23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5 KASIM 2012 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tadında Bırakamamak DİLİMİZİN bilgece sözlerinden biridir “tadında bırakmak”. Söylenmesi kolay, ama benimsenip uygulanması zor. İnsan tadını aldığı, beğendiği ve sonuç aldığı söylemlerle davranışları çabuk bırakmayıp hep başarılı olacağını sanarak sürdürür çoğu zaman. Oysa, yanındakiler bundan bıkmış, karşısındakiler önlemlerini çoktan almış ve hazırlıklı bekliyor olabilirler. Gülünçleşmek işten değildir. eçen 29 Ekim günü kendiliğinden başarılanın konuşulması, tartışılması, sahiplenilip “biz yaptık” diye gururla övülmesi veya övünülmesi bir türlü bitmek bilmiyor. Hatta, barikatları önce kim yıktı, kim yürümeyi başlattı çekişmesiyle kendi partilerinin geleceğini inşa etmeye kalkışanlar bile var. Her zaman yaptıkları gibi zaten inşa edilmiş olanları bile yıkarak. “Olan oldu, deneyim kazanıldı, alınması gereken dersler alındı” deyip sayfayı çevirerek geleceği bu yeni koşullara göre değişik biçimde düşünmeye başlayan pek olmadı. Eğer olayın verdiği bir tat olmuşsa, o tadı abartarak tatsızlaştırmak yerine, öylece saklayıp yarınlara bakmak daha doğru olmaz mıydı? O bakımdan, kutlama değil bir anma günü olan 10 Kasım’ı aynı 29 Ekim havasıyla yaşamak büyük bir yanlış olur. artilerdeki gençlik kollarının ya da benzer işlevleri yerine getirmek üzere kurulmuş başka yandaş örgütlerin kireçlenmiş ve hareketsiz kalan siyasal gövdelere canlılık kazandıracağı elbet yadsınamaz. Ama canlılığın sürdürülmesini bu tür “kol”larla ana gövdeyi birbirinden ayrı tutarak sağlamak sağlıklı bir çözüm sayılmamalı. Asıl sağlıklı olan, ana gövde dışındaki dinamizm kaynaklarının ustaca düşünülmüş katılım süreçleriyle temel yapıya eklenmesi ve dinamizmin böylece ortaklaşa yararlanılan bir nitelik durumuna getirilmesidir. Bir bakıma, 29 Ekim 2012 günü yaşanan olayın, barikatlar, su sıkmalar ve gaz püskürtmeler bir yana, cumhuriyetçi siyasal partilerin iktidar başarısına yöneltilmesi için demokratik yapısal örgütlenişlerini gündeme getirmek gibi bir yararı olmasını beklemek herhalde pek yanlış olmaz. Bilimden Yobaz Kinine Ayırdında değiller. Bilinçsizce kullandıkları bilgisayar, bilgisunar, cep telefonu, uydu saati ve sayısız başka çağdaş teknoloji ürünü, ancak Einstein’ın, başta görecelik kuramı, çağdaş fizikteki buluşlarıyla olanaklı. (Edison’un ışığını da utanmadan kullanıyorlar!) Einstein’ların, Edison’ların uşağı olmamak için, Einstein’ler, Edison’lar yetiştirmek gereğini bilmiyorlar. Yüksel PAZARKAYA altepe Kaymakamlığı’nın eğitim müdürlüğü (milli demeye dilim varmıyor) onayıyla 5, 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerine dağıttığı kitapla ilgili korkunç haberi okuyunca, nereden nereye geldik ve nereye gidiyoruz sorusu, kendi öğrencilik anılarımı canlandırdı. Kaymakamlık kitabında, Yahudi düşmanlığının yanı sıra (bu düşmanlığı İkinci Beyazıt’ın gönül yüceliğinden nasipsiz dile getirenler) Albert Einstein’a, Edison’a vb. dil uzatmışlar. İzmir Namık Kemal Lisesi Müdürümüz Hayri Çakaloz (aynı zamanda felsefe ve ruhbilim/psikoloji öğretmenimiz; ruhbilim ders kitabının da yazarı), 18 Nisan 1955 günü bütün öğrencileri (orta ve lise) bahçede topladı. Okul binasına giden mermer merdivenlerden hepimize seslendi: “Buluşlarıyla insanlığa büyük hizmetleri olan, dünyamızı değiştiren büyük bilim insanı Albert Einstein’ı bugün yitirdik. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.” Ve bütün okul saygı duruşunda bulunduk. Hayri Çakaloz gibi öğretmenlerin elinde yetiştiler ilk Cumhuriyet kuşakları. Bugün eğitim müdürlüğü onayından geçen kaymakamlık kitabı Einstein’a dil uzatıyor. Ayırdında değiller. Bilinçsizce kullandıkları bilgisayar, bilgisunar, cep telefonu, uydu saati ve sayısız başka çağdaş teknoloji ürünü, ancak Einstein’ın, başta görecelik kuramı, çağdaş fizikteki buluşlarıyla olanaklı. (Edison’un ışığını da utanmadan kullanıyorlar!) Einstein’ların, Edison’ların uşağı olmamak için, Einstein’ler, Edison’lar yetiştirmek gereğini bilmiyor Batı’nın İki Yüzü: İslamofobi ve İfade Özgürlüğü Tevfik Sönmez KÜÇÜK on zamanlarda yapılan hararetli tartışmaların ana noktasını, İslamofobi ve ifade özgürlüğü oluşturmaktadır. “Müslümanların Masumiyeti” isimli, her karesinin provokasyondan nasibini aldığı film ve bunun karşılığında Müslüman ülkelerde yaşanan orantısız ve şiddet içeren tepkiler, ifade özgürlüğü kavramının sınırlarının ve çerçevesinin tekrardan sorgulanmasını gerektirmiştir. Söz konusu sorunun hukukun alanına girdiği unutulmamalıdır. Bu bağlamda, “Müslümanların Masumiyeti” filmi, tüm kişisel önyargılardan arınarak, AİHM’nin öngördüğü kriterler kapsamında incelenerek değerlendirilecektir. Bu noktada, tahlil edilmesi gereken ilk hususu, AİHM’nin dine hakaret içeren yapıtlara karşı yaklaşımının belirlenmesi oluşturur. AİHM, ifade özgürlüğü ve bu kapsamda dine hakaret hakkında iki önemli karara imza atmıştır. Bu konuda verilen ilk karar, Avusturya’ya karşı açılmış olan “OttoPreminger” davasıdır. Bu dava, bir film yapımcısının Hıristiyanlık dinine ve İsa’ya hakaret içeren bölümlerin yer aldığı bir filmin yasaklanması sonrası konunun AİHM’ye yansımasıyla ilgilidir. Merkezi Innsbruck’da bulunan film şirketinin, “Das Liebeskonzil” adlı eserde, İsa ve Hıristiyanlık aleyhinde bölümler yer almaktaydı. Katolik derneklerinin başvurusu sonrası film önce yasaklanmış ve iç hukuk yolları tüketildikten sonra konu Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun önüne götürülmüştür. Bu bağlamda, 1994 yılında verdiği kararda Strasbourg Mahkemesi, dine hakaretin fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği kararını almış ve Avusturya makamlarını haklı bulmuştur. S G M P lar. Biliyorlarsa, karakterleri uşaklık. 1989 güz döneminde Princeton Üniversitesi’nde konuk profesör olarak ders verdim. Bu dünyaca ünlü üniversitenin gelmiş geçmiş en ünlü profesörü Albert Einstein. Princeton’da geçirdiğim aylarda onunla ilgili pek çok güzel olay ve öykü dinledim. Onun Mercer Street 112 No’daki evi üniversitenin mülkü. Adını şimdi anımsamadığım, Nobel ödülü kazanmış, ünlü bir fizik profesörünü kazanmak yarışına girmişti Yale ve Princeton üniversiteleri. Yarışı bir farkla Princeton kazandı. “Bize gelirseniz, Einstein’ın evinde kalabilirsiniz” dedi yönetim. Ve bu sunu karşısında ünlü fizikçi diğer koşulları unutup tereddütsüz Princeton’u yeğledi. Einstein, bütün gerçek büyük insanlar gibi alçakgönüllüydü. Üniversiteye bisikletle gidip gelirdi. Oturduğu sokağın çocuklarına kaldırım taşına oturur matematik ve fizik ev ödevlerinde yardım ederdi. Gerçekliğini bilemeyeceğim, ama akçakgönüllü büyük bir profesörün dalgınlığını anlatan hoş bir öyküyle noktalayayım. Bir gece geç vakit Einstein evine gidecek, ama yolu şaşırmış. Yol üstünde rastladığı bir telefon kulübesine girip polisin numarasını çevirmiş. Karakolda can sıkıntısından ayaklarını masaya kaldırmış, çiklet çiğneyen bir polis telefona çıkmış. Ben Einstein, demiş Einstein, evime gideceğim, ama yolu şaşırdım. Polis, ağzında sakız, sen Einstein’san, ben de George Washington’ım, deyip telefonu kapatmış. Sonunda dalgın Einstein karanlıkta evin yolunu bulmuş. AİHM, dine hakaret konusunda tüm dinlere karşı tarafsızlığını korumaya gayret etmiştir. Özellikle İslamofobinin en yoğun yaşandığı 2005 yılında garip bir tesadüf eseri 11 Eylül’ün yıldönümünden iki gün sonra, ‘İ.A. Türkiye Davası’nda bakın AİHM ne diyor: “...İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve her bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir. 10. maddenin 2. paragrafı uyarınca, bu kabul gören, zararsız veya kayıtsızlık içeren ‘bilgiler’ ve ‘fikirler’ için değil, aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir, ancak 10. maddenin 2. paragrafında yer alan ifade ve düşünce özgürlüğü bazı ‘görev ve sorumlulukları’ beraberinde getirmektedir; bunlar arasında yer alan din ve inanç özgürlüğü söz konusu olduğunda başkalarına zarar verecek nitelikteki söylemlerden ve saygısızlık edecek davranışlardan kaçınılması gerekmektedir. İlke olarak, büyük hayranlık ve sevgi duyulan dini hedef alan aşağılayıcı eleştirilerin yaptırıma tabi tutulması gerekmektedir... ” Dolayısıyla, AİHM, dine hakaret içeren ifadeleri esas itibarıyla düşünce olarak görmemekte ve bu tür ifadeleri cezai yaptırıma bağlayan ülkelerin amacının meşru olduğunu belirtmektedir. Görüldüğü gibi, İslam dinine karşı nefret söylemi içeren ifadelerin yasaklanması ve cezalandırılması konusunda herhangi bir hukuki engel yoktur. AİHM, her ne kadar devletleri bu konuda yasaklayıcı düzenlemeler yapmaları konusunda zorlamasa da alınan önlemleri yukarıda alınan gerekçelerle AİHS’ye aykırı görmemektedir. Üniversitelerin Özerkliği ve Demokrasi Hakan ALP niversiteler, piyasanın ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücünün karşılanacağı meslek edindirme okullarına dönüşmüş durumdalar. Neoliberal politikalar, üniversiteleri giderek akademik ve bilimsel yapısından uzaklaştırarak, piyasayla bütünleşmiş, ucuz laboratuvarlara dönüştürmektedir. Toplumsal ilerlemenin öncüsü olan üniversitelerin tüm bileşenlerinin, bilimsel, demokratik, eleştirel özellikler taşıması gerekir. “Her şehre bir üniversite” sloganıyla ardı ardına açılan üniversitelerde, bilimsel ve akademik ölçütlerin hiçbirini karşılamayan bir yapılanmayla, gençlerin işsiz olmadıkları için şükretmeleri sağlanırken; “Dışarda sizin yerinizde olmayı isteyen binlerce insan var” hissiyatı bir baskı ve tehdit stratejisine dönüşmeye başlar. Ü ÖK yasa tasarısının tasası Siyasetin üniversiteleri denetleyebilmesi ancak YÖK tarzında bir kurum aracılığı ile sağlanabilmektedir. 1980 sonrası tüm siyasal iktidarlar kendi siyasalideolojik çizgilerini hâkim kılmak adına YÖK’ü merkez üs olarak kullanmışlardır. Son süreçte YÖK tarafından hazırlanan Yüksek Öğretim Yasa Tasarısı’nın ana eksenleri kamuoyuna “çeşitlilik”, “kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik”, Y “performans değerlendirmesi ve rekabet” olarak lanse edildi. Tasarının amacının üniversitelerin piyasalaştırılmasının, eğitim hizmetinin özelleştirilmesinin, bilginin sadece meta haline getirilmesinin önünü açmak olduğu ortadadır. Çeşitlilik ilkesi adı altında üniversiteler, bilim yuvaları olmaktan çıkıp işletmecilik mantığıyla işleyen bir ticarethaneye dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Açılması hedeflenen özel üniversiteler aracılığı ile rekabetin artırılması sağlanacak ve devlet üniversitelerine “Siz bu okulu iyi işletmezseniz, sizin yerinize işleten işletmeciler buluruz” denilecektir. Tasarının en can alıcı noktalarından biri de akademik ve idari anlamda performans değerlendirmesi ölçütünün getirilmesidir. Performans değerlendirmesi, iş güvencesini ortadan kaldırmaya yönelik bir tehdit unsuru olarak kullanılacaktır. Getirilecek denetim ve puanlama sisteminde, ölçütlerin neye ve kime göre, nasıl değerlendirileceği belirsiz kalacaktır. Oysa ki bilim üretiminin özgür bir ortamda, her türlü baskı ve tehditten bağımsız bir biçimde toplumun yararına gerçekleşmesi gerekmektedir. 3 Kasım 2003 tarihinde kamuoyuna “Kamu Reformu” adıyla tanıtılan ve sonraki süreçlerde de adım adım uygulamaya konulan Kamu Yönetim Reformu, şimdiki zamanı aslında daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Eğitimden sağlığa, ulaştırmadan haberleşmeye hatta suyun kullanımına kadar geniş bir alanda her türlü hizmetin piyasanın eline teslim edilmesinin altyapısı daha o dönemlerden kuruluyordu. Devlet, kâr amacı güden şirket haline gelirken, hizmet alan vatandaş ise “müşteri” haline getirilmek isteniyor. Özellikle işletmelerdeki “kârzarar” karşılaştırmalarının eğitim alanında yapılması ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Demokratik üniversite terimi; bünyesindeki tüm bileşenlerin, söz söyleme ve karar alma süreçlerine eşit olarak katılmalarıyla ilintili bir süreçtir. “Üniversitede özerklik” kavramını ise bilimi, her türlü baskı ve denetiminden uzak tutabilme ve ses çıkarabilme yetisi olarak tanımlayabiliriz. Tasarıda sözü edilen demokratikleşme ve özerklik; üniversitenin bulunduğu ilin vergi rekortmenlerinden oluşturulacak üniversite konseyleriyle sağlanmak isteniyor. Kendi içinde bile kavramsal olarak çelişki taşıyan bir öneriyi “özerklik” diye sunmak trajikomik bir durum ortaya çıkarmaktadır. Toplumsal talepler ve duyarlıklarla ilgili olarak, örneğin sendikal yasalar, özelleştirmeler, dış politika, Kürt sorunu gibi birçok konuda üniversiteler fikirlerini özgürce söyleyerek siyasal iktidarların fikir yelpazesini genişletmelidirler.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear