23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 EYLÜL 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA DİZİ 30 yılı aşan dostluğumuz muhabirhaber kaynağı ilişkisi ile başlamıştı. Ben Cumhuriyet gazetesinin polisadliye muhabiriydim, İsmail Sami Çakmak da gencecik bir ceza avukatı. Adliye koridorlarında karşılaşırdık sık sık. Cüppesi içinde ipince, koşturur dururdu. Yalın, para kazanılan bir mesleği yürütür gibi hiç değildi, o ve yanındakiler. Kutsal bir görev, sorumluluk, işlev, yükümlülük gibiydi uğraşıları. Yanında avukat Halit Çelenk olurdu, Zeki Tavşancıl olurdu, Emin Değer olurdu, Mehdi Bektaş olurdu, Nezahat Gündoğmuş olurdu, İbrahim Tezan olurdu, Nevzat Helvacı olurdu, 7 başlarken Veli Devecioğlu olurdu, Şenal Sarıhan olurdu, Uğur Uzer olurdu, Erşen Şansal olurdu. 12 Eylül’ü, öncesi ve, sonrasıyla birlikte yaşadık. Tank paletlerinin sokağa çıkışına dek ezilen insanlık onurunu, kurşuna dizilen gençliği, birbirine kırdırılan halkı, sürek avında tavşan kılınan aydınları gördük. Pusuda bile bile bekleyen, olayları kışkırtan, katilleri besleyen, kan pıhtısı boğaza geldiğinde de vatan kurtaran Şabanlara tanık olduk. İsmail Sami Çakmak, 12 Eylül’ü avukatlığı, sanıklığı, işkencesi, haksız gözaltısı, öldü diye götürülüp dağa atılmasıyla ta içinde yaşadı. İnsanları kurtardı, hak aradı, yaralandı, kanatıldı, direndi, çoğunlukla yitirdi, ama geldi insanlığın can evine sığındı hep. Avukat İsmail Sami Çakmak anlatıyor: şkence çığlığında donan hukuk Eylül döneminde savunma avukatı olarak, gerek işkence ile ya da gözetim altında ölmüş ya da işkence gördüğü apaçık ortada olan insanların, gerekse de soruşturmaya uğramış devrimcilerin haklarını savunmaya çalıştım. İşkence altında alınan ifadeler iddianamelere dayanak yapılıyordu. Yargılama makamlarının bu duruma bakış açısı da genellikle “İnsan bilmediği bir şeyi işkence altında söylemez. Biliyordu ya da yaptı ki, işkence altında da olsa kabul etti” yönünde oluyordu. İzlediğim işkence davalarıyla ilgili başıma çeşitli olaylar geldi. Bunlardan biri, gözetim altına alınan Remziye Petek’in durumunu öğrenmek istemem üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde Mart 1982’de gözaltına alınışımdır. Remziye Petek gözaltına alındıktan sonra nerede olduğu belli değildi. Emniyette dönemin yetkili Müdür Muavini Orhan Taşanlar’a telefonda durumu sordum, aramızda tartışma çıktı. Az sonra avukatlık büromdan alındım ve kendimi Emniyet’in nezaretinde buldum. 3 gün, 3 gece aç, susuz tutulduğum nezarethanede bir de dövüldüm üstelik. Üç gün sonra Emniyet’ten, gözetim yeri olarak da kullanılan Mamak Cezaevi’ne gönderildim. 17 gün tutulduğum Mamak Askeri Cezaevi’nde demir kafeslerle çevrili olan giriş işlemlerinin yapıldığı yerin az ilerisinde, İbrahim Eski’nin emniyet müdürlüğünde işkence ile öldürülmesi davasında sanık olarak tanıdığım polis Hamdi Akdı beni görür görmez açtı ağzını yumdu gözünü: “Ya avukat bey, bizi mahkum ettirmek için .ötünü yırttın. Bize ne oldu? Hiçbir şey. ..cık biti gibi her davada karşımıza çıktın. Ulan siz devletin içine sızmışsınız. Sen sanıyor musun ki yaptıklarınız yanınıza kalacak. Siz, o Nurettin (Askeri Savcı Nurettin Soyer) denen ..neye güveniyorsunuz. Aha onun da suyu ısınıyor. Seni karşısına alıp vangır vangır konuşturan vatan hainlerinden hesap sorulmayacak mı? Ulan mahkemede bizi hazır olda durduruyorsunuz. Haydi senin sahiplerin şimdi de gelip sahip çıksalar ya. Sen buradan çıkar çıkmaz seni kapının önünde alıp da t.ş.klarını cebime koymazsam, seni öldürmezsem aha bu bıyıkları kazıyacağım. Oğlum öyle günler geliyor ki, bu günleri hepinize aratacağız.” Bu tehditlere çevredeki askerler de tanık oldu. Yasal işlem başlatacaklarına cezaevinde biri çavuş, diğeri er, iki asker tarafından dövüldüm. Suç duyurularında bulundum. Sonuç? Kanıt yetersizliğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Fotoğraflar: ERDEM SEVGİ Bugün, 12 Eylül’den kalma yadigârını da yanında taşıyor. Bir kulağı neredeyse hiç duymuyor, kendisinin deyimiyle öbür kulağıyla idare etmeye çalışıyor. Kulaktozuna vurmuşlar, ne gam... Geride çocuk yaşta asılanlar, 20 yaşında merdivenden atılanlar, pencereden düşürülenler kalmış. Onlara yanıyor... Onlarca tozlu belgeyi birlikte inceledik, saatler sürdü söyleşilerimiz. Arda kalan tortu, işkence çığlığında donan hukuktu, bir ceza avukatının 12 Eylül anılarıydı. Bu dizide o anıları okuyacaksınız. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, 12 Eylül döneminde de pek çok davanın avukatlığını yapan Halit Çelenk’in eşi Şekibe Çelenk anlatıyor... Anımsamak bile çok acı SELDA GÜNEYSU 12 ‘KEND N M OĞLUMUZU MU SAVUNACAK?’ A vukat dövülür de onun savunduğu tutuklu dövülmez mi hiç! Hem de gözlerimin önünde dövüldü. Mart 1984’te Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’na verdiğim dilekçeden okuyalım: “2 Mart 1984 günü saat 15.25’te müvekkilim Hamdullah Erbil ile görüşmek üzere Mamak Askeri Cezaevi A. Blok 3 No’lu görüş kabinine geldim. Müvekkilim de ayakta zor duracak bir halde getirildi. Görüşmeye başlar başlamaz, aynı kabinde ve tutuklunun yanında bulunan ‘dinlemeci’ onbaşı tarafından dövülerek götürüldü ve görüşmemiz engellendi. Bir onbaşının kendiliğinden böyle bir eyleme geçemeyeceği bilinen bir gerçektir ve askerlik disiplini gereğidir. Yukarısında bulunan bazı amir ve komutanlarının göz yumması olmadan ve bu yolda bir emir almamış olmadan, değil adam dövmek ters ters bakma gibi bir eylem içerisine bile girebilmesi mümkün olmayan bir onbaşının, kamu görevi yapan bir avukatın gözü önünde adam dövmesini hiçbir anlayışla bağdaştıramamaktayım.” Kız kardeşim ile eşim, Mamak Askeri Cezaevi’nde gözetim altında olduğumu öğrenmişler, binbir zorlukla izin alıp görüşe geldiler. Eşim, yaşadıkları karşısında şaşkına dönmüş, allak bullak olmuştu. Beni görür görmez, “Neredesin günlerdir? Niye eve gelmiyorsun?” demez mi?.. Başladım gülmeye, “keyfimden gelmiyorum” dedim. Baktım, kız kardeşim de kıkır kıkır gülüyor. Meğer o da görüşte yanımda anne ve babası ile konuşan genç bir tutuklu müvekkilimin “Anne, baba bakın, bu benim avukatım İsmail Ağabey. Beni savunuyor” demesi üzerine anne ve babanın “Cezaevindeki bu avukat, kendini mi, oğlumuzu mu savunacak?” gibisinden hayretle açılan gözlerine gülermiş... ANKARA Şekibe Çelenk, kendi deyimiyle, sadece Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı Halit Çelenk’in eşi değil... O, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbesi sürecinde, öncesinde, sonrasında yaşanan tüm acıların da tanığı... Bu nedenle askeri darbelerde ne kadar işkence gören, acı çeken varsa, herkesin “ablası”. Halit Çelenk’in eşi olmakla birlikte “dava arkadaşı”... Çelenk, “Ben dün de bugün de pek çok kişinin ablasıyım. Ablası olmaya da devam edeceğim... Deniz, bana ‘ablam’ diye seslenirdi, bugünkü gençler de onun gibi ‘ablam’ diyorlar... Ben de onlara, ‘Çocuklar bir daha o acı günleri hiç ama hiç yaşamayın, yaşamayalım’ diyorum. Çünkü o dönemleri anımsamak bile çok acı” diyor ve ekliyor: “Halit Ağabey’inizi çok özlüyorum.” İkinci Dünya Savaşı yıllarında, İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisiyken tanışmış, 1970’li yıllarda Deniz Gezmiş ve arkadaşları Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın; 12 Eylül döneminde de Barış, TÖBDER, DEVGENÇ davalarının avukatı Halit Çelenk’le Şekibe Çelenk. Son sınıf öğrencisiyken de evlenmişler. ‘Baştürk’ü o gün suçları yoktu... Bugünkü gençler de bana o dönemin gençleri gibi, Denizler gibi, ‘ablam’ diyorlar... Ben de onlara, ‘Çocuklar bir daha o acı günleri hiç ama hiç yaşamayın, yaşamayalım’ diyorum.” gözaltına aldılar...’ Çelenk, Yusuf Aslan ile ilgili anılarını anlatırken de, evin salonunda bulunan mavi renkli koltukları işaret ediyor. Çelenk, “Çocuklar hep bu koltukta otururlardı. Deniz o aralar İstanbul’daydı. Sürekli telefonla ko ‘Deniz, neden ablam demiş!..’ ‘Öttürürüz seni’ Avukat smail Sami Çakmak, Utanç Müzesi’ni gezerken duygulu anlar yaşadı. YARIN: KÂĞIT PARÇASI DEMEK DE SUÇ C MY B C MY B ehditler hiç sonlanmadı zaten. Sözde demokrasiye geçildiğinde bile 12 Eylül sürüyordu. Seçimler olmuş, ANAP iktidara gelmişti. Değerli insan, insancıl hukuk adamı Niyazi Ağırnaslı’nın bürosunu birlikte kullanıyoruz. 1985 yılının başında Ankara Barosu Başkanlığı’na başvuru yapmışım. Baro da konuyu İçişleri Bakanlığı’na iletmiş. O başvuru dilekçesinden bir bölüm okuyalım: “Ankara Emniyet Müdürlüğü 1. Şube mensubu olduğunu söyleyen değişik kimseler sık sık büroya gelerek Niyazi Ağırnaslı’nın nerede ve hangi adreste olduğunu benden sormakta, bilmediğimi söyleyince ‘Emniyete götürmekle, beni oraya götürdüklerinde öttürmekle, benim kaşınmakta olduğumu’ söylemekle beni tehdit etmektedirler.” T Çelenk’e, “12 Eylül döneminin Türkiye’sini anlatır mısınız?” diye sorduğumuzda, salt 12 Eylül’ün değil, öncesinin de konuşulması gerektiğini belirtiyor. Halit Çelenk’le “sadece eş değil, aynı zamanda dava arkadaşları olduklarına” da dikkat çekiyor. Denizlerle ilgili olarak aklından hiç çıkmayan bir anısını da şöyle anlatıyor Çelenk: “Denizlerin davası devam ediyordu. Çocuklar haber gönderdiler o zaman, ‘Avukat olarak Halit Ağabey’den başkasını istemiyoruz. Bizi o savunsun’. Halit mahkemede savunma yaparken, biz de çocukların babalarıyla birlikte tabii babaları o zaman hayattaydı, şimdi hepsi öldü duruşmaları izliyorduk. Zaten Halit’in her duruşmasını izlerdim ben. Duruşma uzun sürdü, 40 dakika... Mahkeme başkanı 10 dakika ara verdi. Biz de dışarıya çıkıyoruz. O arada, dar bir yol var, sağlı sollu. Bir yanda çocuklar, Deniz, Yusuf, Hüseyin; diğer yanda da duruşmayı izleyenler oturuyor. O yoldan yürürken, Deniz çok hareketli bir çocuktu ‘ablam’ diye bağırdı. Ben de ona gülümsedim. Onu gören bir asker, silahının kabzasıyla sırtıma ‘yürü’ diyerek bir vurdu, 15 gün geçmedi o kabzanın sırtımda oluşturduğu morluk. Neymiş, Deniz bana neden ‘ablam’ demiş... Pisi pisine gitti bu çocuklar... En ufak nuşurlardı benimle. Yusuf ve Hüseyin ise Ankara’da... Yusuf sürekli bizimle birlikte yemek yerdi. Babası, Yusuf’a çok düşkündü. Yiyecek ve para gönderirdi Yusuf için, onları ben ulaştırırdım...” diyor. Sonra, Denizlerle ilgili olarak, dönemin Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in, Denizlerin TBMM’de idamları görüşülürken “3’e 3” şeklinde bağırmasını da hiç unutmadığını anlatıyor Çelenk: “Zannedersiniz ki Adnan Menderes’i Denizler asmıştı...” Çelenk, bu olaylardan kısa bir süre sonra da Türkiye’de başka acıların çekildiği 12 Eylül döneminin yaşandığını anlatıyor... “İlhan Erdost öldürüldü cezaevinde işkenceyle... Erdal Eren’in yaşı büyültülerek idam edildi... Halit, salt Denizlerin değil, 80 sonrası bütün davaların da, Barış, TÖBDER, DEVGENÇ gibi, avukatıydı. 12 Eylül günü Halit, Ören’deydi. Sendikacı Abdullah Baştürk’ün aynı gün gözaltına alındığı haberi geldi. Bunun üzerine hemen Ankara’ya döndük. Hey gidi günler hey... Ne çok acı yaşadık Halit Ağabeyinizle... Ne çok işkenceye, acıya tanık olduk... O dönemleri anımsamak bile çok acı veriyor. Halit Ağabey’inizin yaşamı mücadeleyle geçti. Birlikte mücadele ettik 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde, mahkemelerde... Biz onunla sadece eş değil, dava arkadaşıydık da... Şimdi, Halit Ağabey’inizi çok özlüyorum...”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear