek adam partisi” olan Forza Italia; küllerinden dirilerek atak yapmaya hazırlandığı gün ortadan tam ikiye bölünmüştü. Berlusconi’nin düne dek kendisine sadık olan sağ kolu, koalisyon hükümetinde İçişleri Bakanlığı, Başbakan yardımcılığı yapan 43 yaşındaki Angelino Alfano; yaşlı lidere sonunda bayrak açtı. ÖHP’nin “Forza Italia”ya dönüştüğü gün, “Yeni Merkez Sağ” adını verdiği kendi grubunu kurarak; partideki kırılmayı faş etti. Ayrışma öncesinde Alfano’yu yanında tutmak için günlerce mesai harcıyan, “Düşmanları sevindirmeyelim! Aman partimiz bölünmesin!” diye dil döken Berlusconi’nin bu gayretleri başarısız olmuş; sabık Başbakan engellenemeyen sonunu gördüğü için kürsüde bayılma noktasına gelmişti. Berlusconi’yi parlamentodan atmak için yapılacak oylama arifesinde Şövalye’nin “Forza Italia” adıyla yeniden lanse ettiği ekip; koalisyon hükümetini düşürerek oylamayı karambola getirmeyi planlıyor; Alfano’cular ise ikballerini “hükümette devamdan” yana görüyorlardı. Alfano’nun “Sağı” ile Berlusconi’nin “Forza Italia”sı arasında böylece salt iktidar hesaplarına dayanan bir restleşme patlak vermişti. “Forza Italia”cılar; siyasette söz (iktidar!) sahibi olmanın yolunu, kanlarının son damlasına kadar hala Berlusconi’den yana çıkmak olarak görürken; “Yeni Merkez Sağ” adıyla konuşlanan ve 5 bakan, 30 senatör, 27 milletvekilinden oluşan Alfano grubu, miyadını doldurduğunu düşündükleri liderden mesafe alma vaktinin geldiğini düşünüyorlardı. Bölünmenin ilk ve en önemli sonucu, Berlusconi’nin elinden “hükümet düşürme” silahının alınması oldu. Geniş tabanlı koalisyondaki 5 Berlusconi bakanının toplu halde bir hamlede Alfano’nun yanına geçmesiyle; “Forza Italia”nın yaşlı lideri istediği an “hükümeti düşürme” şantajına başvurma olanağını yitirdi. Berlusconi buna mukabil hâlâ kamuoyunu şartlayacak büyük medya organları ile finans kaynaklarını elinde tutmaya devam ediyor. “Forza Italia”nın gövdesinden ayrılan “Yeni Merkez Sağ”ın hangi oranda başarılı olacağı önümüzdeki baharda yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde belli olacak. Her şeye rağmen elinde hâlâ büyük imkânlar bulunduran bir lidere, koca koca bakanların neden böyle sırt çevirdiği sorusuna gelince… Bunu en iyi özetle “Corriere della Sera”nın (18 Kasım) baş sayfasında çıkan bir yorum açıklıyor: “Liderin kendisini yalnızlaştırması, ölçüyü kaybetmesi, her şeyin kendisiyle başlayıp, kendisiyle bittiğini düşünmesi… ve ‘baş’a tapınanlardan oluşan bir iç saltanat grubunun ortaya çıkması… Bu saltanata yamanmak isteyenler; makam aşkı, ayrıcalıklar ve liderin yakınında olmak için bağımsızlıklarından vazgeçiyorlar. Baş’ı eleştirmenin olanaksızlığını biliyorlar. Yalnız itaat, sadakat ve şükran duygularının geçerli olduğu bir dünyada yaşıyorlar… Liderin benmerkezciliği… ardından ileriyi hazırlamanın önüne geçiyor…” Berlusconi partisindeki bölünme, tüm bu unsurlardan kaynaklanıyor. Yıllarca liderin yanında ağız açmaktan çekinen isimler arasında; “bunga bunga” skandalları ve yargıyla problemleri yüzünden yıpranan, giderek yorgun düşen “Berlusconi sonrasının” kavgası yaşanıyor. “Kamu görevlerinden men” cezası alan, parlamentoda senatörlük koltuğunun düşürülmesi tehdidi ile karşılaşan Berlusconi’nin kurumsal sorunları nihayet bir “fetret devri başlattı” ve kavgayı hızlandırdı. Yıllardır partiyi kendi mülkü gibi yöneten lider karşısında el pençe duran iç muhalefet odakları, bir düdüklü tencere gibi patladı ve açığa çıktı. Güç zehirlenmesinin yarattığı iktidar kayıpları, böyle hep ani geliyor. Yıllarca baskılanan zehir sisteme girdiğinde; dünyanın sade kendisiyle başlayıp kendisiyle bittiğini düşünen en baba liderler bile en önce en yakındakilerin sillesini yiyor. ‘28 Şubat kararları zorla imzalattırılmadı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) 28 Şubat davasında savunma yapan dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel (MGK) Sekreteri, emekli Orgeneral İlhan Kılıç, 28 Şubat kararlarının dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’a zorla imzalatıldığı iddialarını reddederken “Hükümeti çalıştırmamak da nedir, ne çalıştırmaması, kardeş kardeşe gerçekten çalıştık” dedi. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 5’i tutuklu toplam 103 sanığın yargılandığı 28 Şubat davasının 33. duruşmasında savunma sırası tutuksuz sanıklara geldi. Daha sonra tutuksuz sanıklardan ilk olarak savunmasına başlayan dönemin MGK Genel Sekreteri İlhan Kılıç, MGK kararlarının tavsiye niteliğinde olduğunu, bu tavsiyelerin hükümetler tarafından uygulanacağını veya reddedileceğini söyledi. Görevi süresince dört başbakanla çalıştığını anlatan Kılıç, bütün olayların hükümet programına göre yapıldığını, hükümet programında olmayan hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini ifade etti. “Cebindeki 10 lirayı kaybeden 28 Şubat’tan bildi, öyle olmadı” diyen Kılıç, 28 Şubat’taki MGK kararlarıyla sadece tavsiyede bulunulduğunu yineledi. Kılıç, MGK’de o yılın şubat ayı hariç tüm toplantılarda öncelikli konunun terör olduğunu, yalnızca o yıl şubat ayında dini konuların öne çıktığını anlattı. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın, karargâhta kötü muameleye uğradığı yönünde bazı gazetelerde haberlerin yer aldığını söyleyen Kılıç, iddiaları yalandı. Kılıç, “Başbakan geldiğinde merasimle karşılanırdı. Namaz kılmak isterse arabasında seccadesi vardı, yer gösterilir kılardı” dedi. Cezaevlerinde esir Bakanları Berlusconi’yi terk etti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 13 Kasım’da “yasadışı eyleme katılmak” gerekçesiyle işten atılan DevSağlık İş üyesi 43 sağlık işçisi dün hastane bahçesine direniş çadırı kurdu. Direnen işçilerin çadırı özel güvenlik görevlileri tarafından kaldırılmak istendi. Görevliler herhangi bir uyarıda bulunmaksızın işçilere saldırdı. İşçiler müdahale üzerine kol kola girerek direnişe geçti. İşçileri aşamayan özel güvenlikler, daha sonra iki koldan çadırların olduğu alana geçti. Çay makinelerini deviren güvenlik görevlileri daha sonra direniş çadırlarını söktü. Yaralanan işçiler Müdahale işçileri yıldırmadı darp raporu almak üzere hastanenin acil servisine gitti. Saldırıya karşın yan yana durmaktan vazgeçmeyen işçiler, “Ne kadar saldırırsanız saldırın, işimize geri dönene kadar bizi vazgeçiremezsiniz” diye haykırdı. İşçilere Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Genel Başkanı Çetin Erdolu, SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara, Ankara Tabip Odası üyeleri ile demokratik kitle örgütleri destek verdi. SES Ankara Şube Başkanı Kara özel güvenliklere “Rektörlüğün emriyle saldıranlar, siz de taşeronsunuz. Bu işçilere reva görülen yarın sizin başınıza gelecek” dedi. Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ Altındal yaşamını yitirdi Vatikan ve derin güçler üzerine araştırmaları ile tanınan gazeteciyazar İstanbul’da öldü İstanbul Haber Servisi Vatikan ve derin güçler üzerine araştırmaları ile tanınan gazeteciyazar Aytunç Altındal, önceki gün kanser hastalığı nedeniyle İstanbul’da yaşamını yitirdi. Aytunç Altındal’ın cenazesi, bugün öğlen Üsküdar’daki Şakirin Camisi’nde kılınacak cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Altındal, hastalığıyla ilgili doktorların kendisine “Vücudunuza kanser ilacı verilmiş olabilir”değerlendirmesi yaptığını söylemiş ve bu kuşkusunu paylaşmıştı. Dinler, felsefe, gizli örgütler üzerine araştırmalar yapan, katıldığı televizyon programlarında ilgiyle izlenen Altındal, 1945 yılında İstanbul’da doğdu. 12 Mart döneminde işkencede bir böbreğini kaybeden Altındal, 1973 yılında Partizan adlı şiir kitabı nedeniyle 7.5 yıl hapse mahkum olunca yurtdışına kaçtı. 12 Eylül 1980’den sonra uzun süre yurtdışında kaldı. Türkiye’ye geri döndüğünde Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında çalışmalar yaptı. 1992 yılında İngiltere Edinburg’daki Akademik Proje İdari Heyeti üyeliğine seçildi. Aynı yıl İngitere’de yayımlanan “Üç İsa” adlı kitabı dünyada yankılar uyandırdı, 1993 yılında eser Rusçaya çevrildi. Sebep ‘ölçüyü kaybetmek!’ ‘Zehirledi mi?’ Altunç Altındal’ın ölüm haberi, akıllara Mayıs 2013 tarihinde verdiği söyleşiyi getirdi. Altındal, esrarengiz hastalığıyla ilgili “CIA mi zehirledi?” kuşkusu taşıyordu. Daha önce de istihbarat örgütleri tarafından 2 kez öldürülmek istendiğini ileri süren Altındal, Alp Dağları’nın eteklerindeki bir evde kalıyordu. Altındal esrarengiz hastalığıyla ilgili o gün ilk kez konuşmuş ve şu kuşkularını paylaşmıştı: “Biyopsiler yapılmıştı, iki ay öncesine kadar tertemiz çıkmıştı. Sonra bir ay içinde bütün vücudumu saran kanserle karşılaştık. Doktorlar çok şaşırdı. Nükleer tıp merkezi ‘Bunda bir gariplik var. Vücudunuza kanser ilacı verilmiş olabilir’ dedi. Doktorlar böyle bir tertip var mı onu araştırıyor. Ama bütün belirtiler bir tertipi gösteriyor.” ‘SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAĞIZ’ Aytunç Altındal’ın kızı Yonca Bayrak da babasının ölümünün şüpheli olduğunu savunarak zehirlenme şüphesiyle resmi mercilere suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Bayrak, “Yapılan kontrol ve biyopsilerde bu zamana kadar hastalıkların dışında herhangi bir kanser şüphesi veya tanısı yoktu. Ancak bir ay önce aniden akciğer kanseri olduğu anlaşıldı. Kanser 15 gün içinde 4. evreye geçti ve kendisi dün gece (önceki gün) vefat etti. Doktorları da aynı şekilde bu ani ölümü ve kanseri şüpheli buluyorlar. Dünyada Aytunç benzer şekilde bu odakları rahatsız etmiş kimi yazar, araşAltındal tırmacı veya siyasetçilerin akıbetinin aynı şekilde olmasının tesadüf olacağını zannetmiyoruz. O yüzden babamın bu ani ölümü ile ilgili zehirlenme şüphesi ile hukuki haklarımızı kullanacak girişimleri bugünden başlatıyoruz. Bu şüpheli ölüm için resmi mercilere suç duyurusunda bulunacağız. Konunun araştırılmasını istiyoruz” dedi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear